29 Aralık 2013 Pazar

Kürk Mantolu Madonna - Sabahattin Ali

KÜRK MANTOLU MADONNA
SABAHATTİN ALİ
Yapı Kredi Yayınları
Nisan 2011, 45. Baskı
160 Sayfa

AFD:
  Kürk Mantolu Madonna'yı eşim de, ben de henüz blogumuzu açmadan önce okumuştuk. Blogumuz bu güzel kitabın yorumundan yoksunken gönülden bağlı olduğum okuma grubu Kitap Kardeşliği'nin Aralık ayı kitabı seçilmesiyle fırsat bu fırsat diyerek tekrar elime aldım Kürk Mantolu Madonna'yı.

  Hep söylenir ya, "Bir kitap her okuduğunda insana ayrı tat verir." diye, benim için de aynen öyle oldu. İlk okumamda olayların nereye gideceğini bilmeden heyecanla sayfaları çevirmiştim. Bu sefer olayları bildiğimden hiç acele etmedim, her cümleyi tadına vara vara okudum.

 Hazin bir aşkın öyküsüdür  Kürk Mantolu Madonna, her sıradan insanın nasıl tutkulu bir aşk yaşayabileceğinin hikayesidir. Raif ve Maria Puder'in aşkıdır. Kitabımız her gün işten eve gidip gelmekten başka bir özelliği olmayan Raif Efendi'nin hayatını merak eden iş arkadaşının anlatımıyla başlıyor. Raif Efendi ölüm döşeğindeyken bu arkadaşımızdan, masasının kilitli çekmecesinde olan eşyaları getirmesini ister. Bu eşyaların içinde Raif Efendinin içini döktüğü bir defter vardır ki; bu defter asıl hikayemizi başlatır.

  Çok çekingen bir insan olan Raif, meslek öğrenmek adına Almanya'ya gönderilir. Orada bir resim sergisinde gördüğü Kürk Mantolu Madonna tablosuna aşık olur, o kadar fena çarpılır ki: her gün gidip saatlerce tablonun karşısında durur. Nam-ı diğer Kürk Mantolu Madonna: Maria Puder o resime bakarken yanına gelir onunla konuşur, fakat Raif gözlerini tablodan alamadığı için bunun farkına bile varmaz.

Maria Puder'in Kürk Mantolu Madonna ismini almasını sağlayan ve aralarında şaşırtıcı derecede benzerlik olduğu söylenen Andrea Del Sarto'nun Madonna (Meryem Ana) tasviri.
jssgallery.org
   Raif ve Maria bir şekilde tanışır ama Maria'nın artık aşka verecek şansı kalmamıştır. Maria bir dost bir arkadaş olarak Raif'i yanında ister. Raif de her umutsuz aşık gibi sevdiği insanın yanında olmak bile kendine yeteceği için bunu kabul eder. Peki sonra? Maria Raif'e kalbinin kapılarını açacak mıdır? Hepsi Kürk Mantolu Madonna'nın o etkileyici cümleleri arasında.



  Kürk Mantolu Madonna'nın yazım süreci hakkında okuduğum bir bilgiyi paylaşmak isterim. Sabahttin Ali Kürk Mantolu Madonna'yı ilk olarak Hakikat Gazetesi'nde "Büyük Hikaye" başlığı altında yazmış. Yazmaya askerde de devam etmiş. Bir çadırın içinde yazarak her gün gazeteye yetiştirmeye çalışıyormuş. Attan düşüp sağ kol bileğini çatlatınca bile kolunu tenekede ısıtılan suya koyup yazmaya devam etmiş. 
  

Altı Çizilesi:
   Dibinde bir ejderhanın yaşadığı bilinen kuyuya inecek bir kahraman bulmak, muhakkak ki, dibinde ne olduğu hiç bilinmeyen bir kuyuya inmek cesaretini gösterecek bir insan bulmaktan daha kolaydır.

   Muhakkak ki, bütün insanların birer ruhu vardı ama birçoğu bunun farkında değildi.

  İnsanlar arasındaki münasebetleri tanzim eden amiller ne kadar gülünç, ne kadar dıştan, ne kadar boş ve bilhassa asıl insanlıkla ne kadar az alakası olan şeylerdi..

 Etrafını bu kadar iyi tanıyan, karşısındakinin ta içini bu kadar keskin ve açık gören bir insanın heyecanlanmasına ve herhangi bir kimseye kızmasına imkan var mıydı? Böyle bir adam, önünde bütün küçüklüğü ile çırpınan birine karşı taş gibi durmaktan başka ne yapabilirdi? Bütün teessürlerimiz, inkisarlarımız, hiddetlerimiz, karşımıza çıkan hadiselerin anlaşılmadık, beklenmedik taraflarınadır. Her şeye hazır bulunan ve kimden gelebileceğini bilen bir insanı sarsmak mümkün müdür?

  Niçin ilk defa gördüğümüz bir peynirin evsafı hakkında söz söylemekten kaçtığımız halde ilk rast geldiğimiz insan hakkında son kararımızı verip gönül rahatlığıyla öteye geçiveriyoruz?

  Zaman zaman beni saran hüzünlerin, hayat bıkkınlığının bir ruhi hastalık alameti olmasından korkardım. Bir kitabı okurken gecen iki saatin ömrümün birçok senelerinden daha dolu, daha ehemmiyetli olduğunu fark edince insan hayatının ürkütücü hiçliğini düşünür ve yeis içinde kalırdım.

 İçimde boş kalan bir taraf bulunduğunu ve bu boşluğun bana adeta maddi bir eziklik verdiğini hissediyordum. Bir şey noksandı, fakat bu neydi? Evden çıktıktan sonra bir şey unuttuğunu fark ederek duraklayan, fakat unuttuğunun ne olduğunu bir türlü bulamayarak hafızasını ve ceplerini araştıran, nihayet, ümidini kesince, aklı geride, ileri gitmek istemeyen adımlarla yoluna devam eden bir insan gibi üzüntülüydüm

 Hayatımızın, birtakım ehemmiyetsiz teferruatın oyuncağı olduğunu, çünkü asıl hayatın teferruattan ibaret bulunduğunu görüyordum. bizim mantığımızla hayatın mantığı asla birbirine uymuyordu. bir kadın, trenin penceresinden dışarı bakabilir, bu sırada gözüne bir kömür parçası kaçar, o ehemmiyet vermeden bunu ovuşturur ve bu minimini hadise dünyanın en güzel gözlerinden birini kör edebilirdi. Yahut bir kiremit, hafif bir rüzgarla yerinden oynayarak, devrin gıpta ettiği bir kafayı parçalayabilirdi. göz mü mühim kömür parçası mı, kiremit mi mühim kafa mı diye düşünmek nasıl aklımıza gelmiyorsa ve bütün bunları nasıl hiç mütalaa yürütmeden kabule mecbursak, hayatın daha başka türlü birçok cilvelerine de aynı tevekkülle katlanmaya mecburduk.

24 Aralık 2013 Salı

Çanakkale'de Çok Güzel Bir Kitap Kafe

--------Maalesef bu güzel kitabevi kapandı----


  Takip edenler biliyordur. Bizim yaşadığımız şehir Çanakkale. Bugün yaşadığımız şehirden çok sevdiğimiz bir kitabevini sizlere de tanıtmak istedik.

   Çanakkalemize uzun zamandır hizmet eden Gökay Kitap, yenilenen yeriyle artık bir kitabevinden daha fazlası. Çanakkele'nin gerçekten böyle güzel bir mekana ihtiyacı vardı. Bu büyük boşluğu Gökay Kitap ve Kültür Merkezi doldurmuş oldu. Gökay Kitap'ın kitapları direkt etiket fiyatından satmaması, internet fiyatlarına çok yakın fiyatlar sunması da bizi kendisine bir adım daha yaklaştırıyor.

   İçeri girer girmez bizi bu güzel manzara karşılıyor. Bu bölümde çok satan kitaplar sergileniyor.

  Şu merdivenlerin güzelliğine bakar mısınız?


23 Aralık 2013 Pazartesi

DenizBank 3. Kısa Film Fest Yarışması, FastPay'i En İyi Anlatacak Yönetmenleri Bekliyor

DenizBank tarafından 3. kez düzenlenecek olan Deniz Film Fest ile mobil cüzdan fastPay’i en iyi anlatan viral seçilecek. “fastPay’i en iyi sen anlat, büyük ödülü sen kazan!“ konulu yarışmada dereceye girenleri 5.000 ile 15.000 TL arası ödüller bekliyor.

Yenilikçi ürün ve hizmetleriyle farklılaşan DenizBank, sektörde fark yaratan uygulaması fastPay’i en iyi anlatacak yönetmenleri bekliyor. DenizBank tarafından 3. kez düzenlenecek olan Deniz Film Fest ile DenizBank’ın mobil cüzdanı fastPay’i en iyi anlatan kısa film seçilecek. “fastPay’i en iyi sen anlat, büyük ödülü sen kazan!“ konulu yarışmada filmler maksimum 2 dakika sürecek. Yarışmacılar çektikleri filmlerde isterlerse viral, isterlerse gerçekten hayattan örnekler, isterlerse de sokak röportajları şeklinde bir film yapabilecek ve çekim için her türlü cihazı kullanabilecekler.


DenizBank 3. Kısa Film Fest Yarışması
Başvuru yöntemi

Katılımcılar çektikleri videoları, video paylaşım sitesi Youtube’a yükleyecek ve linklerini DenizBank Facebook sayfasında bulunan 3. Deniz Film Fest uygulamasına girerek 20 Ocak – 28 Şubat 2014 tarihleri arasında başvurularını yapabilecekler. İzleyiciler, 1 - 13 Mart 2014 tarihleri arasında, uygulamada bulunan ve beğendikleri filmleri “like” ederek oylayacak. En fazla “like” alan 30 film, 17 – 28 Mart 2014 tarihleri arasında jüri tarafından değerlendirilecek. Jüri Belgesel Sinemacılar Birliği Başkanı ve Belgesel Yönetmeni Hasan Özgen, Görüntü Yönetmeni Uğur İçbak ve Yönetmen Taner Elhan’dan oluşuyor. İlk 3’e girecek filmler için DenizBank tarafından sırasıyla 15.000, 10.000 ve 5.000 TL ödül verilecek. Ödül töreni ise 8 Nisan 2014’te düzenlenecek.

Dijital bankacılıkta ezber bozan uygulama: fastPay

DenizBank’ın fastPay uygulaması özellikle gençlerin birbirlerine hızlı para transfer etmeleri, üye işyerlerinde, ellerini cebine atmadan sadece telefonlarından ödeme yapabildikleri inovatif bir mobil cüzdan uygulaması. Uygulama sayesinde DenizBank müşterisi olsun olmasın herkes cepten cebe 7/24 ücretsiz para gönderebiliyor. Kullanıcılar DenizBank Mevduat Hesabı’nı veya kredi kartını fastPay cüzdanına bağlayabiliyor, fastPay işyerlerinde alışveriş olanağına sahip oluyor. Alışverişlerde ödeme yaparken NFC, QR Kod gibi hiçbir ekstra teknolojiye ihtiyaç duyulmaması ise fastPay’in rakiplerinden ayrıldığı en önemli fark olarak dikkat çekiyor.

Ayrıca fastPay ile istenilen DenizBank ATM’sinden kartsız para çekilebiliyor. Uygulama AppStore, WindowsPhone Store ve Google play’den ücretsiz olarak indirilebiliyor.

Bilgi için:
Bersay İletişim Danışmanlığı / 0212 337 51 00
Rasim Yılmaz  /  Tel: 0212 337 51 49 / GSM: 0554 289 49 01 /  rasim.yilmaz@bersay.com.tr
Gül Mumcu Mutlay  /  Tel: 0212 337 51 79 / GSM: 0532 251 83 30 /  gulm@bersay.com.tr


Bir boomads advertorial içeriğidir.

22 Aralık 2013 Pazar

13. Çekilişimiz Sonuçlandı



13. Çekilişimiz 21.12.2013 23:59 itibariyle bitmiştir. 

Çekilişimizin talihlileri

1. Zülem GÜN


2. Ece DERECİ
 


3. Behiç GENÇOĞLU

    Çekilişimizin talihlileri ile mail adresleri aracılığıyla iletişime geçeceğiz. Eğer 24 Aralık'a kadar herhangi bir cevap alamazsak yeni talihliler belirlenecektir.

   Bir sonraki çekilişimizde görüşmek üzere.



21 Aralık 2013 Cumartesi

Kitap Kardeşliği Ocak Ayında Nar Ağacı Okuyor

AFD:

   Blogumuzda sık sık bahsettiğimiz Kitap Kardeşliği Ocak ayında Nazan Bekiroğlu'nun kitabı olan Nar Ağacı'nı okuyor. Eşim okumuş ve beğenmişti. Sıra bende. Kitap Kardeşliği okuma grubuyla okumak ayrı bir zevk, Nazan Bekiroğlu'nun ilk defa bir kitabını okuyacak olmak ise ayrı bir heyecan benim için.

   Siz de bu okumaya katılabilirsiniz. Aşağıda bulunan sosyal medya kanallarından herhangi biriyle Nar Ağacı okumasına katılacağınızı bildirmeniz yeterli.

Instagram: www.instagram.com/kitapkardesligi
Facebook: www.goo.gl/7f6iJ

14 Aralık 2013 Cumartesi

Küçük Prens - Antoine De Saint-Exupery

KÜÇÜK PRENS
Orjinal Adı: Le Petit Prince
ANTOINE DE SAINT-EXUPERY
Çevirmen: Sumru AĞIRYÜRÜYEN
Mavi Bulut Yayıncılık
Kasım 2011, 20. Baskı
96 Sayfa

AFD:
   Küçük Prens, yıllar önce okuduğum ve çok beğendiğim bir kitaptı. Kitap Kardeşliği'nde Aralık ayı kitaplarından biri olarak seçilince, bir daha okumak istedim. İyi ki okumuşum. Ne çok şeyi unutmuşum öyle. Ah bu büyükleri anlamak zor, her şeyi unutuyorlar. :)

  Küçük Prens bir pilot olan Antoine de Saint-Exupêry'nin en ünlü kitabı. Yazar II. Dünya Savaşı esnasında dünyaya bir umut mesajı vermek istemiş ve bunu bir çocuğun gözüyle yapmaya karar vermiş.  Küçük Prens'in başlangıç noktası ise kendi yaşadığı uçak kazasıdır. Kitapta da olduğu gibi uçağı arızalanınca Tunus'ta bir çöle zorunlu bir iniş yapmış ve çölde kaybolmuş. Dört gün sonra bir bedevi tarafından çölde bulunmuş. 

  Antoine de Saint-Exupêry yaşadığı zorlu günlerden sonra uçmaya yine de devam etmiş. Ta ki, 1944 yılında bir keşif uçuşunda kaybolana dek. Uçağı ve cesedi uzun süre bulunamamış. 1998 yılında bir balıkçı bilekliğini, 2004 yılında ise bilekliğin bulunduğu yerde yapılan araştırmalar sonucunda kullandığı uçağın enkazı bulunmuş.
Antoine de Saint-Exupêry'nin bilekliği

   Belki de; Antoine de Saint-Exupêry o çölde kaybolduğunda Küçük Prens'le gerçekten tanışmıştı ve savaş dolu dünyadan kaçarak Küçük Prens'in minik ama barışçıl gezegenine varmak aracılığıyla uçağını kullandı. Ve  Neden olmasın? Küçük Prens gezegenler arasındaki yolculuğunda kuşları kullanmamış mıydı? Ben buna inanmak istiyorum, yıllar sonra tekrar okuduğum Küçük Prens'in bana  aşıladığı o saf ve umut dolu bakış açısından dolayı. O zaman bilekliği ve uçağının parçaları nasıl mı bulundu ? Ah siz büyükler, hiçbir şeyi kendi başınıza anlayamıyorsunuz...

   Bir zamanlar Küçük Prens'de ülkemizdeki sansür yasağından payını almış. Atatürk'e diktatör iması yapıldığı için yasaklanmış. Her şeyden bu kadar korkmamak lazım  aslında. Çocuğunuza bu kitabı okuduktan sonra gerçek düşüncenizi anlatabilir ve Atatürk'ü tanıtabilirsiniz. Sansür zihniyeti yüzünden bu güzel kitaptan çocuklarımız mahrum kalmamalı. :(

  Bizim sansürlerle yorduğumuz Küçük Prens ülkesinde o kadar seviliyormuş ki, Fransa'nın Euro'dan önceki para birimi olan Frank'larda, posta pullarında Küçük Prens ve Antoine de Saint-Exupêry resimleri varmış. Hatta Lyon yakınlarında bir havaalanına Antoine de Saint-Exupêry'nin ismi verilmiş. 


   Küçük Prens'in yazılışından bugüne dek 70 yıllık macerasını anlatan, hatta yayınlanmamış bir bölümünü de içeren, yine Mavibulut Yayınları imzası taşıyan Küçük Prens'in Güzel Hikayesi de raflarda yerini almış. Küçük Prens severler olarak okumakta fayda var diye düşünüyorum. 

    Yazımı Küçük Prens'in o mükemmel ithaf yazısıyla bitirmek istiyorum.


Léon Werth’e

   Bu kitabı bir büyüğe adadığım için çocuklardan özür diliyorum. Ama, önemli bir mazeretim var: Bu adam, benim dünyada sahip olduğum en iyi dost. Bir mazeretim daha var: Bu adam her şeyi anlayabiliyor, çocuklar için yazılmış kitapları bile. Üçüncü mazeretim ise şu: Bu adam şimdi Fransa’da, aç bilaç ve soğukta. Ona çektiklerini unutturacak bir şeylere öyle ihtiyacı var ki… Yine de, tüm bu mazeretleri yeterli bulmadıysanız, ben de bu kitabı, bu adamın bir zamanlarki çocukluğuna adarım.
   Bütün büyükler bir zamanlar çocuktular. (Pek azı bunu hatırlayabilse de.) O halde, ithafımı şöyle düzeltiyorum:

Küçük bir çocuk olduğu günlerdeki Léon Werth’e…

Altı Çizilesi:
   Büyükler hiçbir şeyi asla kendi başlarına anlayamıyorlar; onlara her şeyi açıklayıp durmaksa, çocuklar için gerçekten yorucu...

  Büyüklere, "Kırmızı tuğlalı bir ev gördüm. Pencerelerinde sardunyalar, çatısında güvercinler vardı..." derseniz eğer, bu evi bir türlü gözlerinin önüne getiremezler. Onlara denilmesi gereken şudur: "Milyonluk bir ev gördüm. İşte o zaman, "Ah ne kadar güzel!" derler size.

   En zoru budur. Kişinin kendi kendini yargılaması, başkalarını yargılamasından çok daha güçtür. Kendi kendini yargılamayı becerebiliyorsan, hakikaten bilge bir kişisin demektir.

  Kendini beğenmiş kişiler, övgüden başka bir şeye kulak vermezler. 

  Ama gözler gerçeği göremez ki. Yüreğiyle aramalı insan.

  İnsanların hiçbir şey öğrenecek vakitleri yok artık. Her şeyi satıcılardan hazır alıyorlar. Ama dost satan bir satıcı olmadığından, insanların dostları da yok artık.

12 Aralık 2013 Perşembe

13. Kitap Çekilişimiz



   2 yıl önce bugün Beyaz Kitaplık ilk yazısını yayınlamış. Blogumuz ve Yeni Kitaplarımız demişiz ve başlamışız anlatmaya. 2 yılda çok kitap tanıttık, çok arkadaş edindik, arkadaştan öte çok güzel dostlar da edindik. İyi ki normalde gerçek hayatımızda eşe dosta yaptığımız kitap tavsiyelerini internet dünyasına taşımışız diye düşünüyoruz.

  Artık 3 yaşımızdan gün aldığımız için 3 kişiye de hediyemiz olsun dedik.
Hediyelerimiz:
Tarihi Değiştiren Günler - Ali Çimen
Çocuktuk Hepimiz - Petra Hammesfahr 
Soru Satan Adam - Arkın Çalapala

  Çekilişimizi yine Rafflecopter aracılığıyla yapıyoruz. Yardım isteyen arkadaşlar yorum olarak takıldığı yerleri yazabilirler, elimizden geldiğince yardımcı olmaya çalışırız.

Son Gün: 22 Aralık

8 Aralık 2013 Pazar

Ahrar - Rafet Elçi

AHRAR
RAFET ELÇİ
Litera Yayıncılık
2013, 1. Baskı
640 Sayfa
AFD:
   Ahrar, diğer ismiyle Mecburlar Yolu. Ahrar içinde tarihi ve tasavvufu barındıran bir roman. Kitap iki bölüme ayrılıyor. Kitabın ilk bölümünde Ahrar'ı, Ubeydullah Ahrar'ı daha iyi tanımak adına yaşadığı dönemi, o dönemin büyüklerini ve alimlerini, ikinci bölümünde ise; Nasreddin'in, Ubeydullah Ahrar'a varma yolunda yaşadıkları anlatılmış diyebiliriz. 

   Bugüne kadar ne zaman içinde Türk tarihi barındıran bir roman okumak istersem, ya Selçuklular ya da Osmanlı İmparatorluğu'nu konu alan romanlara tesadüf etmişimdir. Genelde savaşları biz kazanmışızdır, ya da kaybettiğimiz savaşlarda alçak düşman bize kaç katı askerle saldırmıştır. Düşman hakkında pek bir şey bilmeyiz. Mesela Timur, aksak Timur; Anadolu'nun birliğini tehdit ettiğinden yok edilmesi gereken kişidir, bu kadar. Fakat Ahrar'da durum bu bakış açısından anlatılmamış. Anadolu'da birliği sağlayan, Haçlılar'a karşı Niğbolu'da zafer kazanan Yıldırım Beyazid'in yenilmez ordusu 70 bin askerle Timur'un 170 bin kişilik ordusunun karşısına çıkar. Savaşın soncu tarih kitaplarından öğrendiğimizle aynıdır fakat savaş sırasında yaşanmış olanlar ve savaştan sonra iki sultanın yaşadıkları bu sefer Timur'un gözünden anlatılmıştır.

  Savaşın ortaya çıkış şekli, savaşta yaşananlar ve savaşın sonrası çok güzel kaleme alınmış. Sadece bu ilk bölüm için bile Ahrar okunabilir. İkinci bölüm ise kitaba ismini veren Ahrar'ın hikayesi.

   Timur'da her insan gibi ölümü tadınca, varisleri arasında taht kavgaları başlar. Taht kavgaları sürerken bir isim vardır ki, kendini ilme adamıştır. Her şeyi bilmek, öğrenmek ister. Bilgi'ye açtır, zamanın tüm alimlerini yanına getirtir ve açlığını gidermek adına sürekli öğrenir.  Bilgi artsın, daha fazla keşif olsun diye medreseler, rasathaneler kurar. Belki de dünyadaki en bilgili insan ve bilim için kendini adamış bir sultan olarak kendini görürken bir isim ona aslında tüm bilgiye sahip olamadığını, bildiklerinin yanlış olabileceğini gösterme cür'etinde bulunur. O isim ileride Ubeydullah Ahrar olacak gençtir.

  Hani dedim ya ne zaman tarih okusam bu Selçuklu ya da Osmanlı tarihi olmuştur diye, ne zaman tasavvuf okusam da bu Mevlana hazretleri olmuştur. Mevlana hazretleri hakkında o kadar kitap yazılmış, o kadar söz söylenmiştir ki, sanki tasavvuf, Mevlana; Mevlana'da tasavvuftur. Tabii bu benim cahilliğimden de kaynaklı olabilir. Yavaş yavaş öğreniyoruz, öğrenmek bitmez. Rafet Elçi de Ahrar kitabıyla tasavvuf dünyasında yeni bir ışık oluyor ve bize büyük tasavvuf alimi Ubeydullah Ahrar hazretlerini anlatıyor. 

    Ahrar'da sadece savaş ve tasavvuf yok, aşk da var. Halil Sultan'ın, Uluğ Bey'in aşkı ve aşk için yaptıkları da çok güzel anlatılmış.

   Kitabı ilk elime aldığımda açıkçası hiç tanımadığım bir yazar olduğundan gözüm korkmuştu. Fakat yazarın "Şair" isimli kitabına yapılan yorumları okuduktan sonra "Bismillah" diyerek başladım. İlk sayfalardan itibaren kitap beni sardı ve nasıl bittiğini anlamadım. Tarih ve tasavvuf sevenlere ve bu konularda farklı bakış açısı kazanmak, yeni bilgiler öğrenmek isteyenlere kesinlikle tavsiye ederim. 
  

Son olarak yazarımız Rafet Elçi'nin TRT Türk'te Ahrar hakkında yaptığı söyleşiyi de izlemenizi tavsiye ederim.  O kadar içten ve mütevazı bir şekilde konuşuyor ki Rafet Elçi, söyleşiyi izlerken bile insanın kitabı tekrar okuyası geliyor. 

Altı Çizilesi:
  İki ordu karşı karşıya gelince, ölüm de durup düşünür. "Hızlı olmak gerekir" der, "Yoksa iş uzun sürer." Yarası ağır olanların kahramanlaştıkları, sadece kulağını ya da memesinin ucunu kaybedenlerinse kadınlar gibi çığlıklar atıp kaçmaya çalıştıkları görünür. Fakat dosttan ve düşmandan adım atacak bir yer bile yoktur. Üzerine kılıçlar yağmakta, mızrak uçları etrafından geçip durmaktadır. Bu arada, kalkanını, bir o yana bir bu yana çevirip bunlara engel olmaya çalışır. Bu arada çaresiz gözlerle kaçacak bir yer aramaktadır. Fakat savaşın sisleri ve uğultuların bulutları arasında, kılıcını iyi savuran, mızrağını güçlü vuranları görür. Birilerinin de kendisini görebileceğini düşünerek kılıcını hatırlamaya başlar. Bir saniye sonra kafası omuzları üzerinde değildir...

   "Neden?" sorusu bir asker için değildir. Asker, sofra bezinin üzerindeki zeytin yığını içindeki bir tanedir. İki komutan, aynı tabağa, sırasıyla el uzatıp siyah ve yeşil zeytinleri yiyip tükürmeye başlar. Burada önemli olan hangi renk zeytin olduğun değil tabağın neresinde olduğundur. En tepedeysen, bu katliamın sonunda kimin kazanacağının senin için bir önemi yoktur.  Sen hemen bir zeytin çekirdeğine dönüştürülür ve tükürülürsün. 
   Fakat bir insanı, yani seven, sevilen, tefekkür eden, acıları ve umutları olan bir insanı ölüm gibi bir bilinmezlik karşısında böylesine bir teslimiyete yiten şey nedir? Nedir yeşil ve siyah zeytinleri aynı tabağın içerisinde, aynı inanmışlıkla, aynı teslimiyet içerisinde tutan şey? Bu erkeklerin, arkalarından ağlayan kadınlara açıklamaya çalıştıkları şeydir. Yani mesuliyet.

   Sanatın tadına ancak sabredenler varır.

   "Bir insan vicdanını susturmak için türlü bahaneler bulur." 
   "Susturmak için değil efendim bastırmak için. Çünkü vicdan susturulamaz."

   "Nefs ile yapılan savaşta ancak ölenler zafere ulaşır."

   "Ölmeden önce ölünüz."

   Esasen bir erkek, bir kadından yeteri kadar nefret edemez, bir kadından en çok nefret edebilecek olan canlı, bir başka kadındır.

   ...Okuduklarını idrak edebilecek seviyeye on yaşındayken gelmiş bir çocuk, 70 yaşına kadar her gün bir kitap bitirse 21.900 eder. Yunanlıların yazdıklarına, Hinduları, onlara Farisileri, onlara Çinlileri ekle... Belki de dünya üzerinde bir yerlerde okunmayı bekleyen yüz binlerce kitap vardır. Bu kadar kitabı kim okuyacak? Okunanların değerli, okunmayanların değersiz olduğuna kim karar verecek?

4 Aralık 2013 Çarşamba

Ankara Sahaf Alışverişi



    Geçen hafta 5 günlüğüne beklenmedik bir Ankara seyahatimiz oldu. Hazır Ankara'ya gitmişken de kitaplığımıza hediyeler almadan dönmek olmaz dedik. Ankara'yı pek bilmediğimizden, Instagram'dan Ankarada bulunan sahaflar için yardım istedik. Sağolsun @kitapcikedisi, @morkitaplik, @kitapgibisessiz, @maviucurum, @ilhamperisinikovalayankız, @glbnkrdg,  @aydgds 'nin yardımları ve Sege'nin blogundaki Ankara'daki Sahaflar yazısıyla bize yakın olan sahafları elimizle koymuş gibi bulduk. 


Gelelim aldıklarımıza;
1. Adilhan Pasajı (Zafer Çarşısı'nın hemen yanı)
Daha önceki kısa Ankara ziyaretlerimin birinde de Adilhan'a uğramıştım, arkadaşların da dediği gibi "Adilhan candır" ama en üst kattaki "Sahra Sahaf da ayrı bir candır". İstanbul sahafları gezimizde öğrendiğimiz üst katlar daha ucuzdur prensibini takip ederek minnağın arabasını da kucaklayarak 4 kat çıktık. Tabii ki çıktığımıza değdi.

   Fotoğrafta bulunan tüm kitaplar Sahra Sahaf&Kitabevi'nden, minnak ise özel üretim :) Çoğu sahafta olan 3 kitap 10 TL bölümü burada da bulunuyordu ama diğer sahaflara göre bu bölümde çok daha güzel kitaplar vardı.
  • Mavi Saçlı Kız - Burçak Çerezcioğlu (3 kitap 10 TL bölümünden)
  • Berlin'in Nar Çiçeği - Füruzan (3 kitap 10 TL bölümünden)
  • Kuşatma - Füruzan (3 kitap 10 TL bölümünden)
  • Semaver - Sait Faik Abasıyanık (3 kitap 10 TL bölümünden)
  • Tazminat Kralı - John Grisham (3 kitap 10 TL bölümünden)
  • Sokak Avukatı - John Grisham (3 kitap 10 TL bölümünden)
  • Alaçatılı - Mehmet Culum (3 kitap 10 TL bölümünden) (Stylopunk beğendiğini söylemişti, rafta görünce çok sevindim)
  • Gülden Kale Düştü - Ahmet Karcılılar (3 kitap 10 TL bölümünden)
  • Allah'ın Askerleri - Yaşar Kemal (3 kitap 10 TL bölümünden)
  • Aganta Burina Burinata - Halikarnas Balıkçısı (3 kitap 10 TL bölümünden)
  • Zıkkımın Kökü - Muzaffer İzgü (3 kitap 10 TL bölümünden)
  • Kemik - Albertine Sarrazin (3 kitap 10 TL bölümünden)
  • Çivisi Çıkmış Dünya - Amin Maalouf (5 TL)
  • Porsuk Ağacı Cinayeti - Agatha Christie (5 TL)
  • Notre Dame'ın Kamburu - Victor Hugo (5 TL)
  • Ateşten Gömlek - Halide Edip Adıvar (5 TL)
  • İngilizce Steinbeck kitapları ise 1'er TL
Tabi toplu alışveriş yaptığımız için bu fiyatların üzerine de biraz daha indirim yaptırma şansımız oldu.

2 Aralık 2013 Pazartesi

Üç Anadolu Efsanesi - Yaşar Kemal

ÜÇ ANADOLU EFSANESİ
YAŞAR KEMAL
Cem Yayınevi
1970, 3. Baskı
286 Sayfa

AFD:
    Yazar Ayları'nda Kasım ayı yazarı Yaşar Kemal seçildi. Ben de Yaşar Kemal'in ne zamandır elimde olan ama okumaya fırsat bulamadığım Üç Anadolu Efsanesi'ni okuyarak katıldım.

    Kitapta kulak aşinalığımız olan Köroğlu, Karacaoğlan ve Alageyik efsaneleri anlatılmış. Evet bu efsanelerin isimlerini çokça duymuştum, Köroğlu ve Karacaoğlan'ı ise bayağı bildiğimi zannederdim ama iş böyle değilmiş. Aslında bu efsaneler hakkında pek de fazla bir şey bilmiyormuşum. Yaşar Kemal halk ağzıyla efsaneleri o kadar güzel anlatmış ki; eski Türk gelenekleri, unutulmaya yüz tutmuş deyimler, atasözleri... Okurken çok keyif aldığım kitabın ilk cümlelerini sizinle paylaşmak isterim.

   "Hey kardeşler, hey dostlar, yolda belde, tavlada tarlada, kırda ovada durup da bizi dinleyenler, okuyanlar, dünyanın kaç bucak olduğunu soranlar, bilenler, hey yedi iklim dört bucağı gezenler, size bir destanımız var. İnsanoğlu şu dünyada neyi arar, arasa arasa dostluğu, kardeşliği arar, sözü çok uzatmak neye yarar..."

   Kitapta bahsedilen efsanelerden ikisinin filmi de çekilmiş. Birisi Süreyya Duru'nun yönetiği, Cüneyt Arkın ve Mine Mutlu'nun oynadığı 1969 yapımı Alageyik diğeri ise Atıf Yılmaz'ın yönettiği, Nuri Altinok ve Tijen Par'ın oynadığı 1959 yapımı Karacoğlan'ın Kara Sevdası. İkisini de mutlaka izlemeyi planlıyorum.

Alageyik filminden bir kesit ve Alageyik türküsü


Kitabın Tanıtımından:
   "Kilometrelerce yürüyüp, dağ bayır koşup ne kurtarırsa kardır kuralınca, öne ağıtları, sonra da türküleri, koşmaları, destanları, Çukurovanın tüm uyaklı uyaksız söz çeşitlerini, tekerlemelerini, küfürlerini avlıyordu. Folklor derlemesi filan değildi, bu iş hayat memat işiydi, özbeöz malını kurtarıyordu Çukurovanın, sorumlusuydu kurda kuşa karşı, şaka değil."
-Abidin Dino, Milliyet Sanat-

   "Yaşar Kemal, Anadolu aşık-hikayelerinin geleneğine göbek bağıyla bağlanmış bir yazar. Onu ta çocukluğundan başlayarak Anadolu sözlü geleneğinin destansı türleri büyülemiş."
-Pertev Naili Boratav

1 Aralık 2013 Pazar

Kasım 2013 Çok Satan Kitaplar

  
   Kitap satışı yapan 20 farklı sitenin çok satan kitaplar listelerini harmanlayarak oluşturduğumuz Kasım ayı listemizin başında Ahmet Ümit'in son kitabı Beyoğlu'nun En Güzel Abisi var.



Beyoğlu'nun En Güzel Abisi
   Yılbaşı gecesi işlenen bir cinayet... Tarlabaşı'nın arka sokaklarında bulunan bir erkek cesedi. Öldürülmüş erkeklerin en yakışıklısı, belki de en kötüsü. Karanlık sırların ortaya çıkardığı utanç verici bir gerçek. Gururlarının kurbanı olmuş erkekler, onların hayatlarını yaşamak zorunda olan kadınlar. Bu cinayetler yatağında, bu kötülükler bahçesinde, bu insan eti satılan can pazarında masumiyetini korumaya çalışan bir adam. Bir zamanlar İstanbul'un en gözde yeri olan Beyoğlu'nun hazin hikâyesi. 

   Karanlık... Soğuk havayla iyice ağırlaşan bir karanlık. Uzaklardan şarkılar geliyor kulağına, neşeli kadın çığlıkları, ayarını yitirmiş sarhoş naraları, biri küfrediyor belki ana avrat, belki ağlıyor biri hıçkıra hıçkıra, belki biri sessizce ölüyor bu gürültünün, bu hengâmenin ortasında. Umurunda değil. Hepsinden sıyrılmış, sadece öfke... 

   Nereye gittiğini bilmeden yürüyor, nefret tarafından kuşatılmış olarak. Kıskançlık denen o canavar, çelikten pençesine almış yüreğini, habire sıkıyor. "Kadınlar," diyor bir ses zihninin derinliklerinden... "Kadınlar, onlarla oynayamazsın... Oynadığını zannedersin ama bir de bakmışsın, asıl oyuncak sen olmuşsun." Hayatına giren kadınların yüzleri beliriyor sokağın zemininde. Birer birer düşüyor görüntüleri ayaklarının dibine. Hepsinin boynu bükük, hepsinin gözlerinde keder. Hepsi üzgün... Aldırmıyor, bir su birikintisiymiş gibi basıp geçiyor üzerlerinden ama yeniden düşüyor görüntüler zemine. "Kadınlar," diyor o ses yine, "Kadınlardan asla kurtulamazsın, hayaletleri hayatın boyunca seni takip eder."


1. Beyoğlu'nun En Güzel Abisi - Ahmet Ümit - Everest Yayınları
2. Bukre - Kahraman Tazeoğlu - Destek Yayınları
3. Beraber Yürüdük Biz Bu Yıllarda - Yılmaz Özdil - Doğan Kitap
4. Sabah Uykum - Ahmet Batman - Destek Yayınları
5. Ve Dağlar Yankılandı - Khaled Hosseini - Everest Yayınları

23 Kasım 2013 Cumartesi

Beyoğlu'nun En Güzel Abisi - Ahmet Ümit

BEYOĞLU'NUN EN GÜZEL ABİSİ
AHMET ÜMİT
Everest Yayınları
Ekim 2013, 1. Baskı
412 Sayfa


AFD:
    Ahmet Ümit'in son kitabını Kitap Kardeşliği okuma grubumuz ile okudum. Kitap Kardeşliği ile okumanın nasıl farklı bir zevk olduğundan daha önce de bahsetmiştim. Kitap Kardeşliği nedir merak edenler için: http://beyazkitaplik.blogspot.com/2013/01/kitap-kardesligi-kitap-okuma-grubu.html

     Gelelim Beyoğlu'nun En Güzel Abisi'ne, bu kitapta da bizi tanıdık karakterler; Başkomser Nevzat, Ali ve Zeynep komiserler karşılıyor. Mekan Tarlabaşı, Tarlabaşı'nda bir ceset; Engin, Engin'i öldürmüş olma ihtimali bulunan ve suçu birbirlerine atan cinayet zanlıları.

     Her Ahmet Ümit kitabında olduğu gibi katili ararken, romanın alt metninden bir şeyler öğreniyoruz. Alt metinde bu seferki konumuz Tarlabaşı'nın tarihi. Bu kitaptan önce orada ne yaşandığını, üzülerek söylemeliyim ki, bilmiyordum. İstanbul'u pek bilmem ama Tarlabaşı'nın nasıl kötü bir semt olduğunu hep duyardım. Tarlabaşı'nın neden bu durumda olduğunu Ahmet Ümit sayesinde öğrenmiş oldum. Ve Gezi Parkı'nın bence romana işlenmesi gayet güzel olmuş, olayların ne tarafında olursak olalım, orada müthiş bir kenetlenmenin yaşandığını ve uygulanan yanlış politikalarla polisin halka nasıl düşmanmış gibi gösterildiğini maalesef şahit olduk. Ahmet Ümit'te bunları romanının alt metninde kullanmış. Açıkçası beni hiç rahatsız etmedi.

- Kitabın gidişatnı etkileyecek bilgi içerir, kitabı okumayanlar lütfen bu bölümü okumasın-
    Ahmet Ümit'i tek eleştireceğim nokta, kitapta kendinden bahsedip kitaplarını övmesi, bana çok gereksiz ve itici geldi maalesef. Belki okuyucuyu şaşırtmak, farklı bir katil zanlısı profili çizmek adına konmuştur ama olmamış. Tamam ben düşündüm acaba katil yazar mı çıkacak diye, hatta katil yazar çıkarsa bir daha Ahmet Ümit kitabı okumam da dedim. (İyi ki çıkmadı) Fakat gerçekten çok gereksiz olmuş, kitapta sırıtmış ve benim düşünceme göre kimse kendini, yaptığı işi övmemelidir. Sizi başkaları övmelidir. Ki Ahmet Ümit'in böyle bir şeye hiç ihtiyacı yoktu...
- Kitabın gidişatnı etkileyecek bilgi içerir, kitabı okumayanlar lütfen bu bölümü okumasın-

    Genelde Ahmet Ümit okuyanların çoğu, katili çok kolay tahmin ettiğini belirtir ve bu yüzden kitaptan zevk almadığını söyler. Ben böyle düşünenlerden değilim.

    Ahmet Ümit'in Genç Bakış programında gelen "Ahmet Ümit kitaplarını okurken artık kitabın yarısına geldiğimde katilin kim olduğunu tahmin etmeye başladım. Ahmet Ümit'in kurgusuna o kadar alıştım ki, her şeyi görüyorum, beni ne zaman şaşırtacak?" sorusu üzerine verdiği cevap mutlaka okunmalı.

  "Benim sorunum aslında "Katil kim?" meselesi değil. Benim romanlarımdaki ana mesele bu değil. Aslında polisiyede de artık bu bitti. Yani bu mesele Agatha Christie döneminde geçerliydi. "Katil kim?", "Kim yaptı?" ama artık bu değil önemli olan o hikaye içerisinde katilin neden suç işlediği? suçu yaratan koşullar ve cinayetin bir insan ruhunda yarattığı etki. Beni ilgilendiren bu, yani okurların büyük bir merakla o cinayeti takip ederken aynı zamanda hayat hakkında, yaşadıkları ülke hakkında, kendileri hakkında bilgi sahibi oluyorlarsa benim için bu yeterli" Katili ararken öğrendiklerim benim için de yeterli. Belki de bu yüzden seviyorumdur Ahmet Ümit'i.

  Son olarak yukarıda adını andığımız fakat öyle alelade adını anmakla geçiştiremeyeceğimiz, Başkomserimiz Nevzat'tan bahsetmeden olmaz. Benim, belki de herkesin görmek istediği polis profili. Karakter sahibi, babacan, yeri geldiğinde verilen görevi bile eleştirebilen onurlu bir polis Nevzat. Gerçekte böyle polislerimiz de vardır ama sayıları gerçekten çok az. Ya da böyle polislere uzun bir ömür şansı sunulmuyor diyebiliriz. (Rahmetli Gaffar Okan gelir hep aklıma)

    Başkomser Nevzat'ın ortaya çıkışını da şöyle anlatır Ahmet Ümit; Nevzat karakteri şöyle çıktı 1998 yılında Yeniyüzyıl gazetesi Avrupa'da ve Amerika'daki gibi biz de polisiye öykü yayınlayalım dendi ben de tam sayfa bir hikaye yazayım dedim ama burada bir baş karakter olsun dedim, Sherlock Holmes gibi Hercule Poirot gibi, Başkomser Nevzat böyle çıktı. Başkomser Nevzat'ı oluşturan bir gerçek karakter, iki sinema karakteri var. Gerçek karakter 12 Eylül öncesi Adana'da Emniyet müdürü olan Cevat Yurdakul'dur. Cevat Yurdakul öldürülmüştü o zaman. Namuslu ve dürüst bir insandı. Bir o esinledi beni diğerleri de iki sinema karakteri Yavuz Turgul'un Muhsin Bey filmindeki Muhsin Bey karakteri diğeri ise mutlaka izlemeniz önerdiğim Atıf Yılmaz'ın filmi ""Ah Güzel İstanbul"dur. Sadri Alışık'ın oynadığı Haşmet İbriktaroğlu. İki tane kaybetmiş İstanbullu ve bir gerçek polisten yola çıkarak  Başkomser Nevzat Karakterini yarattım.
 
   Ahmet Ümit okumaya, daha doğrusu, Ahmet Ümit'in içinde Başkomser Nevzat olan kitaplarını okumaya yazım sırasıyla başlamak gerekir diye düşünüyorum. Bence bir Kavim'i okumadan İstanbul Hatırası'nı okumak kesinlikle kitaptan alınacak zevki düşürecektir. Başkomser Nevzat kitapları yayınlanma sırasıyla şu şekildedir; Şeytan Ayrıntıda Gizlidir - Kavim - İstanbul Hatırası - Sultanı Öldürmek - Beyoğlu'nun En Güzel Abisi. Bir de henüz okumadığım üç adet çizgi romanı mevcuttur; Çiçekçinin Ölümü, Tapınak Fahişeleri ve Davulcu Davut'u kim öldürdü.

   Yazımı özetlemek gerekirse; Ahmet Ümit ve romanın baş karakteri Nevzat'ı çok sevdiğimden Beyoğlu'nun En Güzel Abisi'ni okurken oldukça keyif aldım ve Ahmet Ümit'e başlangıç kitabı olarak değil de, daha önce Ahmet Ümit okumuş olanlar için mutlaka önereceğim bir kitap.

gokcentunc.deviantart.com
Kitabın kapak fotoğrafının aslı.


Altı Çizilesi
   Genç arkadaşlarımızı daha iyi yetiştirmek için polis akademisine mutlaka bir vicdan ya da empati dersi konulması gerekiyordu. 

  Gezi Parkı'nda neler yaşandığını hatırlıyordum, korkunçtu. Hükümet acımasızca sürmüştü bizim çocukları göstericilerin üstüne. Hepimiz için utanç vericiydi. Bir kez daha anlamıştık ki bir ülkede otoriter bir yönetim varsa ilk kaybeden polis teşkilatı olurdu.

   Devlet, vatandaşa karşı olan görevini gerektiği gibi yerine getirse ne Beyoğlu'nun en güzel abisi olur ne de en şahane babası... Devlet işini yapmadığı için, görevini yapan memurlar kahraman muamelesi görüyor. 

  Şiddeti kullanarak ideal bir toplum yaratamazsın.

 "İnsan yaşadığı yere benzer" demişti bir şair. Hukukumuz da yaşadığımız yerler gibiydi, eskimiş, işlevini yitirmiş, çürümeye terk edilmiş, yıkılmak üzere...

  Bu ülkede canlı cansız her şey satılık. Paran varsa her şeyi satın alabilirsin, elbette en başta da insanları. Doktorları, hakimleri, savcıları, polisleri... Bu ülkenin sorunu ahlaksızlık, şeref yoksunluğu, onur kaybı...

  Kaybetmiş insanları, kazananlardan daha yakın bulurum kendime.

21 Kasım 2013 Perşembe

Kitap Kardeşliği


AFD:
    Kitap Kardeşliği'ni hala duymayanınız var mı? Ben hiç duymamışsınız gibi bahsedeyim. Bu yılın Şubat ayında 3 kişinin birlikte aynı kitabı okumasıyla başlayan serüven, çığ gibi büyüdü. Her ay, oylamayla seçilen bir kitabı 100'den fazla kişiyle birlikte okuyor, beğendiğimiz bölümleri birbirimizle paylaşıyor ve kitap hakkında konuşuyoruz. Hani şu yabancı filmlerde sıkça gördüğümüz kitap okuma grupları gibi. :).

     Bu yazıyı yazmak için özellikle bu ayı seçmemin nedeni ise Aralık ayında okuyacağımız birbirinden güzel iki kitaptan sizleri haberdar etmektir. Aralık'ın birinde Sabahattin Ali'den Kürk Mantolu Madonna ve Antoine De Saint-Exupery'den Küçük Prens'i okuyoruz. 

     Siz de bu güzel duyguyu bizimle birlikte yaşamak isterseniz yapmanız gereken tek şey aşağıda vermiş olduğum adreslerden birine Aralık ayı yapılacak olan okumaya katılacağınıza dair yorum bırakarak ayın birini sabırsızlıkla beklemek. 

     İki kitap da, bir çoğumuzun daha önce okuduğu eserler olabilir. Fakat böyle bir deneyimle okumanın zevki çok daha başka. Hem bu ay çocuğunuzla bile birlikte katılabilirsiniz. Zira Küçük Prens hem büyüklerin hem de küçüklerin zevkle okuyabileceği bir eser. Şu an bildiğim, 9 yaşında bir kardeşimiz de  bize annesiyle birlikte eşlik edecek. Sizler de aynı keyfi yaşamak istemez misiniz?

      Bu ayın okumalarına katılmak ve Kitap Kardeşliği'ni takip etmek için;
instagram: kitapkardesligi


Instagram: http://instagram.com/p/gyBd4Xr5Eq/ (Yoğun olarak instagram kullanılıyor)


16 Kasım 2013 Cumartesi

Macbeth - William Shakespeare

MACBETH
Orjinal Adı: Macbeth
WILLIAM SHAKESPEARE
Çevirmen: Sevin OKYAY
Çizim: Jon HAWARD
NTV Yayınları
Ağustos 2009, 4. Baskı
144 Sayfa

MRW:
   William Shakespeare’in ünlü trajedilerinden biridir Machbeth. Daha önce de bahsettiğim gibi ben üniversitede İngiliz edebiyatı da gördüğüm için böyle klasiklere ilgi duyuyorum ve okumayı seviyorum. Daha önce de NTV yayınları çizgi roman serisinden çıkan Dostoyevski- suç ve Ceza’yı okumuş ve çok beğenmiştim. 

   Amatör veya profesyonel tüm tiyatroların çokça sahnelenen oyunlarından biri olan Machbeth’i bir de bu şekilde okumanızı kesinlikle tavsiye ediyorum. Harika çizimlerle, renklendirmelerle, gerçek eserden alınan cümleleriyle 128 sayfaya sığdırılmış bu kitabı çok beğendim. Çizgi roman olması da bu tür klasik eserleri sıkıcı bulanlar için bir fırsat diye düşünüyorum. Bu arada küçük bir hatırlatma NTV yayınlarından çıkan bu güzel çizgi romanların fiyatları çok da uygun. Kitaplar internette 7 liradan satılıyor.

Kitap Tanıtımından:
   1040 yılında İskoçya. Kral Duncan, büyükbabası II. Malcolm'un ölümünden beri, altı yıldır ülkeyi yönetmektedir. Duncan iyi bir kraldır ama onun müşfik ve iyicil yönetiminde bile İskoçya durulmuş oturmuş bir ülke olmaktan uzaktır. Romalılar'ın gidişinin ardından, ülke yüzyıllar boyunca ikiye ayrılmış olarak kalmıştır, kuzeyde Viking çeteleri, güneyde Sakson kabileleri. Barbar bir ülkedir. Her yerel kabilenin kendi güçlü lideri vardır; onurlanmak için kılıcı tutan kollarının gücüne güvenen, çoğu kez de hayatta kalabilmek için savaşmaya mecbur olan erkekler. Ama ülke değişmektedir. Kral Duncan'ın saltanatıyla birlikte, tek bir İskoçya Kralı tarafından yönetilecek tek bir İskoç ulusu yaratmak üzere, kabileler arasında birlik için ender görülen bir umut belirmiştir. Ne var ki, herkes bu barışı hoş karşılamaz. Bazı kabile reisleri, bağımsızlıklarını korumak ve krala karşı isyanlarını sürdürmek ister, çoğu kez de başka kabileler ve İrlanda ile Norveç gibi başka ülkelerden savaşçılarla kuvvet birliğine giderler; hatta İskoçya Kralı payesini kendileri için isteyen bazı kabile reisleri bile vardır.

   Kral Duncan, tacını savunmak ve ülkesinde düzeni kurmak için, savaşta tecrübeli olan soyluların önderliği altında güçlü bir orduya komuta eder ve bu soylulardan en güçlüsü, en güvenilir olanı da Kral Duncan'ın kuzeni, Glamis Beyi ya da, bilinen adıyla...

...Macbeth'tir.

7 Kasım 2013 Perşembe

Ruhi Mücerret - Murat Menteş


RUHİ MÜCERRET
MURAT MENTEŞ
April Yayıncılık
Mart 2013, 3. Baskı
318 Sayfa

AFD:
   Murat Menteş ile Dublörün Dilemması ile tanışmış ve çok sevmiştim. Ruhi Mücerret okuduğum ikinci Menteş kitabı.

   Ruhi Mücerret, henüz bir sayfasını bile çevirmeden, kapağıyla bize çok şeyler vadettiğini söylüyor. Şu çocukluğumuzun hareket ettirdikçe değişen resimlerinden var kapakta, bir Orhan Gencebay çıkıyor televizyona bir Cüneyt Arkın. Kapağında neden bu iki güzide ismin seçildiğini, aslında Murat Bey Twitter hesabında özetlemiş.


   Artık sayfaları çevirme zamanı; Ruhi Mücerret, İstiklal Savaşı'nın  yaşayan son gazisi ve 100 yaşında. 100 yaşında ama sağlığı sıhhati iyi. Her sene Türkiye'yi il il dolaşıyor. Tüm şehirlerin kurtuluş günlerine onur konuğu ve konuşmacı olarak katılıyor. Sağlıklıdır, saygın bir kişiliktir, cumhurbaşkanı bile elini öpmek ister ama o artık vaktinin dolduğunu ve gitmesi gereken yerin neresi olduğunu biliyor. Ailesinin tüm ölümlerini görmüş;
   "Gelgelelim, artık kimseyi gömmek istemiyorum Mezarlıklara dolu gidip boş dönmekten yıldım. Benden sonra doğmuş insanların benden önce ölmelerine alışamıyorum.
     Karım Naciye ki aramızda 1 yaş var, 25 sene evvel vefat etti. Bir gece uyandım ki karıcığım gitmiş yerine ceset gelmiş.
     Büyük oğlum Recep'i, kızım Cevriye'yi ahirete kendi ellerimle uğurladım.
     En son küçük oğlum Mecit'i kaybettim. Bebeğim daha 73'ündeydi!.."

  Ruhi Mücerret'in yanında başka ilginç karakter isimleri de var tabii ki; Civan Kazanova, Masum Cici, Nazlı Hilal, Avni Vav, Serpil Silahlıperi, Fujer Fuji gibi... Bu karekterlerden en çok beğendiğim isimler tabii ki İstiklal marşımızdan alınan Ruhi Mücerret ve Nazlı Hilal oldu. Esinlendikleri mısralarla o kadar uyumlular ki...

Çatma, kurban olayım, çehreni ey nazlı hilâl

Fışkırır ruh-i mücerred gibi yerden na´şım;


 Kitapta neredeyse, beğendiğim cümleleri not almadan geçmediğim sayfa, yok gibi. Birbirinden güzel cümlelerin yanında, yüzünüze bir gülümseme konduran; her bölüm başına yapılan alıntılar, Ruhi Mücerret'in mezar taşına yazdırmak istedikleri ve Civan Kazonava'nın icat edilmeseydi ben icat ederdim dediği cümleler ile kitap Yekta Kopan'ın da dediği gibi çok cümbüşlü. :)

 Son olarak kitap içeriğinden bahsedip reklam mevzusuna değinmemek olmaz. Menteş bu kitabında aslında reklamların hayatımızı nasıl ele geçirdiğini ve reklam sektörünün nerelere kadar gelebileceğini biraz bilim kurgu tarzında da olsa bizlere sunmuş. Aslında bilim kurgu da sayılmaz ya, kitapta olan olayların gerçekleşmesi an meselesi gibi.

  Kitabı çok beğendim, herkese okumasını tavsiye ederim fakat, son bölümlerinde nedense ilk bölümlerde aldığım keyfi alamadım. Bunu da söylemeden geçmeyeyim.

   Ruhi Mücerret hakkında Murat Menteş'in söyleşilerini izleyeyim dedim. İlk başta Ahaber'in aşağıda bulunan söyleşisini izledim.

   Anlayamadığım bir şey var? Sunucuya sormak istiyorum. Bir yazar çağırmışsınız ve onun son kitabı hakkında konuşacaksınız fakat edebiyattan bihabersiniz, bence Murat Menteş'in hiçbir kitabını okumadığınız gibi hakkında konuşacağınız son kitabını da okumamışsınız. Kitabın kapağı, arka kapakta yazanlar ve klasikten öteye geçemeyen sorular üzerinden edebiyat sohbeti yapmaya çalışıyorsunuz. Bu nasıl bir meslek anlayışıdır? Asıl şaşırdığım ise Murat Menteş'in sunucuya "Acaba siz kitabı okudunuz mu?" diye sormamış olması. Murat Menteş acaba saygısızlık mı yapmak istemedi yoksa eleştirdiği reklam sektörünün bir anlık da olsa parçası mı oldu? İnşallah birinci seçenektir diye umuyorum.

   Önemli olan yeni çıkan bir kitabın yazarını ağırlayarak reklam yapmak mı yoksa aşağıda Yekta Kopan'ın söyleşisi gibi Murat Menteş'in kitaplarını okumuş, yaptığı işleri bilen, edebiyat ve mizah anlayışının güzel bir şekilde analiz yapabilen birinin hakkını vererek yaptığı söyleşi mi daha makbuldür?


Altı Çizilesi:
"Dün görüşemedik nerelerdeydiniz?"
"30 sene evvel bana'3 ay ömrünüz kaldı' diyen doktorun cenaze merasimindeydim."

   Gittiğim Şehirlerde beni valiler, kaymakamlar, belediye başkanları karşılıyor. "Ruhi Bey" diyorlar "maşallah turp gibisin. En fazla 60 gösteriyorsun. Gençsin sen hepimizi gömerşin"
   Yaşlanmanın bir iyi tarafı da, haşerelerden asla rahatsız olmamaktır.

  100 sene nasıl mı geçti? Size şu kadarını söyleyeyim, 1 saniye ile 1 asır arasındaki fark abartılıyor. Ve… mazide kalan her şey kısa sürmüş demektir.

  Güneş, dünyanın son günüymüş gibi parlıyordu. Hava öyle sıcaktı ki, tavuklar haşlanmış yumurta yumurtluyordu.

  İnsanın geleceği görememesi ne büyük lütuf.

  Ölüm karşısında herkes acemidir; ben de öyleyim. Hala hayattasınız aziz okur, şansınız var: Acemi şansı.

   Senden bekleneni, sana emredileni ya da seni kurtaracak olanı değil; kalbinin derinliklerinde tasdikleneni yap. İyiliği içselleştir.

   Bir yetim çocuğun başını okşa. O zaman onun gözlerinde Allah'ı görürsün. Bir fakire yardım et. Onun gözlerinde Allah'ı görürsün. Bir kediye yiyecek ve su ver. Onun gözlerinde Allah'ı görürsün.

   Birinin duygularına haddinden fazla değer verirsen, onu anlaman imkânsızlaşır.

   Mezar taşlarındaki ölüm tarihleri, ölülerin bizi kaç yıldır beklediğini gösterir. 

 Delirsen bile gerçeklerden kaçamıyorsun. mahvolmakla, sorumluluklardan kurtulamıyorsun. suç işleyerek yasaları değiştiremiyorsun.

   Bir insan hakkındaki gerçek duygularımız, onu uyandırırken açığa çıkar.

 Ölmedim. Uyandığımda tepemde floresan lambayı görünce hala dünyada olduğumu anladım. Arzulamak, elde etmekten; hasret, kavuşmaktan; hatırlamak, unutmaktan bin kat şiddetliydi.

  Bazen kötüler, nadiren iyiler kazanır. Çoğunlukla herkes kaybeder.

  Bir insan acıdan delirdiğinde, diğerleri onun acısını değil, deliliğini görürler.

  Kadın karar verene, erkek anlayana dek ömür bitiyor.

  “Çay alır mıydınız?” Bu cümleye dikkat edin sevgili okur. Bir düşüncenizi söylediğiniz anda çay teklif eden kimse, size katılmıyor demektir.

  Haklı çıkmanın aşağılık tatmininden vazgeçemeyen beleşçiler, kötümserlikte ısrarcıdır.

4 Kasım 2013 Pazartesi

Okuma Şenliği - Kış 2013


AFD:
   Pinuccia'nın düzenlediği Okuma Şenliği'nin ikincisi başladı. Okuma zevkimize zevk katan etkinliğe katılmazsak olmaz tabii ki. Bence siz de geç kalmadan bu zevkli etkinliğe katılın.

   Kitaplarımı belirledim sayılır ama Kitap Kardeşliği'nde seçilecek kitapları da bu kategorilere eklemeye çalışacağım. Kurallar ve kategoriler hakkında ayrıntılı bilgi için:  http://pinucciasbooks.blogspot.com/2013/11/okuma-senligi-kis-2013.html



Kategoriler: 
(Tüm kategoriler için okuyacağınız her bir kitap en az 200 sayfa olmak zorunda):

1. Kategori (10 puan): Altın Kitaplar Yayınevi’nden çıkan bir kitap okuyanlara.
Benim Okumayı Planladığım: Kayıp Sembol - Dan Brown -Altın Kitaplar

2. Kategori (10 puan): Kütüphaneden ödünç alınmış veya sahaftan satın alınmış bir kitap okuyanlara.
Benim Okumayı Planladığım: Üç Anadolu Efsanesi - Yaşar Kemal - Cem Yayınevi

3. Kategori (10 puan): Adında bir hayvan adı olan bir kitap okuyanlara.
Benim Okumayı Planladığım: Bob'un Dünyası - James Bowen -Yabancı Yayınları

4. Kategori (15 puan): 600 sayfadan uzun bir kitap okuyanlara.
Benim Okumayı Planladığım: Ahrar - Rafet Elçi -Litera Yayıncılık

5. Kategori (15 puan): Nobel Edebiyat Ödülü kazanmış bir yazarın bir kitabını okuyanlara.
Benim Okumayı Planladığım: -Sarı Esirler - Pearl S. Buck - Remzi Kitabevi (Nobel aldığı Tarih: 1938)

6. Kategori (15 puan): Türk edebiyatında klasik kabul edilen bir roman okuyanlara.
Benim Okumayı Planladığım:  Yılanların Öcü - Fakir Baykurt

7. Kategori (15 puan): Hiç okumadığınız bir ülke edebiyatından bir kitap okuyanlara.
Benim Okumayı Planladığım: Işığın O Kör Edici Yokluğu - Tahar Ben Jelloum - Can Yayınları (Fas)

8. Kategori (20 puan): Sinemaya uyarlanmış bir kitabı okuyup filmini izleyenlere.
Benim Okumayı Planladığım: Bereketli Topraklar Üzerinde - Orhan Kemal

9. Kategori (20 puan): Adında kış mevsimine ilişkin bir sözcük olan veya konusunda kış teması olan bir kitap okuyanlara.
Benim Okumayı Planladığım: Sisle Gelen Yolcu - Jean Christophe Grange - Doğan Kitap

10. Kategori (25 puan): Yasaklanmış bir kitap okuyanlara.
Benim Okumayı Planladığım: Cesur Yeni Dünya - Aldous Huxley - İthaki Yayınları (İrlanda) 

11. Kategori (25 puan): Ulu Önder Mustafa Kemal Atatürk hakkında yazılmış bir kitap okuyanlara.
Benim Okumayı Planladığım: Atatürk/Bir Milletin Yeniden Doğuşu - Lord Kinross - Altın Kitaplar

12. Kategori (25 puan): Yayınlanmış en az beş kitabı olan bir yazarın ilk kitabını okuyanlara.
Benim Okumayı Planladığım:  Altın Kupa - John Steinbeck - Cem Yayınevi (1929) ya da Kuyucaklı Yusuf - Sabahattin Ali - Yapı Kredi Yayınları (1937) 

13. Kategori (25 puan): Bir biyografi veya otobiyografi okuyanlara.
Benim Okumayı Planladığım: Mavi Saçlı Kız - Burçak Çerezcioğlu -Yapı Kredi Yayınları

14. Kategori (30 puan): Okuma yazmayı öğrendiğiniz yıl ilk kez yayınlanmış bir kitap okuyanlara.
Benim Okumayı Planladığım: Hilekar - Frederick Forstyh - Altın Kitaplar (1991) veya Şirket - John Grisham - İnkilap Yayınevi (1991) ya da Altın Sahili - Nelson Demille - Altın Kitaplar (1991) 

15. Kategori (40 puan): Bir üçleme veya aynı seriden üç kitap okuyanlara.
Benim Okumayı Planladığım: Pardayanlar 2-3-4 - Michel Zevaco - Erko Yayıncılık
Related Posts Plugin for WordPress, Blogger...