29 Nisan 2014 Salı

Kuyucaklı Yusuf - Sabahattin Ali

KUYUCAKLI YUSUF
SABAHATTİN ALİ
Yapı Kredi Yayınları
Temmuz 2002, 7. Baskı
Orjinal İlk Baskı: 1937
222 Sayfa


AFD:
   Kuyucaklı Yusuf, Sabahattin Ali'nin ilk romanıdır. Sabahattin Ali 1932 yılında Konya Yeni Anadolu Gazetesi için yazmaya başlamış fakat gazete ücretini ödemeyince 26. bölümde yazmayı bırakmış. 1936-37 yılları arasında romanın tamamı Tan Gazetesi'nde yayımlanmış. Kitap olarak ilk basımı 1937 yılında Yeni Kitapçı Yayınevi tarafından yapılmıştır.

   Sabahattin Ali'nin romanının baş karakteri Yusuf ile 1931 yılında Aydın Cezaevi'nde tanışmış olduğu düşünülmektedir.

     Cevdet Kudret'in Sabahattin Ali ile yaptığı röportaja göre aslında kitap üç cilt olarak tasarlanmış. İkinci kitap; ilk kitapta birden bire ortadan kaybolan Çineli Kübra olacakmış. Üçüncü kitap ise dağdan inen Yusuf'un hayatının konu alması tasarlanmış fakat Sabahattin Ali'nin erken yaşta ölümüyle bu seri tamamlanamamış.

    Kuyucaklı Yusuf; eşkiyaların Kuyucak Köyü'nü basması ve Yusuf'un ailesini öldürmesi ve olay yerine gelen Kaymakam Salahattin Bey'in kimsesiz kalan Yusuf'u evlat edinmesi ile başlar. Kaymakam evlat edinmiştir fakat eşi Şahinde onunla aynı fikirde değildir. Bu işe karşı çıkmış ve her fırsatta da Yusuf'u sevmediğini, istemediğini belli etmiştir. Erken yaşta kimsesiz kalması ve üvey anne Şahinde tarafından gösterilen tutum; Yusuf'u karakter olarak yalnızlığı seven, kimseye fazla güvenmeyen, bireyci bir insana dönüştürmüştür.

      Evlatlık olarak geldiği evde bir de Muazzez adında kız kardeşi olmuştur Yusuf'un. Köyün zenginlerinden Hilmi Bey'in oğlu Şakir'in Muazzez'e göz koyması üzerine, Şakir'in nasıl  kötü bir insan olduğunu bilen Yusuf bu işe karşı çıkar. Hilmi Bey'in Kaymakam Salahattin Bey'i kumar borcu altına sokarak Muazzez'i oğluna almak istemesi ve Şahinde'nin de zenginlik ve refah için bu kızını bu aileye vermek istemesi üzerine Yusuf Muazzez'i korumak adına başka çareler arar. Muazzez'in gönlü ise Şakir'de değil başka birindedir.

    Yusuf yıllar boyu böyle gelmiş düzene, zenginin her istediğini yaptığı düzene, karşı gelip Muazzez'i Şakir'den koruyabilecek midir? Ya Muazzez'in gönlü aslında kimdedir? Her zaman ki gibi bu soruların cevabı Kuyucaklı Yusuf'un sayfalarında gizli.

      Benim için Kuyucaklı Yusuf'ta bir şeyler eksik gibiydi. Bir Kürk Mantolu Madonna'dan bir İçimizdeki Şeytan'dan aldığım keyfi alamadım. Belki de bu romanın üç cilt olarak düşünülüp tek ciltte kalmasındandır. Üçlemeyi okuma şansım olsaydı belki de çok daha fazla beğenecektim. İlk defa Sabahattin Ali okuyacaklar için tavsiyem Kuyucaklı Yusuf ile başlamak yerine Kürk Mantolu Madonna veya İçimizdeki Şeytan'ı tercih etmeleridir.
Altı Çizilesi:
   "Sonra bu fakir işçilere bu köpek muamelesini yapmaya neden lüzum görüyorlardı? Evet, Allah onları bir kere fıkara yaratmıştı, bunda kimsenin kabahati yoktu, fakat onlar böyle yaratılmışlar diye niçin tepelerine binmeli, onları adam yerine koymaktan niçin çekinmeliydi?"

     "Saadet,hayatı olduğu gibi kabul etmektir."

  "Bir felakete sükun ve itidalle tahammül edenlerin manzarası, o felaket için ağlayıp çırpınanların manzarasından çok daha korkunç ve ezicidir."

25 Nisan 2014 Cuma

Sinek Isırıklarının Müellifi - Barış Bıçakçı

SİNEK ISIRIKLARININ MÜELLİFİ
BARIŞ BIÇAKÇI
İletişim Yayınları
2012, 2. Baskı İlk Baskı: 2011
166 Sayfa

AFD:
   Sinek Isırıklarının Müellifi benim okuduğum ilk Barış Bıçakçı romanı. İlk olduğu kadar son olmayacağı da kesin olan bir kitap oldu benim için. 

    Bazı kitaplarda kurgu önemlidir; "Nedir?", "Ne olacak?", "Bu kim?", "Tekrar barışacaklar mı?", "Onu affedecek mi?" ya da "Katil kim?" gibi soruların cevaplarını ararız bu kurgularda. Cevapları aradığımız süreçte kitabın bizde bıraktığı his ile kitabı iyi ya da kötü olarak değerlendiririz. 

     Bazı kitaplarda ise kurgudan çok cümleler önemlidir. Ne anlatıldığından ziyade nasıl anlatıldığı önemlidir. Hani kitapta her cümlenin altını çizmek, üzerinde düşünmek isteriz ya, işte bu kategoriye giriyor bence Sinek Isırıklarının Müellifi. 

     Kitabımızın kahramanı; kitap yazmak için mesleğinden (inşaat mühendisi) ayrılmış, yazdığı kitabın yayınevi tarafından incelenmesini ve editör tarafından verilecek cevabı bekleyen ve bu sırada ev işleriyle uğraşıp doktor olan eşi Nazlı'yla toplukonutlarda bulunan 1+1 evlerinde yaşayan Cemil'dir. 

     Cemil karakteri bana, Oğuz Atay'ın Hikmet Benol'ünü, Yusuf Atılgan'ın Aylak Adamı C'yi, Sabahattin Ali'nin Raif Efendisi'ni ve Ahmet Hamdi Tanpınar'ın Hayri İrdal'ını hatırlattı. Bence yıllar sonra bu isimlerle birlikte anılacak bir karakter Cemil. Neden yıllar sonra? Çünkü biz maalesef, bir şeyin değerini onu kaybettikten sonra anlarız.

     Kitap hakkında aslında çok da fazla söylenecek bir söz yok. Yukarıda saydığım karakterleri seven her okurun seveceği bir kitap. Bence çok yeterli bir tanımlama oldu.

      Yazarımız Barış Bıçakçı hakkında ise söylenebilecek çok fazla/az şey var. Okuduğum her kitaptan sonra yazar hakkında araştırma yaparım. Röportajlarına göz gezdirmek, fotoğraflarına bakmak isterim. Bu kitaptan sonra da aynı yola başvurdum fakat Barış Bıçakçı hakkında neredeyse hiçbir şey bulamadım. İlk kitabı 2000 yılında yayınlanmış, bugüne kadar hepsi çok satan 7 kitap yazmış bir yazar hiç mi röportaj vermez? Vermemiş. Peki hiç mi fotoğraf çektirmez? Bir, iki fotoğraf dışında çektirmemiş. İzafi dergisi Barış Bıçakçı hakkında bir dosya hazırlamış ve 2008 Frankfurt Kitap Fuarı kataloğunda bulunan resmini kullanmış. Sonrasında ise bu resim olay olmuş, Barış Bıçakçı'nın sevenleri tarafından dergi "magazin" yapmakla eleştirilmiş. O kadar fazla eleştiri gelmiş ki dergi şu açıklamayı yapmış: http://izafidergisi.wordpress.com/2013/05/20/baris-bicakci-fotografina-dair-aciklama/ 

      Barış Bıçakçı'nın bu gizli kalma tercihi bana, hayatını hakkında araştırma yaparken öğrendiğim Salinger'i anımsattı. Salinger sürekli ilgiden uzak yaşamaya çalışmış, biyografisini izinsiz yazan bir yazar ve anılarını yazan eski sevgilisi ile büyük sorunlar yaşamış. İnşallah Barış Bıçakçı'nın gizli kalma tercihi bu kadar saplantı halinde değil de sadece mütevazi yaşam anlayışını sürdürme isteği halindedir. Yine de keşke bir kaç röportajı olsaydı da yazarı yakından tanıma fırsatımız olsaydı demeden geçemeyeceğim.     

     Son söz olarak kitabımıza dönersek; Cemil için güzelliğin tanımı şu şekilde:
   "Şiir çok güzeldi. içinde hemen eve dönme isteği uyandı. Cemil için güzelliğin şaşmaz ölçütü bu olmuştu: hemen eve dönme isteği uyandıran şey güzeldi.''
      Ben de bu cümleden esinlenerek, iyi kitabın ölçütü: sizden izler bırakan cümlelerden oluşan, yazarın diğer kitaplarını veya daha fazla kitap okuma isteği uyandıran kitaplar iyi kitaptır derim. Sinek Isırıklarının Müellifi gerçekten de iyi kitaptı...

Not: Kitapta adı geçen kitap, film ve müzikler için buraya bakmakta fayda var: http://cellocalankedi.blogspot.com.tr/2013/06/cemilin-okuduklar-dinledikleri.html

Altı Çizilesi:
    Dünyamızda alışılmışın dışındaki her şeyin açıklanması gerekir ve bu hiç de masum bir gereklilik değildir. açıklama yaparsınız, neden gösterirsiniz, makul gerekçeler sunarsınız, sonra bir de bakmışsınız tam da sizden açıklama bekleyenlerin dilini kullanıyorsunuz.

   Askerler babamı almak için geldiklerinde annemin Buırda dergilerinin model paftalarını gizli planlarmış gibi dikkatle incelemişler, ne olduğunu anlamadıkları için de oracıkta paramparça etmişlerdi. Askerler çok az şey biliyorlardı, bilmedikleri şeylerden korkuyor, yok etmek istiyorkardı. Biz askerlerden daha çok şey biliyorduk ve biz de bildiğimiz dünyanın bir an önce yıkılıp gitmesini istiyorduk.

   Siz de bilirsiniz, anlatmaya değer şeyleriniz olduğunu, bir gün bunları anlatacağınızı düşünmek ne güzeldir ve bu düşünce bir kez yer etti mi nasıl da perişan eder insanı! Şu dünyadaki en yüksek mertebe olan okurluk mertebesi size yetmemeye başlar. Dünya olmak istersiniz.

   Edebiyat okurları aslında okudukları her kitapta insanı muayene ve ameliyat eder. Bu yolla edindikleri bilgi, görgü yaşayarak elde edemeyecekleri kadar büyüktür ve insana dair her şeyi anlarlar, sahiden anlarlar.

   Çünkü aşk başta anlam olmak üzere pek çok şeyi karşısına alır, huzuru örneğin, kararlılığı ve dengeyi. kendi kendine sözler söylersin. boşunadır...

   Gidecek misin yoksa kalacak mısın bilmemek gençliğe özgü bir şey değil mi zaten! Ne istediğini yaşlılar bilir.

   Zaten bu dünyada çoğunluğu, herkesin kendisine hayran olduğunu düşünenler ile kimsenin kendisini sevmediğini düşünenler oluşturur, geri kalanlar ise Vüs'at O. Bener okurudur

   Yazmak bir bakıma anlatılmaya değmez olanı anlatmaktır. böylelikle anlamsız olanı anlamlı kılmaya cüret etmektir.

   Uyarsan huzurlu olmaya çalışacağın bir kural arıyorsun sen.

21 Nisan 2014 Pazartesi

Berlin'in Nar Çiçeği - Füruzan

BERLİN'İN NAR ÇİÇEĞİ
FÜRUZAN
Yapı Kredi Yayınları
Ocak 2001, 2. Baskı (Orijinal İlk Basım 1988)
204 Sayfa

MRW:
   Okuduğum ilk Füruzan romanı ve gerçekten hoşuma gitti. O kadar çok yazar, o kadar çok kitap var ki okunacak, ömrüm hepsini okumaya yetecek mi acaba diye düşünüyorum bazen..

  Berlin'in Nar Çiçeği, 2. Dünya Savaşı sırasında Almanya'da yaşayan, kocasını savaşa gönderip iki çocuğuyla geçim derdine düşen, savaşın tüm sıkıntılarını çeken fakat sonra yapayalnız kalan, yalnızlığın ne kadar zor olduğunu anlatan bir yalnızlık öyküsüdür. Hazinem dediği kuşu ile tek başına yaşayan, her Alman gibi ülkelerine çalışmak için gelmiş olan Türklere çok iyi hisler beslemeyen, sevgisizlikten kuruyan, küçülen bu yaşlı kadın, yaşamının son günlerinde sessizce ölümü beklerken ummadığı biçimde sevgiyi yeniden damarlarında hisseder, yüzü güler. 

   Romanımızın kahramanı Frau Elfriede Lemmer'in hüzünlü hayatı okuyanların içini burkacak, hepimizi önünde sonunda bizim de başımıza gelecek olan yaşlılıkla yüzleştirecek, ve kendi anne babamıza karşı ne kadar hayırlı evlat olabildik ya da olabileceğiz sorusunu sorduracak. 

Kitabın Tanıtımından:
    Füruzan, 1988'de ilk kez yayımlandığında altı ay içinde iki kez basılan bu romanında, iki farklı kültürden gelen insanların Almanya'da kesişen, içiçe geçen dünyalarını serimlerken, sevginin, gittikçe daha da kararan çağımızda bile, birleştirici gücünü hala koruduğunu bir kez daha müjdeliyor.

17 Nisan 2014 Perşembe

Fahrenheit 451 - Ray Bradbury

Fahrenheit 451
Orjinal Adı: Fahrenheit 451
RAY BRADBURY
Çevirmen: Zerrin - Korkut Kayalıoğlu
İthaki Yayınları
Şubat 2012, 1. Baskı
Orijinal İlk Basım: 1953
240 Sayfa


AFD:
   Her zaman söylediğim gibi, "Bilim Kurgu" pek tercih ettiğim bir tür değildir. Fakat Fahrenheit 451 aslında Bilim Kurgu değil de "Distopik Kitaplar" sınıfına giriyormuş. Bu kadar zaman uzak durduğum için üzüldüm açıkçası. 

    Distopik Kitaplar nelerdir? Bu sorunun cevabından önce "Distopya ne demek?" sorusunu cevaplamalıyız. Distopya'ya kıs abir tanımla anti-ütopya diyebiliriz. Ütopya, aslında olmayan/olması mümkün gözükmeyen ideal toplum demekse, distopya da aslında olmayan/olması mümkün gözükmeyen baskıcı ve kötü bir rejimle yönetilen toplum demek. Ütopya tanımında kullanılan "olması mümkün olmayan" kavramını kabul edebiliyorum fakat distopyada bulunan aynı kavramı kabul edemiyorum. İş, "eşitlik" kavramına gelince ütopikdir kesinlikle, fakat "baskı ve eşitsizlik" kavramlarına gelince bence olabilirliği artıyor. Bir Kuzey Kore'yi ya da durmadan internet yasakların yaşandığı bir Türkiye'yi düşününce "olması mümkün olmayan" cümlesi gereksiz kalıyor.

    Fahrenheit 451'i Ray Bradbury 1953'te yazmış. Gelecekte, tüm kitapların yasaklandığı bir Amerika'da geçiyor kitabımız. Evet kitap okumak, bulundurmak yasak. Devletin bastığı talimatnameler hariç herhangi bir kitap saklandığını düşündüğünüz bir evi hemen ihbar edebilirsiniz. İhbarınız itfaiyeye ulaştığı gibi itfaiye erleri büyük bir hızla gelip o kitapları yakar. İşte artık siz ve tüm ülke güvendedir!

     İtfaiye erleri artık söndürmüyorlar, sadece yakıyorlar. Ve bu itfaiyeciler, o zamana kadar  tüm itfaiyecilerin yakmakla görevli olduklarını biliyorlar, çünkü onlara öyle öğretilmiş. Çünkü tüm haber alma organları ellerinden alınmış, basılı hiçbir şey yok, televizyonlar ve radyolar hükumetin elinde. Her bilgi insanlara servis edilmeden önce hazırlanıyor. Kitabı yorumluyorum aslında ama kurduğum cümleler ne kadar da tanıdık geliyor bana. Ben sanki böyle bir ülke biliyorum,  yasaklar ülkesi haline getirilmeye çalışılan bir ülke... :(

   Neyse biz yine kitabımıza dönelim, baş karakterimiz itfaiye eri Montag. Montag ülkede bulunan her sıradan vatandaş gibi hiçbir şey sorgulamadan, hiçbir şey merak etmeden yaşamaktadır. Sağlığı, sıhhati yerinde, güzel bir evliliği ve işi vardır. Ne geçmiş ne de gelecek onu kaygılandırmamaktadır. Kendine biçilen hayatı yaşayan ve kitapları yakan bir itfaiye eridir Montag. Montag'ın hayatı yolda karşılaştığı komşusu Clarisse'in sorularıyla değişmeye başlar. Bir şeyler merak etmeye, düşünmeye ve yaktığı kitaplardan kendisine ayırıp sakladıklarını merak edip okumaya başlar.

   Peki Montag kitapları okumaya başladığında ne olacaktır? Hükumetin yasağına karşı gelmenin nasıl bir cezası olacaktır? Kitapları yakmak ile görevli bir itfaiyecinin elinde kitap olması nasıl karşılanacaktır? Yoksa Montag tüm öğrendiklerini kendine mi saklayacaktır? Tabii ki tüm bu soruların cevapları Fahrenheit 451'de. 

    Benim için mutlaka okunmalı diye önereceğim kitaplar arasında Fahrenheit 451. Bundan sonra da sürekli okumak isteyip ertelediğim diğer iki distopik kitabı okuyacağım; George Orwell'ın Bin Dokuz Yüz Seksen Dört'ü ve Aldous Huxley'in Cesur Yeni Dünya'sı

    Kitabın adının neden Fahrenheit 451 olduğunu da söyleyelim. Fahrenheit 451 bir kağıdın tutuşma sıcaklığı olduğundan dolayı kitaba bu isim verilmiş. Kitabın ülkemizde "Değişen Dünyanın İnsanları" adıyla gösterilmiş olan filmini de izlemeyi unutmayalım. En son olarak da İthaki Yayınları'nın bu basımından sonra bastığı 60.yıla özel kitabı seçmenizi öneririm. Çünkü bu basımın çevirisi biraz kötüydü. Yeni basım tekrar gözden geçirilerek basılmış. Keyifli okumalar dilerim.

Diğer Distopik Roman Örnekleri
Biz - Yevgeniy İvanoviç Zamyatin
Bin Dokuz Yüz Seksen Dört - George Orwell
Hayvan Çiftliği - George Orwell
Ben (roman) - Ayn Rand
Cesur Yeni Dünya - Aldous Huxley
Demir Ökçe - Jack London
Açlık Oyunları - Suzanne Collins
Sineklerin Tanrısı - William Golding
Otomatik Portakal - Anthony Burgess
Mülksüzler - Ursula K. Le Guin 
V for Vendetta - Alan Moore ve David Lloyd
Körlük - Jose Saramago
Paul Auster - Son Şeyler Ülkesinde



Altı Çizilesi:
   Mutlu olmak için ihtiyacımız olan her şeye sahibiz ama mutlu değiliz.

 Önceleri kitaplar birkaç kişiye çekici gelmişti, şurada, burada, her yerde. Onlar farklı olmayı göze alabiliyorlardı. Dünyada yer çoktu. Fakat sonra gözler, dirsekler ve ağızlarla doldu taştı dünya. Nüfus iki, üç, dört kat arttı. Filmler, radyolar, dergileri kitaplar bir çeşit puding hazırlama yönergesi düzeyine indi...

   Kitaplarda bir şeyler olmalıydı,hayal edemeyeceğimiz şeyler,kadının yanan bir evde kalmasını sağlayacak bir şeyler....Bir hiç için kalmazsın.

   İhtiyacınız olan kitaplar değil, vaktiyle kitapların içinde olanlar.

   İyi yazarlar genellikle hayatın gerçeklerine dokunurlardı. Bu bakımdan kitaplardan neden bu kadar nefret edildiğini, korkulduğunu anlıyor musunuz? Hayatın gerçek yönlerini veriyorlar.

   İyi yazarlar yaşama sık sık dokunurlar. ortalama yazarlar üstüne hafifçe dokunup geçerler. kötü olanlar ona tecavüz edip, leşini sineklere bırakır. 

   Düğmenin yerini fermuar aldı,insanın gündoğumunda giyinirken düşünecek kadar bile zamanı,bir felsefe saati,dolayısıyla da melankoli saati yok.

   Bugünlerde insanlar kendilerine bir şey olmayacağından çok emin görülüyorlar. Başkaları ölür, onlar Ölmez. Sonuç ve sorumluluk yok. Oysa, her ikisi de var. Neyse bunlardan söz etmeyelim ha? Sonuç kavranıncaya kadar iş işten geçmiş oluyor, öyle değil mi, Montag? 

- Kendini riske atıyorsun.
- Bu da ölmenin iyi yanlarından biri; eğer kaybedecek bir şeyin yoksa istediğin riske girebilirsin.

   Kitaplar bize ne tür eşekler ve aptallar olduğumuzu hatırlatmak içindir. Kitaplar, tören alayı büyük bir gürültü içinde caddede ilerlerken, Sezar'ın kulağına 'Unutma, Sezar, sen de ölümlüsün' diyen pretoryen muhafızlarıdır.


9 Nisan 2014 Çarşamba

Sen Kaç Ben Onları Oyalarım - Bülent Usta

SEN KAÇ! BEN ONLARI OYALARIM
BÜLENT USTA
Trend Yayınevi
Mart 2014, 1. Baskı
278 Sayfa

AFD:
    Sen Kaç! Ben Onları Oyalarım, daha piyasaya çıkmadan yapılan tanıtımlarıyla ilgimi çekmişti. Yazarı ilk defa duyuyordum ve kitabın isminden dolayı değişik bir tarzı olduğunu düşünmüştüm. Aslında yazarımızı ben tanımasam da araştırdığımda Bülent Bey'in Devlet Tiyatrolarınca sahnelenmiş oyunların yazarı olduğunu öğrenmiş oldum. Kitabı bir an önce okumama asıl teşvik eden şey ise teşekkür yazısında Murat Menteş ismini görmem oldu. 

    Sen Kaç! Ben Onları Oyalarım tam Murat Menteş tarzında. Birbirinden ilginç, zeki ve eğlenceli karakterler, hayata dair güzel çıkarımlarla dolu bir kitap. Bazı karakterlerimizin kendi kadar isimleri de ilginç: Suçlunun başını büyümeden ezerek dünyayı kurtardığını düşünen Kahraman Ölmez. Teknolojiyle içli dışlı, zeki hackerımız Ulvi Sayar,  aslında mafya babası olan fakat alelade bir şirket yönetiyormuş gibi davranan ve ismini pırlanta dişinden alan Pırlanta ve şarkılarda yaşayan şarkılarla konuşan kurye, Mert Bilgin, Fuzuli, Baki, Nabi, Nedim, Zot vb. Kahramanlarımız içinde bunlardan daha farklı olanları da var aslında, şarjöre beşinci sırada yerleştirilmiş olan bir kurşun, günümüze kadar ulaşmış olan bir yeniçeri arkebüzü ve hedefe doğru havalanmış bir havan mermisi...

     Kitabımız eşi ve çocuğu mafya tarafından haince öldürülmüş Bay Bahattin'in iç sesiyle başlıyor. Adam ölmek, sadece ölmek istiyor. Ta ki ortaya Sunyata çıkıncaya kadar. Müşterisini kendi seçen bir şirket olan Sunyata,  Bay Bahattin'e bir intikam şansı sunuyor. Sunyata'nın kurucusu Sunya eski bir istihbaratçı, peşinde onun ölümünü isteyen insanlar varken, çok gizli bir şekilde çalışmak zorunda.

       Bay Bahattin'in intikamı alınacak mı? Sunya peşindeki kişilere yakalanmadan hayatını sürdürebilecek mi? Hayatını sürdürebilmesi için gerekli parayı kazandığı şirketi Sunyata müşterilerinin acılarını dindirebilecek mi? Tabii ki cevapların hepsi okumaktan oldukça keyif aldığım Sen Kaç Ben Oyalarım'da...

Sen Kaç Ben Onları Oyalarım için hazırladığım karakter tablosu



     Kitapta not aldığım çok yer oldu, bu da en sevdiklerimden biri;
   "Herkes bir yanılsamanın içinde. Çoğumuz, küçük bir azınlığın şekillendirdiği ve kurallarını koyduğu bir dünyada özgür olduğumuzu sanarak yaşıyoruz.
      Çok azımız bu durumun farkında.
      Ağzını açanlar yok ediliyor. Ağzını kapalı tutanlar ise donuk hayatlar yaşıyor.
      Hepimiz suyun altındayız.
   Aşık olduğumuz anlarda, güldüğümğz ya da bir sanat eserine baktığımız anlarda, suyun üstüne çıkıp ciğerlerimizi hava ile dolduruyoruz.
     Sonra tekrar suyun altına giriyoruz.
     Her an boğuluyoruz ama ölmüyoruz."
    Kendi koymadığımız hedefler için yarışıyoruz. Sınıf arkadaşlarımız, dostlarımız, ailemiz rakibimiz oluyor. Amok gibi koşuyoruz. Sanki dursak öleceğiz. Önümüzdeki havuç bizi paralize ediyor. Bu havuç bazen bir terfi, bazen lüks bir araba, bazen sosyal statü adı altında anlamsız bir ünvan olabiliyor. Ama bu, hayatımızın anlamı haline geliyor.
     En büyük depresyonlarımızı da bu suni havuçlara ulaşamayınca yaşıyoruz. Çocukken tavşan besleyen, her gece köpeğine sarılıp uyuyan, karınca yuvası yapan arkadaşlarımız, büyüdüğünde silah endüstrisinde bomba tasarlıyor. İnsanları ve doğayı yok etmek için mi? Hayır. Sadece çok iyi üniversiteleri bitirip iyi bir mühendis olduğu için o yüksek ücretli işi hak(!) ediyor. Tavşanları da hâlâ seviyor aslında.

Altı Çizilesi:
   Yaşayamayacaklarım yüzünden ölmek istiyorum.
   O sonsuz karanlığa ihtiyacım var...

   İnsanlar duvarları sınırları, belirlemek için yaparlar.
   Kurşunları da öldürmek için.

  İlk başta aleyhine olan tüm deliller, yavaş yavaş geçerliliğini yitirdi. Tacize uğrayan küçük Elif ifadesini değiştirdi. kızı sorgulayan adli tıp üyeleri ise net bir karara varamadılar. Kızın elbisesinden alınan sperm örnekleri bile sehven kayboldu. Oysa o kadar belliydi ki her şey. Mahkeme çıkışında küçük kızı izledim. Tecavüz sanığını alkışlarla karşılayan insanlar onu şaşırtmıştı, kim olsa şaşırır bu manzaraya.
  Bu ülkede tecavüz sanıklarının mahkeme çıkışı karnaval gibi olur.

  Öbür tarafın işlerinin buradan ayarlandığı bir çağdaydık... İnanç simsarlığı da en karlı işti.

  Birilerinin sistemin görmezden geldiği küçük kızları koruması gerek. Elbette kurşunla değil. Gani Efendi'nin ağzından düşürmediği "ahlak"la belki. Belki de çoktan unutulmuş adaletle...

  Sosyal adalet, anlamlı iki kelimenin bir araya gelmesiyle oluşan manasız bir tanımlamadır burada.

  Üniversitede ODTÜ Fizik'i kazandım. Bir üst ya da bir alt tercihime girsem hayatım çok farklı olabilirdi. Ama bu coğrafyada bir matematik sorusu geleceğimizi belirler.

   Kendini sorgulamaların artınca yaşlanmışsın demektir.

   Aslında klasik anne figürüdür annem. Yemek yapan, ev temizleyen ve oğlunun yedikleriyle ilgilenen. Öğrencilik hayatımda ne ders çalışmama karışmıştır, ne de iş olarak neyi seçeceğime. Yemeğimi güzel yediysem mutlu olmuştur hep. Sırf bu nedenle bile çok severim annemi. Beni proje çocuk yapmadı. Psikopat ebeveynler olamadıkları şeyleri çocuklarına yaptırıp tatmin olmak ister. Bale kursundaki kızların annelerinin çoğu şişman ve satranç kursundaki çocukların babalarının çoğunun kafasının arkası düzdür zaten. Minik kelebek olamayan annelerle, sudoku bile çözemeyen babalar. Bu kuduz ebeveynler çocuklarına karışarak, ödevlerini yaparak ve onları çalışmaya zorlayarak hayatlarını karartırlar. Robot yetiştirirler. Hayatla karşılaşmamış robotlar. Hayat hep çalışmadığımız yerden sorar. O nedenle hayatla ne kadar geç yüzleşirseniz o kadar derin yaralar alırsınız. Söz konusu talihsizliklerden hasbelkader işe girenler, çalışırken odalarının kapısının her açılışında karşılarında sıcak çikolata ve kurabiye değil, daha fazla iş ve sorumluluk görüp strese girerler.

3 Nisan 2014 Perşembe

Ölümüne Takip - RC Bridgestock

ÖLÜMÜNE TAKİP
Orjinal Adı: Deadly Focus
RC BRIDGESTOCK
Çevirmen: Celâl Demirel
Trend Yayınevi
Şubat 2014, 1. Baskı
Orijinal İlk Basım: 2011
264 Sayfa

AFD:
    Ölümüne Takip; RC Bridgestock yani Robert Bob Bridgestock ve Carol Bridgestock çiftinin birlikte yazdığı bir kitap. Kitabı ve yazarları ilk defa takip ettiğim kitap sayfalarında duydum, 24 Saat Açık Kitapçının Sırrı ile tanıştığım Trend Yayınevi tarafından basılmış.

     Açıkçası tanıtım yazısından yazan "Dünyada polisiye okurlarının yeni romanını sabırsızlıkla beklediği çift", "sınırlarınızı zorlayacak kadar çözülmez ipuçları", "uykusuz okuyacaksınız" ve "cinayeti Dedektif Dylan'da önce çözemeyeceksiniz" gibi cümlelerden oldukça etkilenerek okumaya başlamıştım. Fakat arka kapak yazısının vadettiği şeyleri kitapta maalesef bulamadım. :( 

    Polisiye kitabı dediğimiz, gerçekten de insanı uykusuz bırakmalı, ileri ki sayfalarda ne olduğunu merak edip bir sayfa, bir sayfa daha derken gözlerimize itaat edemediğimiz ana kadar elimizden düşmemeli. Bu kitapta o hissi yaşayamadım. Bana çok basit bir polisiye olarak geldi. "cinayeti Dedektif Dylan'da önce çözemeyeceksiniz" denmiş ama bence cinayeti Dedektif Dylan çözmedi ki. Şans eseri bulunan bir kanıt ile cinayet çözüldü. Cinayeti işlediği düşünülen diğer kişinin üzerine ise, gerektiği kadar düşülmedi bile. 

    Bir eleştirim de editöre; kitapta insanın okuma zevkini bozacak kadar çok yazım hatası vardı. Bunlara gerçekten de dikkat etmek gerekiyor. 

    Bu kitap aslında bir seriymiş, Dedektif Dylan serisi. Ve bu da serinin ilk kitabı. Benim için serinin diğer kitaplarını okumak oldukça zor gözüküyor. :(


Kitabın Tanıtımından:
   Dedektif Dylan ile tanışmaya hazır olun...

   Dünyada polisiye okurunun her yeni romanını sabırsızlıkla beklediği çift, Bob ve Carol Bridgestock artık Türkçede.

   RC Bridgestock'un, ingiliz polisiye romanlarının tipik özelliklerini kurgusunda ustaca hissettiren Dedektif Jack Dylan serisinin ilk kitabı olan Ölümüne Takip, sınırlarınızı zorlayacak kadar çözülemez ipuçlarıyla soluksuz okuyup bir çırpıda bitirmek isteyeceğiniz sürükleyici bir cinayet romanı.

   Bridgestockların deneyimleriyle zenginleştirdikleri serinin bu ilk romanından başlayarak Dedektif Dylan'ın tüm polisiyelerini, olayın tam da içinde, katilin peşindekiler kadar uykusuz okuyacaksınız.

    Bu seferki bir çocuk! Kayıp bir çocuktan daha önemli ne olabilir ki? Sıradan çocuklar; sıra dışı kayıplar... Okurken kendinizi çaresiz hissedeceksiniz, çünkü cinayeti Dedektif Dylan'dan önce çözemeyeceksiniz.

1 Nisan 2014 Salı

Mart 2014 Çok Satan Kitaplar Listesi

   Kitap satışı yapan 20 farklı sitenin çok satan kitaplar listelerini harmanlayarak oluşturduğumuz Mart ayı listemizin başında Uğur Koşarı'n kitabı Allah De Ötesini Bırak var.


Allah De Ötesini Bırak

Allah her şeyden haberdardır, sanmayın ki size yapılan haksızlığa kayıtsız kalıyor.
O, size bir annenin evladına yaklaştığı merhametten daha fazla merhamet duyandır.
Duanın karşılığını takip etmeden Allah de ötesini bırak.
Kul Rabbini imtihan etmez.
Ona tevekkülle yaklaştığında rahmetini tüm hücrelerinde hissedeceksin.
Karşında o kadar çok maskeli insan var ki onları tanımak için yoruluyorsun.
Şayet dikkat edersen güzel olan bir şey var; o senin hakkını aldıkça, sen onun sevaplarından kazanıyorsun.
O halde kaybettim diye üzülme, biraz daha derin bakarsan, aslında kazandığını fark edeceksin!.. Aşık olcaksın evet ama kalbini Allah aşkıyla yakacaksın...

Dünyanın geçici olduğunu, biteceğini İDRAK edeceksin; sadece sonsuz kudrete bağlanacaksın.
ALLAH'A bağlı yaşayacaksın.
İşte Uğur Koşar bu kitap da sana herkes gibi Allah'ı anlatmıyor O'nu adeta hissettirip yaşatıyor!.. Psikolog Cavidan Ebru Kızıl Yirmi yıldır terapi deneyimlerimde elde ettiğim sonuçlardan biri şudur ki; eksik olan parçaları yitirdiğini düşünen ve bunları arayarak çıkmazlara giren ve bunun da dışarıda olduğunu sanan çok büyük bir çoğunluk çeşitli psikolojik sorunlarla ruh sağlıklarını bozmuştur.

Bu büyük çoğunluğa eserlerinde ve görüşlerinde öze dönüş yolunda katkı sağlayan, aradıklarını bulabilme cesareti ve ışığı olan Uğur Koşar Dostuma ALLAH DE ÖTESİNİ BIRAK ile özlerine dönebilmesi adına ışık olan eserinden dolayı en içten teşekkürlerimi sunuyorum Uzm.
Psikolog Abdullah Topal



1. Allah De Ötesini Bırak - Uğur Koşar - Destek Yayınları
2. Bana Allah Yeter - Uğur Koşar - Destek Yayınları
3. Er Mektubu Görülmüştür - Kırmızı Kedi Yayınları
4. Ustam ve Ben - Elif Şafak - Doğan Kitap
5. Bukre - Kahraman Tazeoğlu - Destek Yayınları
Related Posts Plugin for WordPress, Blogger...