24 Mayıs 2014 Cumartesi

Ekmek Arası - Charles Bukowski

EKMEK ARASI
Orjinal Adı: Ham on Rye
CHARLES BUKOWSKI
Çevirmen: Avi PARDO
Metis Yayınları
9. Basım, Kasım 2013
Orijinal İlk Basım: 1982
224 Sayfa

AFD:
    Ekmek Arası, okuduğum ilk Charles Bukowski romanı. Women Dergisi ayın yazarı olarak Bukowski'yi seçince ben de bu kitabını okumaya karar verdim.  Ekmek Arası aslında otobiyografik bir eser. Bukowski bu kitabında kendi hakkında hatırladığı ilk hatıralardan, liseden yeni mezun haline kadar geçen süreyi anlatmış.


   Bukowski bildiğimiz yazarlara benzemiyor pek, kendi cümlelerinden okuyalım nasıl biri olduğunu;   "Beni tanıyan herkesin size söyleyeceği gibi, makbul biri değilim. Kötü adamı sevdim hep, kanunsuzu, hergeleyi. İyi işleri olan sinek kaydı traşlı, kravatlı tiplerden hoşlanmam. Ümitsiz adamları severim, dişleri kırık, usları kırık, yolları kırık adamları. İlgimi çekerler. Küçük sürpriz ve patlamalarla doludurlar. Adi kadınlardan da hoşlanırım; çorapları sarkmış, makyajları akmış, sarhoş ve küfürbaz kadınlardan. Azizlerden çok sapkınlar ilgilendiriyor beni. Serserilerin yanında rahatımdır, çünkü ben de serseriyim. Kanun sevmem, ahlak sevmem, din sevmem, kural sevmem. Toplumun beni şekillendirmesinden hoşlanmam." Ekmek Arası'yla Bukowski'nin çocukluğuna iniyoruz denilebilir. Neden kötü, umutsuz adamları sevdiğini, neden kanundan, ahlaktan haz almayan bir insan olduğunu bu kitapla, yaşadıklarıyla anlayabiliriz. Yaşayışının doğruluğu ya da yanlışlığı tartışılabilir fakat, böyle bir insanın nasıl bir çocukluk geçirdiğini öğrenmek adına güzel bir kitap Ekmek Arası.

    Bukowski bu kitapta kendine Henry Chianaski ismini seçmiştir. Zengin olmayan fakat kendilerini çevreye zengin göstermeye çalışan sadist bir baba, varlığı ve yokluğu arasında pek bir fark bulunmayan bir anneden oluşan Almanya'dan Amerika'ya göçmüş bir ailede başlar kahramanımız Chinaski'nin serüveni. Çocukluğu, ergenliği, yaşamını etkileyen hastalığı, lise yılları, kavgaları, hataları, iş arayışı, içkisi ve kumarıyla Bukowski'nin yaşam öyküsü Ekmek Arası.

   Ekmek Arası'nı okurken sürekli olarak aklıma dört kitap geldi. Yaşanılan yoksulluk ve acılar, Frank McCourt'un yazdığı Angela'nın Külleri'ni; kahramanımız Chinaski'nin okulla ilgili yaşadığı sorunlar ve hayatta tek başına da kalsa dik duruşu Salinger'in Çavdar Tarlasındaki Çocuklar'ını; ailesi ile olan/olmayan bağı, kavgacı yapısı ve karşı cins hakkındaki görüşleri Anthony Burgess'in Otomatik Portakalı'nı;  keskin zekası, cin fikirleri, bel altı düşünceleri, kimsenin onu yeteri kadar anlaması ve babasının ona tutumu da bana Emrah  Serbes'in Erken Kaybedenler'ini anımsattı.

  Yukarıda saydığım dört kitaptan herhangi birini sevdiyseniz mutlaka Ekmek Arası'nı da seveceksiniz. Oldukça sürükleyici bir üslupla yazılan samimi bir kitap. Son söz; bu kitap için bir yaş ibaresi olmalı, 15+ gibi.

Altı Çizilesi:
   İstedikleri buydu demek: yalanlar. Harikulade yalanlar. Buna ihtiyaçları vardı. İnsanlar ahmaktılar. Kolay olacaktı benim için.

  Sorun seçimlerini hep iki kötü arasında yapmak zorunda kalmandaydı ve seçimin ne olursa olsun bir parçanı daha kesiyorlardı. Kesecek bir şey kalmayana dek. 

   İntihar? Tanrım çaba gerektiriyordu.eş yıl uyumak istiyordum ama izin vermezlerdi.

   İnsanlar adaletsizliği sadece kendi başlarına gelince düşünüyorlar.

   Savaşta ölmek savaşların çıkmasını engellemiyordu.

  Üniversite yaşamı yumuşak ve gerçeklerden uzaktı. Dışarıda, gerçek dünyada seni nelerin beklediğinden söz etmiyorlardı. Beynini teorilerle dolduruyor, kaldırımların ne kadar sert olduğunu söylemiyorlardı. Üniversite tahsili insanı sonsuza dek mahvedebilirdi. Kitaplar yumuşatıyordu insanı. Kitabını bırakıp sokağa çıktığında kitapların sana söz etmedikleri şeyler bilmek zorundaydın.


18 Mayıs 2014 Pazar

Ütopya - Thomas More

ÜTOPYA
Orjinal Adı: Oυτοπία
THOMAS MORE
Çevirmen: Necmiye ULUSOY
Bordo Siyah Yayınları
Eylül 2011
Orijinal İlk Basım: 1516
158 Sayfa

AFD:
     Ütopya... İsmini duymayan ve ne anlama geldiğini bilmeyen yoktur sanırım. (Şu anda bu tezimi çürüten bir arkadaşım yanıma gelmesine rağmen istisnalar kaideyi bozmaz diyerek devam ediyorum) Yunanca bir kelime olmasına rağmen Türkçe'de olduğu gibi hemen hemen tüm dillerde aynı anlamda kullanılmaktadır. TDK Ütopya'yı "Gerçekleştirilmesi imkânsız tasarı veya düşünce" olarak açıklamış. Thomas More ise Yunanca'da yer anlamına gelen "topos" sözcüğün önüne iyi anlamına gelen "eu" ve yok anlamına gelen "ou" takılarını birlikte çağrıştıran bir hece getirmiş, böylece aynı anda "iyi yer" ve "yok yer", yani "olmayan yer" anlamını taşıyan bir tür cinas yaparak Ütopya (ουτοπία) kelimesini oluşturmuş ve ona yüklediği anlam ile tüm dünya dillerinin ortak kelimesi yapmıştır.

    Yıllar yılı anlamını bildiğim, yeri geldi mi kullandığım bir kelime olmasına rağmen bu kelimeyi bu kadar özel kılan kitabın konusunu; kırıntılar halinde oradan buradan duyduğum, okuduğum bilgiler sayesinde az çok bilmekle yetinmiştim. Sonunda hayatımdaki bir eksikliği daha giderdim diyebilirim. Bu okumamla öğrenmiş olduğum bilgilerden biri de Ütopya'ya adını veren eser Thomas More'un olmasına rağmen bilinen ilk ütopik eser Platon'un Devlet'iymiş.

  Ütopya'da More, Felemenk (Hollanda-Belçika) diyarında tanıştığını belirttiği Raphael Hythlodeus'un anılarını, düşüncelerini bize aktarıyor. Ütopya iki kitap(bölüm) olarak yazılmış.
  İlk kitapta; büyük kaşiflerle birlikte yılarca keşif gezilerine katılan Hytlodeus yaşadığı, gördüğü ve düşündükleriyle "İdeal bir insan ve ideal bir devlet yönetimi nasıl olur?" sorularına bazı açılardan cevaplar veriyor.  Kralların halkın refahından çok kendi çıkarlarını nasıl düşündükleri, kralın yanında bulunan danışmanların doğruyu söylemek yerine nasıl yalakalık adına kralın her dediğine evet dediklerini, hırsızlıkları, gelir eşitsizliğini, ceza mekanizmasını, dini duyguların nasıl istismar edildiğini ve benzerleri ile nasıl başa çıkılabileceğini anlatıyor.
  İkinci kitapta More;  Hytlodeus'un Güney yarım kürede bir rastlantı sonucu bulduğu Ütopya adasını, yönetim görevlilerini, toplumsal ilişkilerini, dış ülkelerle ilişkilerini, askeri ve dini düzenini, kölelik ve evlilik geleneklerini bizlere aktararak Ütopya adası üzerinden "İdeal Devlet"in nasıl olması gerektiğini anlatmış.

  Ütopya ile değerli bir düşünürün "İdeal Devlet" tanımına şahit oluyoruz. Ama bu "İdeal Devlet"i kurmak, yönetmek bizde bulunan insani! duygularla imkansız olduğundan da "Ütopik". More kitabın sonunda "Hytlodeus'un söylediklerinin tümüne katılmadığımı itiraf etmeliyim; bununla birlikte Ütopya ülkesinde bulunan pek çok şeyin kendi ülkemizde de bulunmasını çok arzu ettim. Bu da bir gerçek." diyerek, "İdeal Devlet" düzeni olarak kurguladığı Ütopya adasında uygulanan kuralları kendisinin bile tam anlamıyla kabul edemediğini dile getirmiştir. 

   Kitabı tavsiye eder miyim? Kesinlikle herkesin tavsiyeye gereksinim bile duymadan okuması gereken bir eser olduğunu düşünüyorum. Daha önceden bilseydim, orijinal dili Latince'den çevirisi olan Kabalcı Yayınları baskısını tercih ederdim. Eğer elinizde kitap yoksa siz öyle yapın. Ütopya'dan sonra adını sık sık andığımız Platon'un "Devlet"i ve Ütopya'yı okurken instagramda yapılan "Erasmus'un Deliliğe Övgü'sü Thomas More'a ithafen yazılmıştır" yorumu üzerine Deliliğe Övgü en kısa sürede okunacak kitaplar listeme girmiştir. Zira More'un hayatı oldukça ilgi çekici. 

Altı Çizilesi:
   Kelimelerle oynamak meseleyi değiştirmez.

   Mutluluk, insanın tabiatından ödün vererek mi yaşamasıdır?

   Krallar kendilerini barış sanatının faydalarından çok , savaş meselelerine adamışlardır.

   Yaşamak için çalmaktan başka şansı olmayan kişi, cezası ne kadar ağır olursa olsun çalardı. Bu konuda sadece İngiltere'nin değil dünyanın büyük bölümündeki hükümetlerin, hasta ruhlu okul müdürleri gibi davrandıklarını söyledim ve "Öğrencilerini eğitecekleri yerde, cezalandırıyorlar. Hırsızlara bu tür korkunç cezalar verileceğine, onlara geçimlerini sağlayacak iş olanakları sağlansa ve insanlar kelleleri pahasına çalmaya muhtaç edilmese çok daha iyi olur" diye ekledim.

  İnsanları kötü eğitim almaya mahkum ederseniz, bebekliklerinden itibaren ahlaklarının bozulmasına izin verirseniz ve daha sonra da bu eğitim sonucu suça itildiği için onları cezalandırırsanız, bizzat kendinizin hırsız yaptığı insanları cezalandırmaktan başka bir şey yapmamış olursunuz.

   Platon der ki, "filozoflar kral, krallar filozof olursa devlet mutlu olur"

  ...kral bir davada ne kadar haksız olursa olsun, onu haklı çıkarabilecek bir yargıç her zaman bulunabilecektir. Başka yargıçlarla çelişmişmiş, mevcut bütün iddiaların tersini savunmuşmuş, mahkemeyi kendi tarafına çekmişmiş hiç fark etmez. Değişik yollarla, adaletten yana karar verir gibi görünüp kralın lehine kararlar alabilir. Fakat, böyle yapıldığında, yargıçların hepsi farklı fikirde olacağından toplumda bir tartışma alır yürür. O zaman kral, yasaları kendi çıkarlarına göre sonuçlandırıp kestirip atmanın yollarını arar. Karşı çıkan yargıçlar korkutulur ya da makul bir şekilde ikna edilir ve bu şekilde oyuna getirilen yargıçlar kurulda korkusuzca kralın lehine olacak kararlarını açıklamak zorunda kalırlar. Hüküm bir kez kraldan yana verildi mi işi hukuki kılıfına uydurmak kolaydır. Ya adaletin kraldan yana karar vermek durumunda olduğu söylenir, ya  yasalarda bunu ima eden sözler bulunur ya da yasalara zorlama manalar kazandırılır. Kralın otoritesi dışında her şey işe yaramaz hale getirildiğinden, kralın tartışılmaz üstünlüğü, ki bu üstünlük yasalarında üzerindedir, ortaya çıkar.

   Platon, tüm bilgeliğiyle halkların mutlu olmasının tek koşulunun özel mülkiyetin ortadan kaldırılması olduğunu görmüştü. Toplumda bir kez özel mülkiyet oldu mu, insanlar en fazla özel mülkiyeti elde edebilmek için bütün yolları, diğer insanları yoksul bırakmak pahasına denerler ve bu da bir kısım insanın zengin, diğerlerinin de yoksul olmasına sebep olur.

    ...yasalardaki cümleler halkın anlayacağı bir dilde yazılmamışsa bu yasalar halkın bütününün değil, bir kısım insanın yararına yapılmış demektir.

    Boş ve yararsız işlerle uğraşan o asilzade, kuyumcu ya da benzer meslekleri icra eden kişilere cömert davranan, fakat emeklerine gereksinim duyduğu kömürcü, nalbant ya da çiftçiye ilgi göstermeyen hükûmet adaletsiz ve nankör değil midir?

   ...kibirlilik, mutluluğu daha çok başkalarının sefaletiyle ölçer ve küçümseyebileceği yoksullar olmasa tanrıçalık mertebesiyle bile tatmin olmaz. Kibirli insan kendi mutluluğunun, başkalarının talihsizlikleriyle bir aradayken daha da arttığı düşünür; insanlar servetlerini sergileyerek kendilerini daha güçlü hissederler.


16 Mayıs 2014 Cuma

#soma İçin Yardım Zamanı




 Soma'da tam anlamıyla bir katliam yaşandı, gözlerimizde yaş dilimizde dualarla izledik! yaşanan acıyı. Kelimeler yetersiz...

Bir sürü çocuk yetim kaldı. Oğlumu severken gözlerim yaşarıyor. Bu çocuklar artık babalarının sevgisine hasret yaşayacaklar... Bu gözyaşlarını hiçbir zaman dindiremeyiz ama en azından biraz da olsun hayatlarını maddi yönde kolaylaştırabiliriz. Şimdi sıra biz uzaktan izleyenlerde...







Bulabildiğim güvenilir bağış yolları.
Sosyal Yardımlaşma ve Dayanışma Vakfı, Soma Kaymakamlığı, Soma Belediyesi; Soma için yardım hesabı

Türk Kızılayı, Soma Belediyesi;  Soma için yardım hesabı

TOBB'un Soma için yardım hesabı
İYİLİKDER Soma yardım hesabı




Son olarak Thomas More'un kelimelerini okumanızı öneriyorum.
 More #soma da ve Soma gibi birçok yerde yaşananlarla ilgili önemli soruları 1516 yılında sormuş. Hâlâ net bir cevabımızın olmadığı açık.... :(

    Dualarımız Soma'yla...



9 Mayıs 2014 Cuma

Mrs. Dalloway - Virginia Woolf

MRS. DALLOWAY
Orjinal Adı: Mrs. Dalloway
VIRGINIA WOOLF
Çevirmen: İlknur ÖZDEMİR
Kırmızı Kedi Yayınları
Kasım 2013, 4. Baskı
Orijinal İlk Basım: 1925
208 Sayfa


AFD:
   Mrs. Dalloway okuduğum ilk Virginia Woolf kitabı. Daha önce askerlik vazifemi yaparken Woolf'un Deniz Feneri adlı kitabına başlamış fakat Woolf'un anlatım tarzı yüzünden çok fazla sayfa okuyamadan kitabı aldığım hızla kütüphaneye iade etmiş ve daha sonra tekrar Virginia Woolf kitabı okuyacağıma dair kendime söz vermiştim. Her zaman kendim ya da herhangi biri aslında güzel olarak nitelendirilen bir kitabı sevmediğinde o kitap için doğru zamanın gelmediğini düşünür/söylerdim. Kitap Kardeşliği'nde ayın kitabı olarak Mrs. Dalloway seçilince yeniden Virginia Woolf ile buluşmuş oldum. Benim için aslında, Deniz Feneri'ni okumaya çalıştığım o günden bu güne çok fazla bir değişiklik olmamış.   Yine ilk sayfalarda çok sıkıldım, fakat bu sefer kitabı okurken rahatsız edilmeyeceğim zaman dilimleri yakalayabildiğimden ve  kendime verdiğim sözü tutmak istediğimden azmettim ve kitabı bitirmeyi başardım.

    Virginia Woolf'un bu kitapta kullandığı tekniğe "Bilinç Akışı Tekniği" deniliyormuş. Bilinç Akışı Tekniği : kitapta bulunan karakterlerin tüm düşüncelerinin yazıya aktarılmasıdır. Ben bu tekniğin Mrs. Dalloway'de nasıl işlendiğine dair şöyle bir örnek verebilirim: Örnek olayımın özeti şu; Bir caddeden bir adam karşıdan karşıya geçmektedir, Woolf bunu "Adam karşıdan karşıya geçti" demek yerine, Adam (Adamın nereden gelip nereye gittiği, aslında nereye gitmek istediği, adamın düşündükleri, adamı gören birkaç kişinin o anda yaptıkları ve düşündükleri, adamı görmeyen bir çiftin o anda arasında konuştukları ve konuştukları haricinde kendi iç dünyasında düşündükleri, adamın karşıdan karşıya geçerken ona yaklaşmakta olan şoförün evde eşiyle yaptığı tartışma hakkında düşündükleri ve benzerlerini; tireler, iki noktalar, üç noktalar, noktalı virgüller, noktasız virgüller vb'lerini de kullanarak ) karşıdan karşıya geçti. şeklinde anlatmayı tercih ediyor. Bu yüzden de kitabı okumak, anlamak oldukça zorlaşıyor. Kitabın ilk 30 sayfasında yaşanan bu büyük karmaşa diğer sayfalarda azalıyor. Bana göre ilk 30 sayfadan sonra kitap daha bir kolay okunuyor.

   Salinger'ın Çavdar Tarlasında Çocuklar'ı, Oğuz Atay'ın Tutunamayanlar'ı da Bilinç Akışı Tekniği ile yazılmış kitaplar sınıfına giriyormuş. Ben bu iki kitabı okurken Mrs. Dalloway'ın ilk 30 sayfasında zorlandığım kadar zorlanmamıştım. Hatta zorlanmaktan ziyade benim için okuması çok keyifli olan kitaplardı.

   Mrs. Dalloway'i okumadan önce araştırdığımda tüm tanıtım yazılarında özetle; "Akşama bir parti verecek olan Mrs. Dalloway'in bir günü anlatılmıştır"cümlesini okuyup, daha önce yaşadığım Deniz Feneri okuma denememin de etkisiyle,  kitaptan daha fazla korkmaya başlamıştım. Oysa Woolf bu kitabında sadece Mrs. Dalloway'ın bir gününe değil, Mrs Dalloway'le aynı şehirde yaşamaktan başka hiç bir ortak bağı olmayan Septimus ve Rezia'nın, Mrs. Dalloway'in kocası Richard Dalloway'in, eski aşkı Peter Walsh'ın, eski yakın arkadaşı Sally'nin, kızı Elizabeth'in ve kızının öğretmeni Mrs. Kilman gibi bir çok karakterin de hayatına değinmiştir.

   Kitap hakkında iki ufak not daha paylaşayım; Virginia Woolf, Mrs. Dalloway'i 1925 yılında yazmış olmasına rağmen basılmadan önce 3 kez tekrar yazmış ve kitaba "Saatler" ismini vermeyi düşünse de son olarak Mrs. Dalloway'de karar kılmış. Fakat o vazgeçtiği isim yıllar sonra Michael Cunningam tarafından yazılan ve içinde Virginia Woolf'un da hayat hikayesine değinilen bir romana verilmiş. Bu kitabın filmi de çekilmiş ve Virginia Woolf'u Nicole Kidman canlandırmıştır.

   Gelelim "Kitabı tavsiye eder miyim?" kısmına: Virginia Woolf'un sonunda bir kitabını okuduğum için oldukça mutluyum, aslında ilk 30 sayfa dışında kitap akıcı bile sayılabilirdi fakat bir daha Virginia Woolf okur muyum?... Biraz zor gibi. Yani bu kitap son sayfayı çevirdiğimde bende "Mutlaka Woolf'un diğer kitaplarını da okumalıyım" diye bir duygu yaşatmadı. Kitabı okuyacaklara tavsiyem, sürekli tekrarladığım gibi ilk 30 sayfada dişlerini sıkmaları. :)


   Altı Çizilesi kısmında sadece bir paragrafa yer vereceğim. 1920'lerin İngiltere'sindeki düşünce ile günümüz Türkiye'sindeki düşünememenin kıyaslanabilmesi adına çok güzel bir örnek:

    Uygarlığın zaferlerinden biri, diye düşündü Peter Walsh, ambülansın ince, tiz sireni duyulurken, uygarlığın zaferlerinden biri. Hızla hastaneye doğru yol aldı bembeyaz ambülans, zavallının birini gecikmeden, insana yakışır bir şekilde almış olmalıydı; başına bir darbe alan biriydi belki, ya da hastalığın çökerttiği biri, bir-iki dakika önce şu kavşaklardan birinde araba çarpmış biride olabilirdi, herkesin başına gelebileceği gibi. Uygarlıktı bu. Londra'daki bu beceriklilik, örgütlenme ve dayanışma Doğu'dan döndüğünde dikkatini çekmişti. Bütün arabalar kendiliğinden yol veriyordu ambülansa geçmesi için. Belki de marazi bir şeydi bu; içinde zavallı birini taşıyan bu ambülansa gösterilen saygı dokunmuyor muydu insana - telaşla evlerine koşturan adamlar yanlarından ambülans geçerken karılarını akıllarına getiriyorlardı ya da başında bir doktor ve hemşireyle orada uzanmış yatan kişinin pekâlâ kendileri de olabileceğini düşünüyorlardı...

4 Mayıs 2014 Pazar

Erken Kaybedenler - Emrah Serbes

ERKEN KAYBEDENLER
EMRAH SERBES
İletişim Yayınları
2012, 9. Baskı İlk Baskı: 2009
144 Sayfa


AFD:
    Emrah Serbes'le tanışma kitabım oldu Erken Kaybedenler. Bir polisiye yazarı/senaristi olduğunu bilmeme rağmen bu kitabı daha çok ilgimi çektiğinden bununla başlamaya karar verdim.

     Neredeyse, her erkek hayata kaybederek başlamıştır. Bence burada "neredeyse" kelimesi bile fazla ya, ama kimi istisnalar çıkıp da ben kaybederek başlamadım demesin diye "neredeyse"yi kullanmak durumunda kaldım. Neyse, kimi erkeğin kaybı çok daha büyükken (Anne-Baba) kiminin kaybı ise küçük görünse de, kendi yaşına göre oldukça (ilk aşk, ilk reddediliş) büyüktür. Erken Kaybedenler'de de bu kayıpların kahramanlarının hikayeleri işleniyor.

  Hikayeler aslında çok tanıdık içlerinde; aşklar, kayıplar, hüzünler, ayrılıklar, arada kalmışlıklar, reddedilmişlikler, boyundan büyük işlere kalkışmalar ve ince ince değinilmiş siyaset var. Tüm bunlar çok güzel bir dille anlatılmış ve Erken Kaybedenler tekrar tekrar okunabilecek bir kitap olmuş.

     "Kitabı okusam mı acaba?" diye düşünenler için sanırım bu bölüm yeterli bir cevap olacaktır.
"Apartmanın girişindeki lambayı sen mi kırdın Bülent?
"Hangisini?"
"Otomatik yanan, sensorlu lamba."
"Hayır."
"Komşu görmüş, yalan söyleme. Süpürge sapıyla kırmışsın dün gece."

Önüme baktım.
"Neden kırdın?"
Cevap yok.
"Hasta mısın evladım? Söyle bana, neyin var, neden kırdın lambayı, yapma böyle..."
"Kırdımsa kırdım, ne olacak! Çok mu değerliymiş?"
"Lamba senden değerli mi evladım, lambanın a.... koyayım, lamba kim? Yöneticiye de dedim. Lambanızı s.....m, kaç paraysa veririz. Sen değerlisin benim için."
"Beni görünce yanmıyordu baba."
"Nasıl ya?"
"Görmezden geliyordu, yanmıyordu. Kaç sefer yok saydı beni."
"E beni görünce de yanmıyordu bazen, böyle el sallayacaksın havaya doğru, o zaman yanıyor."
"Hadi ya! Sahiden mi?"
"Evet. Ucuzundan takmışlar. Bizimle bir alakası yok."

Babama sarıldım, yıllar sonra.



Altı Çizilesi:
   Kendini kandırmaca, en sevdiğim oyun.

   İhtiyarlığın güzel yanı şu, ağzına geleni söyleyebiliyorsun, insanlar sadece gülüyor.

   Çünkü büyüdükçe arzularım küçüldü, şaşkınlıklarım küçüldü, beklentilerim küçüldü. Büyüdükçe öyle küçüldüm ki içimde taşıyacak bir şey kalmadı. Büyümenin bir bedeli varsa işte bu, yarım metre uzadım, yirmi kilo aldım ve dünyadan vazgeçtim.

   Sonuçta her sevilen kadın güzel bir şarkıdır, bütün sözlerini hatırlayamazsın belki ama melodisi aklında kalır.

   Korhan Ağbi'nin kardeşi olduğu için Aycan'ı sevemiyordum,o sene onun yerine Esra'yı seviyordum. Okulun ilk günü silgi istemiştim Esra'dan. Silgisini ısırıp ikiye bölmüş, yarısını bana vermişti. Ben de ona aşık olmaya karar vermiştim.

   Söylemekten vazgeçtiğim şeyler söylediklerimden daha fazla. Çünkü insanları üzmek istemiyorum.

  Ağbim yirmi yaşında bu vatan için şehit oldu. Siz büyük şehirlerin ışıklı bulvarlarında elinizi kolunuzu sallayarak rahatça yürüyebilin diye o gitti Çukurca’da mayına bastı.

   Polisler grubu çembere alıp ellerindeki biber gazlarını sıkmaya başlayınca herkesin gözleri doldu. Öne çıktım, "Göz yaşartıcı gaz sıkmanıza gerek yok" dedim. "Arkadaşlar zaten yeterince duygusal insanlar."

2 Mayıs 2014 Cuma

Nisan 2014 Çok Satan Kitaplar Listesi

   Kitap satışı yapan 20 farklı sitenin çok satan kitaplar listelerini harmanlayarak oluşturduğumuz Nisan ayı listemizin başında Uğur Koşarı'n kitabı Allah De Ötesini Bırak var.


Allah De Ötesini Bırak

Allah her şeyden haberdardır, sanmayın ki size yapılan haksızlığa kayıtsız kalıyor.
O, size bir annenin evladına yaklaştığı merhametten daha fazla merhamet duyandır.
Duanın karşılığını takip etmeden Allah de ötesini bırak.
Kul Rabbini imtihan etmez.
Ona tevekkülle yaklaştığında rahmetini tüm hücrelerinde hissedeceksin.
Karşında o kadar çok maskeli insan var ki onları tanımak için yoruluyorsun.
Şayet dikkat edersen güzel olan bir şey var; o senin hakkını aldıkça, sen onun sevaplarından kazanıyorsun.
O halde kaybettim diye üzülme, biraz daha derin bakarsan, aslında kazandığını fark edeceksin!.. Aşık olcaksın evet ama kalbini Allah aşkıyla yakacaksın...

Dünyanın geçici olduğunu, biteceğini İDRAK edeceksin; sadece sonsuz kudrete bağlanacaksın.
ALLAH'A bağlı yaşayacaksın.
İşte Uğur Koşar bu kitap da sana herkes gibi Allah'ı anlatmıyor O'nu adeta hissettirip yaşatıyor!.. Psikolog Cavidan Ebru Kızıl Yirmi yıldır terapi deneyimlerimde elde ettiğim sonuçlardan biri şudur ki; eksik olan parçaları yitirdiğini düşünen ve bunları arayarak çıkmazlara giren ve bunun da dışarıda olduğunu sanan çok büyük bir çoğunluk çeşitli psikolojik sorunlarla ruh sağlıklarını bozmuştur.

Bu büyük çoğunluğa eserlerinde ve görüşlerinde öze dönüş yolunda katkı sağlayan, aradıklarını bulabilme cesareti ve ışığı olan Uğur Koşar Dostuma ALLAH DE ÖTESİNİ BIRAK ile özlerine dönebilmesi adına ışık olan eserinden dolayı en içten teşekkürlerimi sunuyorum Uzm.
Psikolog Abdullah Topal



1. Allah De Ötesini Bırak - Uğur Koşar - Destek Yayınları
2. Bana Allah Yeter - Uğur Koşar - Destek Yayınları
3. Rabb'in İçin Sabret - Uğur Koşar - Destek Yayınları
4. Kocan Kadar Konuş - Şebnem Burcuoğlu - Dex Yayınları
5. Kürk Mantolu Madonna - Sabahattin Ali - Yapı Kredi Yayınları
Related Posts Plugin for WordPress, Blogger...