28 Kasım 2014 Cuma

Kendi Gecesinde - İnci Aral

KENDİ GECESİNDE
İnci Aral
Ekim 2014, 1. Baskı
356 Sayfa

AFD:
  Kendi Gecesinde okuduğum ilk İnci Aral kitabı. Kitap tanıtımının ilk bölümü; "Dinle Kara; sana sahilimi, sahillerimi, hayaletlerimi anlatacağım. Bir Doğu şehrinin soğuk hastanesindeki gece nöbetlerini, dağ eteklerindeki pusulardan getirilen parçalanmış genç bedenleri, narin sevgilim Dilda'yı. Aşklarımı, aşksız kalmalarımı, bütün mahrem, muhteşem ya da sefil, yıkım ve umut dolu anlarımı ve zamanla nasıl kirlenip çürüyerek kötü birine dönüşmüş olduğumu." oldukça ilgimi çektiğinden okumaya karar verdim.

  Kendi Gecesinde'de; Annesi ve babası ayrılan, annesiz büyüyen ve gönül ilişkilerini ayrımsız bir şekilde yaşayan Hayali'nin hikayesi anlatıyor bize İnci Aral. Zor bir çocukluk, zengin, kudretli fakat sevdiği kadın tarafından terk edilmiş bir baba, babanın kendi işini yapması için çocuğunu yönlendirme çabaları, Hayali'nin kendi olmaya, varlığını kanıtlamaya olan ihtiyacı ve bu yolda yaşadıkları...

  Bir kitabı bazen bir cümlesiyle seversiniz ve bir kitaptan da bazen bir cümleyle soğursunuz. Maalesef Kendi Gecesinde'de benim için ikinci durum geçerli oldu. Kitabın tanıtımında; önyargı, tutuculuk ve genel geçer ahlakın köşeye sıkıştırdığı insanların hayatının anlatıldığından bahsediliyorken kitabın içinde, karakterin üstünden de olsa; dinine, inançlarına bağlı yaşamayı seçen insanları yermek, onların ahlak düşkünü olduğunu söylemek, bir önyargı, kendi gibi olmayanlara karşı bir tutuculuk ve  genel geçer bir ahlaksızlıkla  bunu dile getirmek değil midir? Ahlak sahibi olmak yazarın ya da karakterinin düşündüğü gibi yobazlıkla bir tutulmamalıdır. Güzel ahlak sahibi bir insan; kendi gibi olmayana da saygı gösterir. Yazarın ahlaklı olmak gibi güzel bir duyguyu bile kötü bir kavrammış gibi yermesi beni oldukça üzdü. Eğer bu cümleleri kullanmamış olsa kitabın bendeki yeri çok daha farklı olabilirdi.


Altı Çizilesi:
  Hiç kimse olduğunu sandığı kişi değildir. Az çok doğru, daha çok da yanlış görürler ediniriz hakkımızda ve hep yabancıdır yüzümüz aynalarda.

  Daha güçlü kötülerin olduğu yerde sıradan kötülerin hükmü geçmiyor.


24 Kasım 2014 Pazartesi

Beş Şehir - Ahmet Hamdi Tanpınar

BEŞ ŞEHİR
AHMET HAMDİ TANPINAR
Haziran 2013, 31. Baskı
İlk Basım: 1946
238 Sayfa

AFD:
  Ahmet Hamdi Tanpınar, kitabın önsözünde tek cümleyle özetliyor aslında Beş Şehir'i: “Beş Şehir'in asıl konusu hayatımızda kaybolan şeylerin ardından duyulan üzüntü ile yeniye karşı beslenen iştiyaktır." 

  Beş Şehir, Tanpınar'ın gözünden yeni kurulan Cumhuriyetin; Ankara, Erzurum, Konya, Bursa ve İstanbul'unun; tarihi, mimari ve kültürel yönünden ele alındığı muhteşem bir eser. Tanpınar'dan dinledikçe, daha önce o şehirlerde yaşamış/gezmiş olunmasına rağmen, o şehirleri Tanpınar'ın önderliğinde yeniden keşfetmek istiyor insan.

  Babamın evi Bursa'da Yeşil Cami'nin bir sokak aşağısındadır. Yeşil Cami'yi kaç defa ziyaret etmişliğim, namaz kılmışlığım var fakat Tanpınar'ın anlattığı çoğu detaya hiç dikkat etmemiştim. Bir sonraki ziyaretimde rehberim kesinlikle Tanpınar olacak. Bursa'yı da, Allah izin verir de diğer şehirlere yolumuz düşerse, diğer dört şehri de Tanpınar rehberliğinde gezmek isterim.

 Kitabı okuyacaklara birkaç naçizane tavsiyem var: Elinizin altında ya da telefon/tabletinizde bir sözlük bulundurun. Zira ben kaç defa "vuzuh" ve "aksülamel"in anlamlarına baktığımı hatırlamıyorum. O kadar fazla bakmama rağmen anlamlarını yine unuttum. Ben bir sözlüğe bakıp geleyim. :) İkinci olarak; Anlatılan mekanları, tarihi yerleri, yapıları gözünüzde daha iyi canlandırabilmek adına mutlaka internetiniz olsun. Google sağolsun bana çok yardımcı oldu bu konuda. Son olarak da;  kesinlikle Beş Şehir'i roman tarzında sürükleyici bir kitap olarak düşünmeyin. Bir başucu kitabı gibi sindire sindire okuyun.


Altı Çizilesi:
  Sevdiğimiz şeyler bizimle beraber değişirler ve değiştikleri için de hayatımızın bir zenginliği olarak bizimle beraber yaşarlar.

  Eski medeniyetimiz dinî bir medeniyetti. Beğendiği, benimsediği adama ölümden sonra verilecek tek rütbesi vardı: Evliyalık. Onun içindir ki İstanbul evliya ile doludur.

  İstanbul gittikçe ağaçsız kalıyor. Bu hal, aramızdan şu veya bu âdetin geleneğin kaybolmasına benzemez. Gelenekler arkasından başkaları geldiği için veya kendilerine ihtiyaç kalmadığı için giderler. Fakat asırlık bir ağacın gitmesi başka şeydir. Yerine bir başkası dikilse bile o manzarayı alabilmesi için zaman ister. Alsa da evvelkisi, babalarımızın altında oturdukları zamanın kutladığı ağaç olamaz.

  Bir ağacın ölümü, büyük bir mimari eserin kaybı gibi bir şeydir. Ne çare ki biz bir asırdan beri, hatta biraz daha fazla, ikisine de alıştık.

  İstanbul daima fakiri bol bir memleketti

  Gerçekte, tulumbacı, mitolojinin ateşten doğan ve ateşte yaşayan semenderine benzeyen bir mahlûktu.

18 Kasım 2014 Salı

Cesur Yeni Dünya - Aldous Huxley

CESUR YENİ DÜNYA
Orjinal Adı: Brave New World
ALDOUS HUXLEY
Çevirmen: Ümit TOSUN
İthaki Yayınları
Mayıs 2011, 7. Baskı
Orijinal İlk Basım: 1932
352 Sayfa

AFD:
  Cesur Yeni Dünya; Aldous Huxley tarafından 1931 yılında kaleme alınmış. Bu romanla şunu anlamış oldum; Fahrenheit 451, 1984 ve Cesur Yeni Dünya aslında Platon'un ve Thomas More'un ütopyaları gibi, ütopik dünyalar sunmuşlardır bize. Fahrenheit 451, 1984 ve Cesur Yeni Dünya'nın distopik diye adlandırılmalarının sebebi de; bu kitaplarda yer alan ve yöneticilere göre oldukça güzel olan bu düzenin, aslında kendilerine dayatılmış bir düzen olduğunun farkına varan, bu düzeni beğenmeyen, değiştirmeye çalışan kahramanların gözünden anlatılmasıdır. Bir yandan da düzenle sorunu olmayan herkes için ütopik rüya devam etmektedir. Eğer bu kitaplarda düzeni sorgulayan kahramanlar ortaya çıkmasaydı, biz bu kitaplar için kolaylıkla ütopik kitaplar diyebilirdik. Ya da bir başka deyişle Platon'un ve More'un ütopyalarında düzenden memnun olmayan ve bu düzeni, bizim doğrularımıza yakın doğrularla, sorgulayan bireyler olsaydı biz bu kitaplara distopya diyebilirdik.

  Kitabımıza dönelim; tarih F.S. 632'dir. Yani Ford'dan Sonra 632. Burada adı geçen Ford ise ilk seri üretim araba teknolojisinin dehası Henry Ford'dur. Bu bilgiler ışığında Aldous Huxley'in bize 26. yüzyıl dünyasından seslendiğini söyleyebiliriz. 

  26. yüzyıl İngilteresi'nde yaşam bizim bildiğimizden çok farklıdır. Artık doğum diye bir olay yoktur. Yeni bireyler laboratuvarlarda yapay döllenme yoluyla dünyaya gelmektedir. İhtiyaca göre bireyler üretilir. En pis ve ağır işler için Epsilon-Eksi'lerden başlayan sıralama Delta(-) (+), Gama(-) (+), Beta(-) (+), Alfa(-) ve en önemli işlerde görevli Alfa Artı'ya kadar devam eder. Ebeveynlik kavramı da yoktur, çocuklar özel ortamlarda gelecekteki çalışma ve yaşama koşullarına uygun yetiştirilir, uykuda öğrenme (hipnopedi) yöntemi başarılı bir şekilde kullanılmaktadır. Aile, aşk gibi kavramlar da yoktur. "Herkes herkese aittir" mottosuyla isteyen istediği kişiyle birlikte olabilmektedir. Bir kişiyle uzun süre birlikte olmak, bir kişiye sevgi beslemek toplumda dışlanan davranışlardır. Anne-baba-doğum gibi kelimeler ise müstehcen olarak kabul edilir. Din, edebiyat, sanat ve felsefe ise bu toplumda yer almayan diğer ögelerdir. Bu toplumdaki bir diğer önemli mottosu ise Soma diye anlandırılan bir hap için geçerli olan "Bir gramı bin musibet savuşturur" cümlesidir. Bu hap sayesinde birey tüm bunalımlarını, sıkıntılarını atlatır ve hayat normal rutininde devam eder. 

  Cesur Yeni Dünya düzeninden memnun olmayan ve bir şeylerin yanlış gittiğini düşünen kişilerde vardır. Bunlardan biri; bir Alfa-Artı olan Bernard Marx'tır. Söylentilere göre Bernard Marx'ın üretiminde bir hata olmuş, henüz daha bir şişedeyken kanına yanlışlıkla alkol karıştırılmıştır. Bundan dolayı Bernard Marx herkesin fark ettiği gibi biraz değişik bir karaktere sahiptir. Dış görünüşüne de yansamış olan bu farklılıklardan bazıları; duygusal olarak birine (Lenina) yakınlık duyması ve her derdin ilacı Soma'yı kullanmamayı tercih etmemesi diyebiliriz. 

    Bir de Yeni Dünya Düzeni sınırları dışında yaşayanlar vardır. Cesur Yeni Dünya'da bu tür yaşam alanları Vahşi Ayrıbölgeler olarak adlandırılmıştır. Bir gün düzeni sorgulayan Bernard bu ayrıbölgelerdeki yaşamı merak ettiğinden New Mexico ayrıbölgesini ziyaret eder....

  Kitap hakkında çok bilgi vermiş gibi görünsem de aslında burada anlattığım sadece kitabın altyapısını oluşturan dünya düzeni. Kitap aslında buradan itibaren başlıyor. Bernard Marx ayrıbölgede ne ile karşılaşacaktır? Bu düzene bir son verebilecek midir? Ayrıbölgedekiler bu düzen için ne düşünmektedirler? Kimse Bernard Marx'a engel olmayacak mıdır?  bu sorular inşallah merakınızı cezbeder de bir an önce Cesur Yeni Dünya sayfaları arasında kaybolursunuz. :) 

  Kitabı okurken Bernard Marx ismi dikkatimi çekmiş "Acaba isim Bernard Shaw ve Karl Marx'ın birleşiminden mi meydana gelmiş?" diye düşünmüştüm.(Lost dizisini izlemenin etkisi olabilir) Vikipedia düşüncemin doğru olduğunu ve bunun sadece Bernard Marx'la sınırlı kalmadığını neredeyse tüm karakterlerin bu şekilde türediğini belirtmiş. Beni en çok şaşırtan ise Mustafa Mond oldu.
Kitaptaki karakterlerin isim kökenleri
Bernard Marx, George Bernard Shaw ve Karl Marx
Lenina Crowne, Vladimir Lenin
Fanny Crowne, Fanny Kaplan, Lenin'i öldürmek için başarısız bir suikast girişimi düzenleyen kişi.
Polly Trotsky, Lev Troçki
Benito Hoover, Benito Mussolini, Herbert Hoover
Helmholtz Watson, Hermann von Helmholtz, John B. Watson
Darwin Bonaparte, Napoleon Bonaparte, Charles Darwin
Herbert Bakunin, Herbert Spencer, Mikhail Bakunin
Mustapha Mond, Mustafa Kemal Atatürk, Sir Alfred Mond
Primo Mellon, Miguel Primo de Rivera, Andrew Mellon
Sarojini Engels, Friedrich Engels, Sarojini Naidu
Fifi Bradlaugh, Charles Bradlaugh
Joanna Diesel, Rudolf Diesel
Jean-Jacques Habibullah, Jean-Jacques Rousseau, Habibullah Khan

  Tavsiye eder miyim? Kesinlikle tavsiye ederim fakat bana göre 1984'ün kurgusu biraz daha iyi gelmişti. İki kitabı da okumayanlar için ilk başta 1984'ü öneririm. Aslında ilk olarak Yevgeni Zamyatin'in "Biz" adlı kitabını okumalıymışız. Çünkü bu iki kitap içinde "Biz"den etkilendikleri söylenmektedir. Ben de henüz okumadım. :(

Altı Çizilesi:
  Kronik vicdan azabı, tüm ahlâkçıların hemfikir olduğu gibi, hiç de istenmeyen bir duygudur. Eğer kötü bir davranışta bulunduysanız, pişmanlık duyun, elinizden geldiği kadar durumu düzeltin ve bir dahaki sefere daha iyi davranmaya bakın. Ne sebeple olursa olsun hatanızın üzerinde kara kara düşünmeyin. Temizlenmenin yolu çamurda yuvarlanmak değildir. 

  Eğer doğru kullanırsan sözcükler X ışınlarına dönüşebilirler -her şeyi delip geçerler. Okursun ve delinirsin.

  Eğer farklıysan, yalnızlığa mahkum oluyorsun.

  Mutluluk ve erdemin sırrıdır, yapmak zorunda olduğun şeyi sevmek.

"Ama ben yan etkileri severim." 
"Biz sevmeyiz," dedi Denetçi. "Biz her şeyi keyifli yapmayı yeğleriz." 
"Ben keyif aramıyorum. Tanrı'yı istiyorum, şiir istiyorum, gerçek tehlike istiyorum, özgürlük istiyorum, iyilik istiyorum. Günah istiyorum." 
"Aslında," dedi Mustafa Mond, "siz mutsuz olma hakkını istiyorsunuz." 
"Öyle olsun," dedi Vahşi meydan okurcasına, "mutsuz olma hakkını istiyorum." 


  Düzenin her türlüsü kaostan yeğdir.


14 Kasım 2014 Cuma

Leyla İle Mecnun - Sezai Karakoç

LEYLA İLE MECNUN
SEZAİ KARAKOÇ
Diriliş Yayınları
Haziran 2013, 8. Baskı
(İlk Basım: 1980)
100 Sayfa

AFD:
   Sevgili Yan Gel Yat Üniversite'sinin bize hediyesiydi, Leyla ile Mecnun. Bir bayram günü evimize, ziyaretimize gelmekle bizi çok mutlu ettiği yetmiyormuş gibi sağolsun bir de bu güzel kitabı getirmiş. Tekrar teşekkür ederiz güzel kalpli arkadaşımız.

 Bugüne kadar hiç Sezai Karakoç kitabı okumamıştım. Mona Rosa haricinde de hiçbir şiirini bilmiyordum. Bu kitap sayesinde Sezai Karakoç okumayarak neler kaçırdığımın da farkına varmış oldum. Leylâ ile Mecnun'un efsanevi aşkını Sezai Karakoç'un kaleminden okumak çok keyifliydi.

Altı Çizilesi:
...
Ama aşk ki ezeli bir tanışıklıktır
Doğmadan önce başlamışlıktır
...
...
Sözü anlamakta... delilik diyemem
Fakat dinlememekte... akıllılık diyemem
...
...
Doğuya gidip gidip de güneşe mi yaklaşsam
Bir ateş tuğlası gibi yanıp olsam bir cam
Onu Leylâ'nın düğününe armağan ederler mi
Yoksa bunda da Mecnun'dan eser var derler mi
Kırıp atarlar mı külümün ateşinden yaratılan camı
Beni hatırlatıyor diye koğarlar mı akşamı
Ülkelerinden, ocak ve lâmbalarından
...
...
Artık buluşmuşlardır Tanrı katında
Bir yersizlik ve zamansızlık saltanatında
Bir şey değişmez gelse de gelmese de Leylâ
Farketmez gitse de gitmese de Mecnun O'na
...
...
Ruh hürdür vücut esir
Ruh baldır beden zehir
Ruh hürdür Tanrı aşkıyla
Bağlı değil yer ve zaman kaydıyla
Farketmez gelse gelmese Kays O'na
Gitse gitmese Leylâ O'na
...

11 Kasım 2014 Salı

On Küçük Nefes - K.A. Tucker

ON KÜÇÜK NEFES
Orijinal Adı: Ten Tiny Breaths
K.A. TUCKER
Çevirmen: B. Selen Haktanır
Ekim 2014, 1. Baskı
(Orijinal İlk Basım 2012)
290 Sayfa

AFD: 
   On Küçük Nefes; Annesi, babası, en yakın arkadaşı ve sevgilisini bir trafik kazasında kaybeden yirmi yaşındaki Kacey'nin hikayesi. Kacey kazadan sonra yaşadığı travmayı atlatmak için uzun süre tedavi görmüştür, fakat tam anlamıyla bu travmayı atlatamamıştır. Travmayla baş etmek amacıyla her yolu denemiş sonunda Kick Boks antrenmanları bir nebze de olsa kendisine iyi gelmiştir. Kacey'nin hayat tutunmasını sağlayan asıl sebep ise kaza günü arabada olmayan on beş yaşındaki kız kardeşidir. Ailesinin vefatından sonra bir süre ebeveynliklerini üstlenen teyzesi ve eniştesi ile yaşamışlar fakat eniştenin aileden kalan parayı kumarda yemesi ve kız kardeşine sarkıntılık etmesi üzerine oradan kaçıp Miami'nin yolunu tutmuşlardır.

  Miami'de nasıl bir hayat kendilerini bekliyordur? Kacey insanlara tekrar güvenebilecek midir? Yan dairedeki yeni komşu Trent, Kacey'nin yeniden aşka inanmasını sağlayabilecek midir?

 Gelelim kitabın bana hissettirdiklerine; Sürükleyici bir kitap fakat açıkçası bana göre gereksiz cinsellik içeriyor. Ya da bu "Yeni Yetişkin" diye adlandırılan tür benim için uygun bir tür değil. Aslında güzel bir hikayesi var kitabın. Ben bu hikayenin vermek istediği mesajın, cinselliği tüm sayfalara yedirmeden de rahatlıkla verilebileceği kanaatindeyim. Bir de kitabın heyecanını sağlayan noktayı henüz kitabın başlarında tahmin etmem, bunda arka kapak yazısının payı çok büyük, kitaptan alacağım zevki en aza indirdi. Bir arka kapak tanıtımına bu kadar büyük bir kopya neden koyulur anlayamıyorum. Siz bu kitabı okumak istiyorsanız en iyisi mi benim yukarıda yaptığım tanıtımla yetinin. Kitaptan daha fazla zevk alacağınızı garanti ediyorum. :)

  "Yeni Yetişkin" türü bana uygun olmasa da, kitapta çok fazla gereksiz cinsel ögeler kullandığını düşünsem de hatta kitabın arka kapak yazısı kitabın büyüsünü bozsa da, yazarın kitabın sonunda yer verdiği teşekkür yazısındaki bu cümle;
 "Bu kitap bir kişinin bile birkaç içki içtikten sonra direksiyon başına geçmesini engelleyebilirse, devasa bir adım atmış olur."
kitabı benim için çok farklı bir yere taşıyor.


9 Kasım 2014 Pazar

Semaver - Sait Faik Abasıyanık

SEMAVER
SAİT FAİK ABASIYANIK
Yapı Kredi Yayınları
Haziran 2009, 26. Baskı
(İlk Basım: 1936)
105 Sayfa

AFD:
  Semaver Kitap Kardeşliği okuma grubumuzun Kasım ayı kitabı olarak seçildi. Ben de bu vesile ile ilk defa Sait Faik okumuş oldum.

  Bugüne kadar nasıl Sait Faik okumamışım. :( Hikayelerini ne kadar içten ve sıcak bir dille anlatmış.  Kitap hemen bitmesin diye arada başka kitaplar okudum.

  Kitap toplam 19 hikayeden oluşuyor. Bu hikayeler sıradan insanların sıcacık ve insanın yüreğine işleyen hikayeleri. Benim en sevdiğim hikayeler ise; hüznü insanın yüreğini yakan Semaver, öksüz ve yetim Trifon'un hayallerini taşıyan Stelyanos Hrisopulos Gemisi ve on beş yaşındaki hırsızın hazin hikayesi İpekli Mendil oldu.

  Kitaplığımızda Sait Faik kitaplarının yeri şimdiden hazırlandı bile, bu büyük yazarın tüm kitaplarını kesinlikle okumak istiyorum. 

Altı Çizilesi:
  Mesutları çok az bir mahallenin çocukları değil miydiler?

  ...Ve denize bir dakika durup bakmaya vakitleri olmadığını söyleyen bu insanlar, ne zevksiz mahluklardı.

  ...Dediğim köy evine vardığımız zaman atlarımızı ufak, oya gibi bir köy çocuğu aldı. Kasketinin kenarına sokulmuş karanfile baktığımı sandığı için çiçeği bana verdi. Halbuki ben onun, ıslak saman rengi gözlerine, yüzünün aynı renkteki derisine bakmıştım. Kim bilir karanfili bana, belki de onları veremeyeceği için vermişti.

  Bu yeşil, sarı, lacivert bayrak sizin bayrağınız. Komşu kabilenin bayrağı aynı renkte, aynı şekilde fakat üzerinde dokuz yıldız var.
  Onun için mi boğazlaşıyorsunuz? Kavgadan evvel evlerinde yemek yediğin, başı sana dokunduğu zaman yaşadığını hissettiğin çocuğu bu dokuz yıldız için mi öldüreceksin?

7 Kasım 2014 Cuma

Görmek - Jose Saramago

GÖRMEK
Orijinal Adı: Ensaio Sobre a Lucidez
JOSE SARAMAGO
Çevirmen: Aykut DERMAN
Can Yayınları
Haziran 2013, 8. Baskı
Orijinal İlk Basım: 2004
352 Sayfa


AFD:
    Saramago'nun en sevilen eseri Körlük'ü bitirir bitirmez Görmek'e başladım. Çünkü kitap tanıtımında "Halkın % 83'ünün boş oy attığı bir ülkede bir kaos yaşanır ve bu kaosun sorumlusu olduğu düşünülen kişi, yıllar önce yaşanan körlük salgınına yakalanmayan kadındır"  gibi bir ifade yer alıyordu. Ben de Körlük'ün ben de bıraktığı muazzam tadı devam ettirebilmek adına Görmek'e sarıldım.

       Saramago Görmek'te neden Körlük'ün kahramanlarını da işin içine katmış anlamadım açıkçası. Acaba bu bir satış stratejisi miydi? Öyle olmadığını düşünmek istiyorum. Benim düşünceme göre "Körlük" kitabının kahramanları olmadan da "Görmek" vermek istediği mesajı net bir şekilde verebilirdi. Demem o ki; Görmek'i, benim gibi Körlük'ün devamı coşkusuyla okumayın.

      İki kitabı okuyanların ortak görüşü olan "'Görmek' güzel ama 'Körlük' bir başka" cümlesini ben de rahatlıkla kullanabilirim. Peki bu fark neden kaynaklanıyor? Şu ana kadar üç kitabını okuduğum Saramago, üç kitabında da vermek istediği mesajları muazzam hiciv yeteneğiyle kitabına işliyor. Bence Saramago'yu sevdiren de bu özelliği. Körlük'ü farklı kılan durum ise, bu kitabında eleştirilerini sunduğu zemini tam bir macera romanı sürükleyiciliğinde hazırlamış olması. Yani hiç bir mesajı anlamayan bir kişi bile zevkle bu kitabı okuyabilir. Mesajları alabilenler için ise kitaptan aldığı zevk tabii ki iki katına çıkmaktadır.

       Görmek'de bir hükumetin kendi çıkarları adına ülkeyi ve insanları nasıl kullandığı anlatılıyor. Çoğu ülkede olduğu gibi gözü kapalı bir şekilde, adeta bir kör gibi hükumetin her dediğine inanan ve inandırılan insanlar var. Kitapta anlatılan bu adı konulmamış ülkede ise halkın büyük çoğunluğu hükumetin bütün propagandalarına rağmen gerçekleri görüyor ve anlaşılmaz bir şekilde birlikte hareket ediyorlar. Bu durum hükumeti yeni yollar aramaya teşvik ediyor. Ya suçlular bulunacaktır, ya da suçlular yaratılacaktır.
   "Şaşırmış numarası yapmayın ve elimde bununla ilgili kanıtlar olup olmadığını sorarak boşuna zaman yitirmeyin, suçsuz olduğunuzu bize kanıtlayacaksınız, çünkü kanıtlar gerektiğinde ortaya çıkacaktır."

    Saramago'nun tarzını sevenlerin okumaktan zevk alacağı bir kitap "Görmek" fakat ilk defa Saramago okuyacaklar için diğer okuduğum iki kitabı; "Ölüm Bir Varmış Bir Yokmuş" ve "Körlük"ü öneririm.

Altı Çizilesi:
   Kusursuz anların, hele yüceliğe çok yaklaşmışsa uzun sürmemek gibi çok büyük bir sakıncası vardır, ondan daha beteri ise -bu o kadar açık ki söylemesek de olurdu- insanın o andan sonra ne halt edeceğini bilememesidir.

   İnsanlar arasında yapabileceğimiz en doğru sınıflandırma, onları kurnaz ve ahmak olarak değil, kurnaz ve çok kurnaz olarak sınıflandırmaktır; ahmak olanları nasıl istersek öyle kullanırız, kurnazlarla sorun, onları kendi hizmetimizde kullanabilmektir; ama çok kurnaz olanlar bizim yandaşımız da olsalar, özünde tehlikeli kimselerdir; başka türlü olmak ellerinde değildir. İşin en ilginç yanı da davranışlarıyla bizi sürekli olarak kendilerinden kuşku duymaya itmeleridir; genellikle bu uyarılara dikkat etmeyiz, sonra da bunun sonuçlarına katlanırız.

6 Kasım 2014 Perşembe

Dem Bu Demdir - Mustafa Kutlu

DEM BU DEMDİR
MUSTAFA KUTLU
Dergâh Yayınları
Eylül 2014, 1. Baskı
252 Sayfa

AFD: 
   "Dem bu Demdir" hikâyeleriyle tanınan Mustafa Kutlu'nun yirmi yıllık süre içerisinde çalıştığı gazetelerde yazdığı denemelerinden oluşan son kitabı. Mustafa Kutlu'nun daha önce sadece Uzun Hikaye" isimli kitabını okumuş ve yazarımızın üslubunu sevmiştim. Bu kitapla denemelerini de sevdiğime karar verdim.

    Mustafa Bey bize eski zamanları anlatıyor. Bir kuşun cıvıltısını, bir ağacın yaprağını, bir çiçeğin kokusunu...  Televizyonlarda bize dayatılan %10-15'in yaşam tarzını değil, bize Anadolu'yu anlatıyor. Köylüyü, kasabalıyı, şehrin gerçek sakinlerini anlatıyor. Unuttuğumuz, unutmaya yüz tuttuğumuz özümüzü anlatıyor.

    "Dem Bu Demdir"de bulunan denemelerin bazıları bana, bir romanın ya da bir hikayenin başlangıç bölümünü anımsattı. Hani bazı romanların/hikayelerin can alıcı bölümlerine geçmeden önce bir başlangıç bölümü olur da; yazar burada kitaba kendinden bir şeyler katar, vermek istediği mesajı verir ya, bu denemelerin de bir kısmı o havadaydı. Bu havayı yakalayan denemeler en sevdiklerim oldu: "Sokağımın Tek Ağacı", "Hayatı Tanımak", "Kime Güvenebiliriz?", "Reçete", "Unutmak Mümkün mü?" ve "Turgut Hocayı Dinlerken"

     Bir de eleştirim var. Keşke kitapta yer alan her denemenin altına ne zaman yazıldığının tarihi belirtilseydi. Mesela "Bu sonbahar sararıp düşen her yaprak yıkılan bir aile, dükkanı kapatan bir esnaf, açlıktan kaldırıma yığılan bir işsiz gibi üzerimize çöktü" demiş Mustafa Bey bir yazısında. Ben "Bu sonbahar"ın hangi yılın sonbaharı olduğunu bilerek okumak isterdim açıkçası. Bunun gibi birçok örnek var. Kesinlikle bu konu dikkate alınmalı diye düşünüyorum.

   Kitabı okurken bazen "Yazar bu cümleyi daha önce de kurdu" diye düşündüm. Mustafa Beyin köşesinde yazdığı yazılar günlük olarak okuyucuyla buluştuğu için her ne kadar farklı yazılar yazılmış olsa da;  aynı cümleler, düşünceler ve alıntıların  bazen tekrar kullanılması gayet normal.


Altı Çizilesi:
   Hikayeci Sait Faik için anlatılan bir anekdot vardır. Kendisinin iyicene tanındığı yıllarda bir başka yazar daha türemiş. Yazarlar arasında rekabeti, kıskançlığı, atışmayı seven ve bunu her fırsatta körükleyen birileri, Sait Faik'e bu yeni palazlanan yazardan bahsederek fikrini sormuşlar. O da: - Bırak canım, adam daha balıkların adlarını bilmiyor, ondan hikayeci olmaz, demiş.

   Paylaşmak, dayanışmak, bir tebessüme karşılık vermek ve ağlarken bir sineye yaslanabilmek en güzeli.

"Aklına Mecnunların tahsin ki ketm-i râz edip
Geh sipihre ger der û dîvara söyler söylese."
(Aferin şu delilerin aklına ki, sırlarını saklamasını bilir ve onları olur olmaz kişiye açmazlar. Mutlaka söylemek icap ederse gökyüzüne, kapıya veya duvarlara söyler, onlarla dertleşirler).

   Kitap vasıtası ile vücut bulur, kitapla haşır-neşir olan kişide bir ruh yüceliği, bir ahlak inkişafı, bir metafizik derinlik, bir aksiyon hamlesi hissedilir. Edebiyat bunu yapar.

Medyanın ağzında "Temiz eller operasyonu"...
İnsanlarımızın zihninde bir soru: "Hangi temiz el bu operasyonu yürütecek"...

Kutsal kitabımız buyuruyor: "İnsanoğlu hem cahil, hem nankördür"...

4 Kasım 2014 Salı

Körlük - Jose Saramago

KÖRLÜK
Orijinal Adı: Ensaio Sobre a Cegueira
JOSE SARAMAGO
Çevirmen: Aykut DERMAN
Can Yayınları
Eylül 2012, 22. Baskı
Orijinal İlk Basım: 1995
360 Sayfa


AFD:
    Saramago ile "Ölüm Bir Varmış Bir Yokmuş" adlı kitabıyla tanışmıştım, kitap bittikten sonra tüm Saramago kitapları "mutlaka okunacaklar" listeme almıştım. İlk okunacak kitap da haliyle; Saramago denilince ilk akla gelen kitabı "Körlük" oldu.

     "Körlük", Arabasında durup dururken kör olan bir adamın hikayesiyle başlıyor. Bu körlük kapkara bir körlük değil aksine bembeyaz bir körlük. Adam panik halinde ne yapacağını bilmezken, bir kişi ona yardım etmeyi ve evine kadar bırakmayı teklif ediyor. Adam bu çaresiz anında uzanan yardım elini, müteşekkir bir şekilde kabul ediyor. Fakat bu yardım elini uzatan kişi, adamı evine bıraktıktan sonra adamın, körlüğünden ve paniğinden yararlanarak, arabasını çalıp uzaklaşıyor.
      Kör olan adamın eşi eve gelince şaşkınlık içinde onu bir göz doktoruna götürüyor. Göz doktoru yaptığı incelemede adamın gözlerinin gayet sağlıklı olduğunu daha farklı testler ve araştırmalar yapılmadan durumun ne olduğunu anlayamayacağını söyleyerek adamı belirttiği testleri yaptırması için yolluyor. Doktor akşam eve gittiğinde tam da hastasının dediği gibi bembeyaz bir körlük içinde buluyor kendini. Doktor sağlık bakanı ile bir şekilde iletişime geçip durumu anlatıyor. Bu arada ilk kör olan adamın arabasını çalan adam ve o gün doktorun muayenesinde bulunanlar tek tek kör olmaya başlıyor. 
    Körlük tüm hızıyla ülkeye yayılıyor. Körlüğün yayıldığı hızla cinayetler, hırsızlıklar, tecavüzler de yayılıyor. Bu kaos ortamında kör olmayan tek bir kişi var; doktorun karısı.

     Herkesin kör olduğu bir ülkede yaşam nasıl devam edecektir? Bu kadar körün arasında gören iki çift göz ne yapacaktır? Yoksa doktorun karısı da mı kör olacaktır? Bu sorularının cevabını merak ediyorsanız kitabı bir an önce okumalısınız. 

    Kitabı okurken sürekli "acaba ne zaman sıra bana gelecek?", "ben ne zaman kör olacağım?" diye düşünmekten kendimi alamadım.

   Saramago tam anlamıyla bir hiciv ustasıdır. Bu nedenle "Körlük" sadece herkesin kör olduğu bir ülkenin sıradışı romanı değildir. Saramago bu bembeyaz körlüğü bir metafor olarak kullanıp, bir kaos ortamında nasıl insanlıktan çıkabildiğimizi ve aslında nasıl bakar körler olduğumuzu gözler önüne sermiştir. 

     En kolay yapılan şeyin kötülük olduğunu herkes bilir. -Saramago-

    Evet bizler en küçük bir kaos ortamında insanlıktan çıkabiliriz. Deprem olur, herkes can derdindeyken milletin evine girip hırsızlık yapabiliriz. Sel olur, sele kapılmış değerli eşyaları bizim olmadığı halde çalabiliriz. En haklı gösteriyi bile çığırından çıkarıp oraya buraya saldırabilir etrafı yağmalayabiliriz...
    

      Evet bizler bakan körleriz. Vatan borcunu ödemek için askere giden evladımız, çarşı iznindeyken kalleşçe vurulduğu halde hiçbir şey olmamış gibi yaşayabiliriz. Madenlerde yüzlerce kişi can verirken biz Türkiye'nin yeni yeteneklerini seçebilir, milli maçları izlerken saç baş yolabiliriz...

       Sözün özü Körlük'ü, Saramago'yu ve tüm değerli yazarları okumalıyız. Okumalıyız ki farkına varmalıyız...


      Çünkü insana en çok kitap yakışıyor ve mürekkebin kuruduğu yerde kan akıyor! -Franz Kafka-

Dipnot: Kitaba oldukça sağdık kalarak sinemaya uyarlanan "Blindless" (Körlük) filmini de kitabı okuduktan sonra izlemenizi tavsiye ederim.

Altı Çizilesi:
Zamana zaman tanıyın her şeyi çözümlesin.

Kendi ölçeğimizde gerçekleştirebileceğimiz tek mucize, yaşamayı sürdürmektir, şu kırılgan yaşamımızı kırılganlığıyla korumaktır ve buna her doğan gün yeniden başlamaktır, kör olan gözlerimiz değil de yaşamın kendisiymiş gibi, ne yöne döneceğini bilmeyen o imiş gibi.

Korku insanı kör eder, dedi koyu renk gözlüklü genç kız, Haklısınız, gözlerimiz görmemeye başlamazdan önce bizler zaten kör olmuştuk, korku bizi kör etmişti, aynı korku yüzünden körlüğümüz sürüp gidecek. 

Öldü, işte o kadar, neden öldüğünün önemi yok, bir insanın neden öldüğünü sormak saçma bir davranış, ölüm nedeni zaman içinde unutulur, yalnızca o tek sözcük kalır, Öldü...

Papaz giysisi giymekle papaz olunmadığı gibi, eline asa almakla da kral olunmaz.

2 Kasım 2014 Pazar

Göçmüş Kediler Bahçesi - Bilge Karasu

GÖÇMÜŞ KEDİLER BAHÇESİ
BİLGE KARASU
Metis Yayınları
Nisan 2012, 10. Baskı
(İlk Basım: 1979)
230 Sayfa

AFD:
   "Göçmüş Kediler Bahçesi" için; "Okuduğum en güzel kitap", "Türk Edebiyatı'nın baş tacı""Hiç bitmesin istedim", "Edebiyatımıza yeni bir soluk getiren mükemmel bir eser" gibi klasik cümleler kurarak kolay yolu seçebilirdim. Fakat ben kitabın edebiyatımızdaki yerinden değil, kendi yaşadığım okuma serüveninden bahsetmek istiyorum.

   Bu kitap, okuduğum ilk Bilge Karasu kitabıydı ve okumaya başladığım ana kadar Bilge Karasu'nun tarzı hakkında hiçbir fikrim yoktu. Birkaç yerde kitabın güzel olduğunu duyunca ismini not almış ve ilk fırsatta kitaplığımıza eklemiştim.

  Gelelim okuma serüvenime; ilk bölüm "Göçmüş Kediler Bahçesi"; güzel anlatımı olan normal bir hikaye olarak başladı, fakat birden hikaye orta yerinde bitti ve ikinci hikaye "Avından El Alan Adam" başladı, ben de okumama devam ettim. Güzel bir deniz, balık ve balıkçı hikayesiydi bu, sıçrayan bir atın birden bire ortaya çıkmasına kadar. At bir göründü kayboldu, yeniden denize döndük. Sonra tekrar ata, sonra denize, sonra... Ben "Ne kaçırdım acaba?" diyerek baştan okumaya başladım kitabı. Neyse sonradan anlamıştım bir hikayenin içinde iki hikaye anlatıldığını. "Avından El Alan Adam" adlı hikayeyi böyle atlattık derken adı sanı konulmamış bir başka bölüm çıktı ortaya. Kitabın başına tekrar dönerek bu adsız bölümün, ilk hikaye "Göçmüş Kediler Bahçesi"nin devamı olduğunu anlamış oldum. Tabii ki bu son başa dönüşüm değildi :) En az beş defa başa dönmüşümdür okurken, yine de bu sayı iyi bence, çünkü bazı bölümlerde yazarımızın anlattıklarını anlayabilmek adına aynı bölümü kaç defa okuduğumu hatırlamıyorum. Bu kadar başa döndükten sonra her şeyi anladım mı peki? Kitabı kapattıktan sonra böyle bir ihtimalin olmadığını düşünüyordum. Zira doğru düşünmüşüm, Şeyma Sezer'in Göçmüş Kediler Bahçesi üzerine yaptığı analiz  bana, ilk okumamda her şeyi tam olarak çözemediğimi açıkça göstermiş oldu. Bu analizin ışığında bir süre sonra tekrar okuyacağım Göçmüş Kediler Bahçesi'ni. Bakalım bu sefer kaç defa aynı yerleri okumam gerekecek?

    En sevdiğim bölümler ise; "Avından El Alan", "Korkusuz Kirpiye Övgü" ve "Usta Beni Öldürsen E" oldu.
   
 Tavsiye eder miyim? kısmına gelirsek. Anlattıklarımdan sizi nasıl bir kitabın beklediğini hayal edebiliyor ve heyecanlanıyorsanız, evet bu kitap sizlik. Fakat benim anlattıklarım bile yeterince karışık geldiyse bence  "Göçmüş Kediler Bahçesi" biraz daha beklemeli.

   Kitabı okurken hep Haluk Levent'in "Anla" isimli şarkısının şu sözlerini aklıma geldi:
Sınav sınav içinde
Sınav benim içimde
Düşündüm aklım kaldı
Yoksulun geçiminde

Tabii ki uyarlanmış hali olarak:
Masal masal içinde
Masal benim içimde 
Düşündüm aklım kaldı
Göçmüş Kediler Bahçesinde
:)

Altı Çizilesi:
   Seninle her yere giderim,” diyordu balıkçı. “Ama hazır değilsem bir şeye, seninle bile gitsem, neye yarar?”

   Ne yalan söyleyeyim? Dedemin anlattığı masalların birinde "deniz" diye bir şey vardı. Su gibi bir şeymiş, karaların bittiği yerde başlarmış. Dünyanın ucuymuş. Dedem de görmemişti ya, dedesinden, dedesinin dedesinden kalma masallardan bilirmiş o da. Hani dedim, gider gider de bu dünyanın ucuna varır denizi görür müydüm? Çılgınlıktı bu tabii. Kimsenin görmediği şeyi ben nereden görecektim. Hem buralarda olsa, gezgincilerden işitilirdi. Çılgınlık ya, umut bu... Tabii, öyle bir şeye rastlamadım. Rastlamağı düşünmekten de vazgeçtim. Ben de torunlarıma anlatırım dedemden işittiğimi söyleyerek. Ola ki onlardan biri, onların torunlarından biri, göre onu, günün birinde, oralara ulaşa. Bilinmez...

   Korkumuzu azaltmalıyız. Azaltmak için de dolaşıp gezmeli, gerçek tehlikelerle karşılaşıp bu tehlikelerden kurtulmanın yolunu bulmalıyız. Yola çıkarken, yalnız düşmanla karşılaşacağımı düşünüyordum, dostlar da çıktı karşıma. Dostu tanımak için gerekli vakti her zaman bulabilir miyiz? Ben de bilmiyorum. Yok o kadar vaktimiz....

   Artık kışlak, konar kalkar köylerde kışlamadığı, kat kat yünler, postlar giyinip at sırtında uyumadığı için, bir zamanların göçebesi, içilecek suyun ardında değildi artık; yıkanılacak, çimilecek, bakılacak suyun tadına varmıştı. Şimdi aradığı, göze değil, pınar değil, çeşmeydi, hamamdı, ırmaktı, denizdi.

   Gerçi insan, sevdiğinin büyüdüğünü ister de yaşlandığını, ölüme yaklaştığını istemez.

   Kentin sinliğinde, üzerine toprak dökülürken, "ben hangimizim, gömülen hangimiz?” diye sordum kendime, alçak duvarın üstünden o demir rengi denize bakmadan. Sorunun yanıtını bulamadım daha. 
   Kollarımda can verdi. Şimdi ardından yaşayıp gitmek neye yarar.

   Korku, örtmeye en yatkın olduğumuz kirimiz, gizlemeye en çok uğraştığımız korkumuzdur.

1 Kasım 2014 Cumartesi

Ekim 2014 Çok Satan Kitaplar Listesi

  Kitap satışı yapan 20 farklı sitenin çok satan kitaplar listelerini harmanlayarak oluşturduğumuz Ekim ayı listemizin başında Kahraman Tazeoğlu'nun yeni kitabı Yaralı var.


YARALI
   Artık hatırlanmaya değecek kadar bile kalmadın. Seni unutmak hakkım! Unutkan biri değilimdir ama sen bende hatırlanacak hiçbir şey bırakmadın. Benim unutulmuşum olmak bile güzeldir, bil. Aşk mı? Aramızda kaldı; içimizde değil… 
   Yanlış aşkta doğru aranmaz. Ama yine de oku istiyorum. Cümlelerimde gizlenmiş duygudan ne anladığını benim nasıl yazdığım değil, senin nasıl okuduğun belirler. 
   "Kör müydü gözlerin, nasıl göremedin" diye sordular senden sonra. Kör değildim. Ve hayatımda en çok iki kere parlamıştı gözlerim. Birincisi seni ilk gördüğüm, ikincisi giderken ardından baktığım gün. İlkinde aşkın ışığından, ikincisinde gözyaşlarımdan… O iki anın arasındaysa hep kapalıydı gözlerim. Aşkına inandığımdan. Kör değildim, sadece güvenmiştim! 

   Not: Bugün seni düşünmeden yaşayabilmeyi başardığım ilk gün. Hadi topla seni benden. Kalbim seni uğurluyor. Al bu yara sende kalsın. Artık beni acıtmıyor.



1. Yaralı - Kahraman Tazeoğlu - Destek Yayınları
2. Aldatmak - Paulo Coelho - Can Yayınları
3. Elif Gibi Sevmek - Hikmet Anıl Öztekin - Yakamoz Kitap
4. Kürk Mantolu Madonna - Sabahattin Ali - Yapı Kredi Yayınları
5. Pembe Ve Yusuf - Canan Tan - Doğan Kitap
Related Posts Plugin for WordPress, Blogger...