18 Mayıs 2015 Pazartesi

Demir Ökçe - Jack London

DEMİR ÖKÇE
Orijinal Adı: The Iron Heel
Çevirmen: Levent CİNEMRE
Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları
Ağustos 2014, 2. Baskı
Orijinal İlk Basım: 1908
320 Sayfa

AFD:
   Blogumuzda bir ilk; Misafir yazar. Bu sefer Demir Ökçe'nin yorumunu kitabı birlikte okuduğum sevgili arkadaşım Erman yapacak.

ERMAN:
   Kitap okuma gruplarının kitap seçimleri bizi tatmin etmediği için uzun zamandır AFD ile beraber kitap okuma planımız vardı. Ancak ikimizin de okumadığı kitabı bulmak biraz zaman aldı ve sonunda Martin Eden'ı severek okuduğumuz için Demir Ökçe'de karar kıldık. Kitabı bitirdikten sonra AFD beni 'blog'da misafir edeceğini ve bir yorum yazmamı istedi. Kişisel sayfasında birkaç satır kitap yorumu yazan biri için stresli bir başlangıç ve doğal olarak bana göre biraz uzun bir yazı oldu. Umarım beğenilir.

   Distopik kitaplara özel bir ilgim var. Bu kitabı da hem distopik bir eser olduğu söylendiği için hem de Jack London'ın diğer bir kitabı olan Martin Eden'dan çok etkilendiğim için okumaya karar verdim. Dolayısıyla kitabı değerlendirirken diğer distopik eserlerle ve Martin Eden'la karşılaştıracağım.

   Öncelikle Everhard, Martin Eden'a göre daha bilge ve ayakları yere basan sağlam bir karakter. Aynı şekilde aşık olduğu kız da tam Jack London'ın istediği şekilde müesses nizama onunla beraber karşı çıkıyor. Martin Eden'da olduğu gibi burada da ana karakter, fiziksel özellik olarak yazara benziyor. Bu açılardan bakıldığında kitap -bize distopik olarak tanıtılsa da- aslında Jack London'ın kişisel bir ütopyası diyebiliriz. (Everhard'ın her ortamda özgüvenle konuşması, konjonktürü iyi okuması ve sevdiği kadının onun istediği tepkileri vermesi vs.)

   Bunun yanında bizlere sosyalist bir bakış açısı kazandırıp artı değeri çok basit bir şekilde anlatsa da kitap klasik anlamda bir distopya değil maalesef. Ayrıca kitapta anlatılan distopik! sistemin yerine kurulan yeni düzenden çok bilgi paylaşılmamış, dolayısıyla yazarın kafasındaki ideal düzenin nasıl bir şey olduğuna dair pek bilgimiz yok.

   Hülasa, edebi açıdan çok harika bir kitap olmamakla beraber (sistemi eleştiren bir propaganda kitabı gibi) okunması gereken, sistem eleştirisi akıllıca ve cesurca yapılmış, ana karaktere hayran olduğum bir kitap benim için. Jack London okumaya devam ediyoruz.

   
AFD:
  Bu güzel yorumun üzerine çok şey söylenemez. Sadece benim de kitabı çok sevdiğimi ve kesinlikle önerilecek kitaplarımın arasına girdiğini belirtmek isterim.

13 Mayıs 2015 Çarşamba

Açlık - Knut Hamsun

AÇLIK
Orijinal Adı: Sult
Çevirmen: Behçet NECATİGİL
Varlık Yayınları
Şubat 2015
Orijinal İlk Basım: 1890
158 Sayfa

AFD:
  Açlık; Knut Hamsun denilince akla gelen ilk kitap. Romanın kahramanı; geçimini sağlamak adına kısa süreli işlerde çalışan fakat bu işlerde pek dikiş tutturamayan bir kişidir. Aslında yazar olmak ister. Fakat yazdıkları ona geçimini sağlayacak kadar para kazandırmamaktadır. Kelimenin tam anlamıyla "açlık" çekmektedir. Bazen cebinde kuru ekmek alacak parası olmayan kahramanımız kaldığı odaların paralarını ödeyemediği için bazı gecelerini bankların üzerinde geçirmek zorunda kalır. Yaşadığı büyük açlıktan dolayı sağlığının bozulmasına, saçlarının dökülmesine, elinde neyi var neyi yok her şeyi rehin bırakmasına rağmen kahramanımız asla bir düşkün, bir dilenci gibi gözükmek istememiş, kimseden karşılıksız bir yardım beklememiştir. Yaşadığı tüm zorluklara rağmen gururunu kaybetmemiştir. Günlerce aç dolaşırken kendisine el açan bir dilenciye para veremediği için kahrolmuştur. Bu durum onun için yaşadığı açlıktan çok daha fazla onur kırıcıdır. Kitabımızın kahramanı aslında açlıktan çok onuru kaybetmemekle baş etmeye çalışmıştır.

  "Açlık" otobiyografik bir eser. Knut Hamsun "Açlık"ı birebir yaşayarak yazmış. Kitabın çevirmeni Behçet Necatigil önsözde kitabın yazım aşaması ve yayımlanışını  şu şekilde aktarmış;
  "Vapur, Kristiania'ya  gelip de, bir gün sonra Kopenhag'a gitmek üzere demirleyince Knut Hamsun, karaya çıkmadı. Önce Kopenhag'a gitmeye karar vermişti; Kristiania'dan, bu şehirde geçirdiği acı günlerin anısından ürküyordu. Geceydi, küpeştede oturuyor, güvertede huzursuz gezinip duruyor, limandaki ışıklara bakıyordu. Birden bir sıtma nöbetine tutuldu sanki. Açlık sayıklamaları, belleğini bir zamanlar nasıl bastırmışsa, yine öylesine güçlü, kuşatıyordu işte. Elinde bir kurşunkalemi, bir kâğıt parçası ile satırları yazdı:Bir roman doğuyor

  'Yumruğunu yemedikçe kimsenin bırakıp gitmediği o garip şehir Kristiania'da aç acına sürttüğüm günlerdeydi... Tavan arasında uyanık yatıyordum. Alt katta bir saatin altıyı vurduğunu duydum. Hafif aydınlanmıştı ortalık, merdivenleri inip çıkmaya başlamıştı insanlar...'

  Bir büyülenmişlik içinde kâğıtları üst üste yığıyor, görüntüler birbirini izliyordu. Kopenhag'da bir çatıaltı odası kiraladı ve yazmaya devam etti. Yine aç kalıyor, ama bu sefer bunun neye yarayacağını, niçin olduğunu biliyordu: Açlık romanıydı yazdığı.

  Yazdığı bölümleri Politiken gazetesi yazı işleri müdürlerinden Edvard Brandes'e götürdü. Brandes, bu karşılaşmayı sonradan şöyle anlatıyor: 'Ondan daha düşkün bir başka insan pek az görmüşümdür! Düşkünlüğü elbisesinin yırtık pırtık oluşundan ötürü değildi yalnız. Ya o yüzü! Müsveddeyi geri veriyordum kendisine, çok uzundu. Ama birdenbire kelebek gözlüğü gerisinde gözlerini, gözlerindeki ifadeyi gördüm. Geri çeviremezdim, hiçbir şey diyemedim!'

  Brandes, okudukça daha derinden etkileniyordu. Kitabı evine götürmüş, bütün gece okumuştu. Gözden dergilerden Ny Jord'a verdi bu sayfaları; şaşırtıcı, çarpıcı eserin dergide basılmasını sağladı. Açlık romanından parçalar, böylece ilkin 1888'de, yazarın adı verilmeyerek, bu dergide yayınlanmış oldu..."

  Açlık'ı sevdim, bana çokça Jack London'un Martin Eden'ını anımsattı. Martin Eden'ı da çok sevmiştim. Açlık'ı sevmemin en büyük etkenlerinden biri gerçek olması, ikincisi ise yaşadığı tüm şartlara rağmen bir adamın onurunu koruma mücadelesi. Kitaplığımda, mutlaka önerilecek kitaplar arsına giren Açlık'ı, okumayanların mutlaka okumalarını öneririm. Gerçek bir hayat mücadelesi...

9 Mayıs 2015 Cumartesi

Bedri Rahmi Eyüboğlu ve Çağdaşlarından Mektuplar “Biz Mektup Yazardık” Sergisi’nde!

İş Sanat Kibele Galerisi’ndeki “Biz Mektup Yazardık” Sergisi geçmişi günümüze taşıyor.

Bursa’nın ufak tefek yolları
Ağrıdan sızıdan tutmaz elleri
Tepeden tırnağa şiir gülleri
Yiğidim aslanım burda  yatıyor

  İşte mürekkep bu dizelerdeki gibi damlar Bedri Rahmi Eyüboğlu’nun kaleminden… Sanatçı, 64 yıllık hayatına sığdırdığı sanat tutkusunu, aşklarını, sevinçlerini, hüzünlerini, dostluklarını çocukluğunu ve ilk gençlik yıllarını geçirdiği Anadolu’nun naifliğiyle yakın dostu Nâzım Hikmet’e yazdığı bu dizelerdeki gibi aktarır kâğıda ve tuvallere… Onun şiirlerindeki ve tablolarındaki narlar, dutlar, ayvalar kimi zaman sevdiği kadına duyduğu özlemi kimi zamansa amansız bir kara sevdayı anlatır. Babasından Batı Edebiyatı’nı, annesinden Yunus Emre’yi, Karacaoğlan’ı öğrenen sanatçı Anadolu’nun toprak damlı evlerinden, İstanbul’un martılarından, köpüren denizinden, Âşık Veysel’in sazından dem vurur…

  Bedri Rahmi Eyüboğlu iç dünyasını tuvallere ve şiirlere aktarırken sanat, edebiyat, siyaset ve iş dünyasının önemli isimleriyle gerçekleştirdiği, yaşadığı döneme ışık tutacak mektuplaşmaları da tarih yolculuğundaki yerlerini alıyor.  Güzel Sanatlar Akademisi’nde başlayıp Paris’te süren eğitim hayatından, resim tutkusunun peşinden gittiği Anadolu’daki yurt gezilerine kadar sanatçının yaşamından birçok kesiti yansıtan mektuplar, “Bedri Rahmi Eyüboğlu ve Çağdaşlarından Mektuplar - Biz Mektup Yazardık” Sergisi ile İş Sanat Kibele Galerisi’nde ilk kez gün yüzüne çıkıyor. 

  Sergi, hem sanatçının kaleme aldığı hem de kendisine gelen yüzlerce mektubun Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları tarafından uzun soluklu ve titiz bir çalışma ile kitaplaştırılmasına paralel olarak hayata geçiriliyor. Sanatçının gelini Hughette Eyüboğlu’nun hazırladığı, editörlüğünü Rûken Kızıler’in üstlendiği kitabın ve serginin tasarımı Emre Senan tarafından gerçekleştirildi.

  Bedri Rahmi Eyüboğlu’nun Avrupa’da öğrenci olduğu günlerden Akademi’de öğretmen olduğu günlere pek çok anıyı barındıran mektuplar, orijinal olarak sahiplerinin kendi ifadeleriyle ve kendi imzalarıyla ziyaretçilere ulaşıyor. Sadece ressam ve şair olarak değil mozaik, seramik, vitray ve yazma sanatçısı, heykeltıraş, öğretmen ve yazar kimlikleriyle de sanatımıza kalıcı eserler bırakan Bedri Rahmi Eyüboğlu’nun pek çok isimle sürdürdüğü yazışmaları aynı zamanda sanatçılar arasındaki kuvvetli bağı da gözler önüne seriyor. Her biri tarihi belge niteliğindeki mektuplar; sanatçıların o dönemde yaşadığı ekonomik sıkıntılara dair fikir verirken, yaşanan zorlu koşullara rağmen gerçekleştirdikleri idealleri ile tarihe not düşürebilmeyi başarmış bu insanların umutlarını yitirmediklerini de en iyi şekilde ortaya koyuyor.

  Sanatçının Nâzım Hikmet, Ahmet Hamdi Tanpınar, Fikret Muallâ, Âşık Veysel, Adalet Cimcoz, Orhan Veli Kanık, Necip Fazıl Kısakürek, İbrahim Çallı, Andre Lhoté, Fahrünisa Zeid, Abidin Dino, Reşat Nuri Güntekin, Cemal Tollu, Nurullah Berk ve Arif Kaptan ile mektuplaşmalarının her biri ziyaretçilerde ayrı bir tat bırakmayı vaat ediyor. İş dünyasının önde gelen isimleri Vehbi Koç ve Nejat Eczacıbaşı’nın mektupları da Eyüboğlu arşivinin önemli parçaları arasında yer alıyor.  

  Serginin bölümlerinden biri de Bedri Rahmi Eyüboğlu’nun yaşamını şekillendiren iki kadın, eşi ressam Eren Eyüboğlu ve büyük aşk yaşadığı, “Karadutum” dediği Mari Gerekmezyan ile mektuplaşmalarından oluşuyor. Eren Eyüboğlu, büyük aşk yaşadığı Karadut’u sonsuzluğa uğurladıktan sonra eşinin elini bırakmayarak o zor günleri atlatmasına ve resme odaklanmasına yardımcı olacak kadar güçlü iken, diğer taraftan Mari Gerekmezyan ise ölümünün ardından bile gözlerini yaşartacak kadar sevdalı olduğu bir isim. 

64 yıllık yaşamına çok şey sığdıran Bedri Rahmi… 
  İş Sanat Kibele Galerisi’nde çağdaşlarıyla yazışmalarının ilk kez gün yüzüne çıktığı “Bedri Rahmi Eyüboğlu ve Çağdaşlarından Mektuplar - Biz Mektup Yazardık” Sergisi ile anılan sanatçının hayat hikâyesi Trabzon’da başlar. Takvimler 1911 yılını gösterdiğinde Görele Kaymakamı Mehmet Rahmi Bey ve Lütfiye Hanım’ın ikinci çocuğu olarak hayata merhaba der. Asıl adı olan Ali Bedrettin, zaman içinde önce Bedir’e sonra Bedri’ye dönüşür.  Babasının görevi dolayısıyla yerleştikleri Trabzon’daki lise resim öğretmeni ünlü ressam Zeki Kocamemi tarafından keşfedilir. Sanatçı yine bu dönemde edebiyata da merak salar ve ilk şiirlerini yazmaya başlar.

  1929’da İstanbul Güzel Sanatlar Akademisi’ne giren Bedri Rahmi Eyüboğlu, Nazmi Ziya ve İbrahim Çallı gibi Türk resminin mihenk taşlarının öğrencisi olma şansına erişir. Edebiyata olan ilgisinin üzerine düşer ve Ahmet Haşim’den estetik ve mitoloji dersleri alır. 1930’larda hayat onu bu kez Fransa’ya götürür. Dijon ve Lyon’da bir yandan çalışarak Fransızcasını geliştirmeye çalışırken, bir yandan da Gauguin, El Greco, Cezanne gibi beğendiği ressamların eserlerini kopya eder. Sanatçı, ileride hayatını birleştireceği Ernestine Letoni (Eren Eyüboğlu) ile de Fransa’da tanışır. 1940’lı yıllara gelindiğinde kalbine “kara saplı bir bıçak” gibi saplanan Mari Gerekmezyan girer. Asistanlık yaptığı Güzel Sanatlar Akademisi’nin heykel bölümüne misafir öğrenci olarak gelen Mari Gerekmezyan, Bedri Rahmi’nin bir büstünü yapar, sanatçı bu büste duyduğu minneti Mari’nin çeşit çeşit portrelerini yaparak ve ona şiirler yazarak yanıtlar. Artık bütün İstanbul ve elbette Eren Eyüboğlu bu tutkulu aşktan haberdardır. Bedri Rahmi Eyüboğlu 1975 yılındaki ölümüne kadar geçen çeyrek asrı aşkla, resimle, edebiyatla, dostlarıyla, dönemin önde gelen kültür ve düşünce insanlarıyla bir arada geçirir. 

  Meraklıları için 5 Mayıs - 20 Haziran arasında İş Sanat Kibele Galerisi’nde ziyaret edilebilecek “Bedri Rahmi Eyüboğlu ve Çağdaşlarından Mektuplar - Biz Mektup Yazardık” Sergisi, sanat ve kültür tarihimizde eşine az rastlanır bir iz bırakmayı vaat ediyor. Sergide orijinal el yazılı mektuplar ve sanatçının çizimleriyle süslediği desenli zarfların yanı sıra mektuplaşılan isimlerin Bedri Rahmi Eyüboğlu tarafından yapılmış portreleri de yer alıyor. Serginin ziyaretçilerini güzel bir sürpriz de bekliyor. İsteyen katılımcılara, sanatçının desenleriyle hazırlanmış mektup ve zarflarla sevdiklerine yazma imkânı sunuluyor. Şimdi özlemle andığımız eski günlerdeki gibi mektup yazma zamanı!

Bir boomads advertorial içeriğidir.

5 Mayıs 2015 Salı

Daniel'ın Kitabı - E. L. Doctorow

DANİEL'IN KİTABI
Orijinal Adı: The Book Of Daniel
Çevirmen: Seçkin SELVİ
Yapı Kredi Yayınları
Eylül 2014, 1. Baskı
Orijinal İlk Basım: 1971
380 Sayfa

AFD:
  "Daniel'in Kitabı" gerçek bir olayın romanlaştırılmış halidir. 1953 yılında Amerika'da casusluk suçlamasıyla idam edilen "Rosenberg" çiftinin idamı konu edilmiştir. Kitabımızda idam edilen çift "Isacson" çiftidir. Bize olayları anlatan ise bu çiftin erkek çocukları Daniel.

    İkinci Dünya Savaşı'ndan sonra Soğuk Savaş dönemi, Amerika'da hükûmet karşıtı görüşe sahip olan herkesin, hükumetçe; "komünist ve vatan haini" olarak adlandırıldığı bir dönem. Bize çok da yabancı olmayan bir dönem. Hükûmet yanlısı olmayan, hükûmete karşı ayaklananlar ve haklarını savunan işçiler hapse atılıyor, büyük bir yıldırma ve tüm karşıt görüşleri susturma politikası izleniyor. Bu dönemde komünist parti üyesi olan "Rosenbergler" Atom Bombası'nın sırlarını Rusya'ya vermekle suçlanır ve hapse atılırlar. Ortada bir suçlama vardır fakat kanıt yok denecek kadar azdır. Senatör McCarthy ve Hakim Kaufmann'ın olağanüstü çabalarıyla "Rosenberg" çifti idama mahkum edilir. Kitap aslında burada başlıyor. İdama mahkûm olan çiftin büyük çocuğu, kitaptaki adıyla Daniel'in gözünden bu süreç ve sonrası anlatılıyor. Tabii İkinci Dünya Savaşı'ndan sonra Amerika'nın izlediği politika ve soğuk savaş dönemi de yazarın gözünden eleştirel bir bakışla bize aktarılıyor.

   Kitabı beğendim fakat bazı bölümlerde, özellikle Amerika ve Rusya'nın Soğuk Savaş döneminde izlediği siyasetin anlatıldığı bölümleri ve bu bölümlerde bahsedilen isimleri anlayabilmek adına başka kaynaklardan araştırma yapmam gerekti. Bu araştırmaları yaparken okuma hızım çok düşse de, yaşandığı yıllarda tüm dünya tarafından protesto edilen "Rosenbergler Olayı"nı, bu kitap sayesinde öğrenmiş oldum.

   Melih Cevdet Anday'ın, Rosenberg çiftine ithafen yazdığı şiiri ve Rosenbergler'in evlatlarına bıraktıkları son mektuba da yazımın sonunda yer vermek isterim. Eğer kitabı okumayı düşünürseniz, şiir ve mektubu kitaptan sonra okumanızı öneririm.

ANI
Bir çift güvercin havalansa
Yanık yanık koksa karanfil
Değil bu anılacak şey değil
Apansız geliyor aklıma
Neredeyse gün doğacaktı
Herkes gibi kalkacaktınız
Belki daha uykunuz da vardı
Geceniz geliyor aklıma
Sevdiğim çiçek adları gibi
Sevdiğim sokak adları gibi
Bütün sevdiklerimin adları gibi
Adınız geliyor aklıma
Rahat döşeklerin utanması bundan
Öpüşürken bu dalgınlık bundan
Tel örgünün deliğinde buluşan
Parmaklarınız geliyor aklıma
Nice aşklar arkadaşlıklar gördüm
Kahramanlıklar okudum tarihte
Çağımıza yakışan vakur, sade
Davranışınız geliyor aklıma
Bir çift güvercin havalansa
Yanık yanık koksa karanfil
Değil unutulur şey değil
Çaresiz geliyor aklıma.

 Melih Cevdet ANDAY


“Sevgili çocuklarım,

Bu sabah, sanki tekrar birlikte olabilecekmişiz sandım. Ama bunun olmayacağını bildiğim halde, size ancak öğrendiklerimi aktarabilmeyi istedim. Ne yazık ki ancak birkaç kelime yazabilirim. Gerisini size yaşamınız öğretmeli. Bana öğrettiği gibi.

Başlangıçta sizin için acılı olacak, ama üzülen yalnızca siz olmayacaksınız. Sonunda siz de yaşamın yaşamaya değer olduğu inancına varmak zorundasınız. Şimdi önüne geçilmez biçimde yaklaşan ölüm karşısında bile bunu bilmenin cellatları yeneceğinden kesinlikle emin oluşumuz size bir avuntu olsun.

….

Yaşamımızın sizle birlikte sonuna kadar yürütme sevinci ve mutluluğunun bize nasip olmasını dilerdik. Babanız size tüm yüreği ve tüm sevgisinin sevgili oğullarına ait olduğunu söylemek istiyor. Suçsuz olduğumuzu ve vicdanımıza aykırı hareket edemediğimizi hiçbir zaman unutmayın.

Sizi bağrımıza basıyor ve hararetle öpüyoruz.

Sevgiyle,

Baba ve Anne”

1 Mayıs 2015 Cuma

Nisan 2015 Çok Satan Kitaplar Listesi

  20 farklı sitenin çok satan kitaplar listelesini harmanlayarak oluşturduğumuz Nisan ayı listemizin başında İlber Ortaylı'nın son kitabı Türklerin Tarihi var.


TÜRKLERİN TARİHİ
  "Koca bir kavmin binlerce kilometreyi üç asır içinde geçtiğini düşünün… Bu, dünyayı değiştirmez de ne yapar? İşte Türkler dünyayı böyle değiştirdi. Bu sebeple, bizim hayalî bir tarih ve kahramanlar üretmeye değil, yalnızca doğruyu öğrenmeye ihtiyacımız var…"
-İlber Ortaylı-

  Türklerin Tarihi, göçebe bir kavimken Ortadoğu'nun güçlü uygarlıklarından birini tesis eden Türklerin günümüzde de çok konuşulan menşei tartışmalarıyla başlıyor. Akabinde Orta Asya'dan Anadolu'ya göç edip bölgeyi Türkleştirmeleri ve orada inşa ettikleri kültürün esasları… Büyük bir mirasa, güçlü bir yapılanmaya ve tarihî bir zenginliğe sahip bir milletin, Türklerin adının nereden geldiği ve bu coğrafyaya ne zamandan beri "Türkiye" dendiği tartışmalarının tüm detayları… Kazanılan önemli savaşlar ve geri çekilmelerle, dahası ızdırablı toprak kayıplarıyla bugünkü halini alan Anadolu'nun hikâyesi…

  Türkiye'nin Malazgirt Savaşı'yla Bosna'nın fethi arasındaki 400 yıl boyunca Avrupa açısından önemli bir ülke ve baş edilmesi gereken bir sorun olmasının gerekçeleri… Dahası Oğuzlardan Kıpçaklara, Peçeneklerden Selçuklulara ve büyük bir imparatorluk olan Osmanlılara kadar uzanan ve sadece Türklerin değil; Rusların, Memlukluların, Karakoyunluların, Gaznelilerin, Safevilerin, Çinlilerin, Hintlerin ve Arapların tarihi… Yani aynı coğrafyayı yüzyıllar boyunca paylaşan uygarlıklara hep etki etmiş ve Doğu ve Batı kültürlerini birbirine taşımakta önemli bir rol oynamış Türklerin dünya tarihindeki yeri mercek altına alınıyor. 

  Orta Asya'nın bozkırlarından Avrupa'nın kapılarına, İlber Ortaylı'nın satırları arasında dolaşmak isteyen her yaştan okurun zevkle okuyacağı bir başucu kitabı...

1. Türklerin Tarihi - İlber Ortaylı - Timaş Yayınları 
2. Vazgeçtim - Kahraman Tazeoğlu - Destek Yayınları
3. Kürk Mantolu Madonna - Sabahattin Ali - Yapı Kredi Yayınları
4. Kocan Kadar Konuş Diriliş - Şebnem Burcuoğlu - Dex Kitap
5. Kötü Çocuk - Büşra Küçük - Ephesus Yayınları
Related Posts Plugin for WordPress, Blogger...