23 Aralık 2016 Cuma

Gölge - Ahmet Naç

GÖLGE
Karanlıktan Korkma "çocuk"
AHMET NAÇ
Doğan Kitap
Kasım 2016, 1. Baskı
238 Sayfa


AFD:
   Ezberbozan öğretmenden, ezborbozan kitap.

   Bilmiyorum Ahmet Naç'ı duydunuz mu? Ben ilk olarak haberlerde karşılaştıktan sonra adını bir daha unutamadım. Neredeyse tüm konuşmalarını, öğrencileriyle yaptığı tüm etkinliklerini izlemişimdir.

Belki bu fotoğraf hatırlamanıza yardımcı olur.

   Ahmet Naç, İstanbul Esenler'de sıradan bir ilköğretim sınıfını güzel bir şekilde yeniden dizayn edince neredeyse tüm haber bültenlerinde yer almaya başladı. Fakat bu Ahmet Öğretmen için şaşırtıcı bir durumdu. O sadece yapması gerekeni yapmıştı. "Sınıfınıza neden kitaplık yaptınız?" gibi sorularla karşılaştı. O ise bir sınıfta kitaplık olmasından daha doğal bir şey olmadığını düşünmekte ve bu düşüncelerini uygulamaktaydı.

   Ahmet Öğretmeni asıl kalplere kazıyan ise aşağıda paylaştığım TEDX konuşması olmuştur. Kaç defa izlediğimi bilmiyorum ve daha kaç defa izleyeceğimi... Siz de izlemediyseniz mutlaka izlemelisiniz.

   Gelelim kitabımıza; Gölge'nin çıkacağını ilk duyduğumda çok şaşırdım. Ahmet Öğretmenin kitap yazacağını nedense hiç düşünmemiştim. O hep anlatsın, konuşsun yeterdi bana. Ama o yine yeterle yetinmemiş daha fazlasını yapmış. :)

   Gölge'yi okumaya başlamadan önce bence Ahmet Öğretmenin öğrencileriyle hazırlayıp sunduğu Çanakkale gösterisini (A'sar 1915) izlemelisiniz. Çünkü kitap bu gösteri ile oldukça bağlantılı.

   Ahmet Öğretmen, sıradan bir sınıftaki sıradan öğrencilerle neler başarılabileceğini her geçen gün seviyeyi daha da yükselterek gösteriyor.

   Gölge bir başucu kitabı; öğretmenler, öğrenciler, idareciler, veliler, anne ve babalar için. Ben Milli Eğitim Bakanı olsam öğretmenlik mesleğini seçen herkese ve tüm velilere bu kitabı ücretsiz olarak dağıtırım. Tabi, amacım daha iyi eğitim almış bireyler yetiştirmekse...

   Ahmet Öğretmen hepimizin, güya daha iyi eğitim adına yaptığı yanlışları sıralamış kitabında. Öğretmeninden öğrencisine, veliden idarecisine, Milli Eğitim Bakanlığı'ndan kitap yayıncılarına kadar. Sistemin çarklarının neden sağlıklı bir şekilde dönmediğini hiç korkmadan anlatmış, bu çarpık sistemin sorumlusu olan herkese iyi bir ders vermiş.
 
   Şu an Ahmet Naç, her yere konuşmacı olarak çağrılabilir. her özel okul kendi öğretmeni olsun diye şu an kazandığı paradan çok daha yüksek meblağlar sunabilir. Ahmet Öğretmen artık etliye sütlüye karışmadan rahatlıkla yaşayabilir. Ee o zaman bir dur artık, insanları kızdıracak şeyleri bu kadar kolay söyleme. Gücün yanında ol, keyfine bak değil mi?
  Değil! Çünkü onun izini takip ettiği bir Gölge var. O Gölgenin izinde yapıyor her ne yapıyorsa ve kitabında da bizlere Gölgeyi bir defa daha anlatıyor, hiç anlatılmayan bir tarzda.

   Adını unutturmaya çalışsalar da Gölgesi bile yetiyor "adam" olana.
   Yaşayamadıklarım değil, yaşadığım ne varsa onlar beni ben yapacak. Yaşamak istediklerimi tek tek bana vererek...

 Kendi ülkene bak! O milyonlar her şeye yön veriyor, verecek. Ahlaksızlığı, tecavüzü, adaletsizliği,yenilen kul hakkını, hırsızlığı, saygısızlığı, tahammülsüzlüğü nasıl açıklayacağız?

   Kendi çocuğunu dünyanın en özel çocuğu sanan, paranoyak anne babalarla yeni nesil sizin eseriniz! Ne kadar gurur duysanız az!

 Önemli olan çok okumak, çok şey öğrenmek değil... Ufkun genişlemeden bir adım ileriye gidemezsin.

   Doğru iletişim... Tüm o saçmalıkların yerine eğitim fakültelerine ilk önce bu dersi koymak gerek!

 "Bence okullarda yapılan en büyük hata, çocukları korkuyla motive ederek bir şey öğretmeye çalışmaktır. Not alma korkusu, sınıfta kalma korkusu gibi. Bir konuya ilgi duyarak öğrenmek ile korkuyla bir şeyi öğrenmek arasında nükleer bir patlama ile bir kıvılcım kadar fark vardır." -Stanley Kubrick-

   Diyorlar ki, "Dünyayı mı değiştireceksin? Dünyayı değiştirmek çok zordur, bir ütopya bu." Ama dünya bu kadar aptalken hiç zor değil inan bana. 

   Eğitimde çağ yakalamak küçük bir hedef. Şu andaki benim reddettiğim, kabul etmediğim bir seviye. Sınıfımda istemem. Aslolan çağı yakalamak değil, tüm dünyaya çağ atlatmaktır. Tüm dünya çocukları için...

   Bu ülkede yüzde 99'u domuz eti yemeyen Müslümanların yüzde kaçı kul hakkı yer? Yalan söyler? Hırsızlık yapar? Gıybet eder? Kötü söz söyler? İftira atar? Komşusuna kötü davranır, umursamaz?

7 Haziran 2016 Salı

Mayıs 2016 Çok Satan Kitaplar Listesi

   20 farklı sitenin çok satan kitaplar listelerini harmanlayarak oluşturduğumuz Mayıs ayı listemizin başında Soner Yalçın'ın son kitabı Galat-ı Meşhur var.


GALAT-I MEŞHUR
Cemaat polislerinin hazırladığı dosyada "Ermeni" dedikleri muhalefet lideri kim?
Lise yıllarında dinci kampta eğitim alan Başbakan kim?
İslami Devrim için ABD Konsolosluğu'nu basan AKP'li Bakan kim?
Erdoğan'ı sürekli kandıran gazeteci kim?
Kılıçdaroğlu'nun "akıl hocası" sağcı Milli Mücadeleci kim?
Öcalan'a,"Kürtçülüğü bırak solculuktan ayrılma" diyen aile büyüğü kim?
PKK'yı asıl büyüten sağcı lider kim?..
Sağcı bilinen solcular; solcu bilinen sağcılar kim?
Paris günlerinde sosyalist olan Cemaatçi kadın kim?
Alevi Mezarlığı'na gizlice gömülen Nazi subayı kim?
Süleyman Hilmi Tunahan'ın "talebesi" CIA görevlisi kim?
Hitler için dua eden Nurcu kim?
Osmanlı'dan günümüze casus gazeteciler kim?
Atatürk ve arkadaşlarının ruhunu çağırdığı Osmanlı padişahı kim?
Ve HDP milletvekillerinin sicili; kim aslında kimdir?

Bir Soner Yalçın Araştırması 


1. Galat-ı Meşhur - Soner Yalçın - Kırmızı Kedi Yayınevi
2. Kırmızı Saçlı Kadın - Orhan Pamuk - Yapı Kredi Yayınları
3. Eyvallah 2 - Hikmet Anıl Öztekin - Yakamoz Yayınları
4. Lontano - Jean Cristophe Grange - Doğan Kitap
5. Yabancı & Şahmeran - Öznur Yıldırım - Pegasus Yayınları

2 Mayıs 2016 Pazartesi

Nisan 2016 Çok Satan Kitaplar Listesi

   20 farklı sitenin çok satan kitaplar listelerini harmanlayarak oluşturduğumuz Nisan ayı listemizin başında Orhan Pamuk'un son kitabı Kırmızı Saçlı Kadın var.


KIRMIZI SAÇLI KADIN

  İlk aşk deneyimi bütün bir hayatı belirler mi?
 Yoksa kaderimizi çizen yalnızca tarihin ve efsanelerin gücü müdür?
  Orhan Pamuk, Yapı Kredi Yayınları’ndan çıkan yeni romanı Kırmızı Saçlı Kadın’da bizi otuz yıl önce İstanbul yakınlarındaki bir kasabada liseli bir gencin yaşadığı sarsıcı bir aşk hikâyesiyle, büyük bir insani suçun peşinden sürüklüyor.


1. Kırmızı Saçlı Kadın - Orhan Pamuk - Yapı Kredi Yayınları 
2. Yabancı & Şahmeran - Öznur Yıldırım - Pegasus Yayınları
3. Galat-ı Meşhur - Soner Yalçın - Kırmızı Kedi Yayınevi
4. Tutuklandık - Can Dündar - Can Yayınları
5. Türklerin Tarihi 2 - İlber Ortaylı - Timaş Yayınları

4 Nisan 2016 Pazartesi

Mart 2016 Çok Satan Kitaplar Listesi

   20 farklı sitenin çok satan kitaplar listelerini harmanlayarak oluşturduğumuz Mart ayı listemizin başında Orhan Pamuk'un son kitabı Kırmızı Saçlı Kadın var.


KIRMIZI SAÇLI KADIN

  İlk aşk deneyimi bütün bir hayatı belirler mi?
 Yoksa kaderimizi çizen yalnızca tarihin ve efsanelerin gücü müdür?
  Orhan Pamuk, Yapı Kredi Yayınları’ndan çıkan yeni romanı Kırmızı Saçlı Kadın’da bizi otuz yıl önce İstanbul yakınlarındaki bir kasabada liseli bir gencin yaşadığı sarsıcı bir aşk hikâyesiyle, büyük bir insani suçun peşinden sürüklüyor.


1. Kırmızı Saçlı Kadın - Orhan Pamuk - Yapı Kredi Yayınları 
2. Küçük Prens - Antoine de Saint-Exupery
3. Kürk Mantolu Madonna - Sabahattin Ali - Yapı Kredi Yayınları
4. Hızır Dokunsun Dualarına - Mustafa Kaya - Fenomen Kitaplar
5. Ayasofya'nın Gizli Tarihi -  Erhan Altınay&Pelin Çift - Beyaz Baykuş

16 Mart 2016 Çarşamba

Tam Kitap Kurtlarına Göre Bir Yarışma

  kitapyurdu.com kitap kurtlarına yönelik çok güzel bir yarışma başlatmış: Kitap tanıtım videosu yarışması  #KitapyurduVideoYorumum

  Biz de bu güzel bir yarışmayı tüm kitap kurtlarına duyurmak istedik

 Tanıtım videosunu aşağıdan izleyebilirsiniz.

   Şartlar da oldukça basit aslında; bir kitap tanıtım videosunda olması gerekenlerden fazla bir şey istenmemiş. Ödül olarak da her hafta bir kişiye 50 TL,  4'er kişiye ise 25 TL'lik Kitapyurdu çekleri. Bir kitapsever zaten ne ister ki. :)

   Kitapyurdu'nun kampanya ile ilgili duyurusu bu linkte:

  Bunlar da ödül kazanan arkadaşlarımızın videolarından bir kaç tanesi. Örnek olması açısından mutlaka izlemenizi tavsiye ederim.





   Bu yarışma, bugüne kadar gördüğüm kitap ile alakalı en güzel yarışma. Şunu paylaşın, şuna üye olun gibi şartlar yok. İstenilenler oldukça basit, ortaya çıkan videoların sahibine hediye çeki kazandırması yanında, bize de güzel kitap tanıtımları izleme imkanı sağlayacak olması yarışmanın en beğendiğim yönü oldu.

   Haydi kitap kurtları, Kitapyurdu videolarınızı bekliyor. :) Tabii ki biz de, güzel kitap tanıtımlarını :)

1 Mart 2016 Salı

Şubat 2016 Çok Satan Kitaplar Listesi

   20 farklı sitenin çok satan kitaplar listelerini harmanlayarak oluşturduğumuz Şubat ayı listemizin başında Orhan Pamuk'un son kitabı Kırmızı Saçlı Kadın var.


KIRMIZI SAÇLI KADIN

  İlk aşk deneyimi bütün bir hayatı belirler mi?
 Yoksa kaderimizi çizen yalnızca tarihin ve efsanelerin gücü müdür?
  Orhan Pamuk, Yapı Kredi Yayınları’ndan çıkan yeni romanı Kırmızı Saçlı Kadın’da bizi otuz yıl önce İstanbul yakınlarındaki bir kasabada liseli bir gencin yaşadığı sarsıcı bir aşk hikâyesiyle, büyük bir insani suçun peşinden sürüklüyor.


1. Kırmızı Saçlı Kadın - Orhan Pamuk - Yapı Kredi Yayınları 
2. Elveda Güzel Vatanım - Ahmet Ümit - Everest Yayınları
3. Küçük Prens - Antoine de Saint-Exupery
4. Kürk Mantolu Madonna - Sabahattin Ali - Yapı Kredi Yayınları
5. Aşkla Kal - Kahraman Tazeoğlu - Destek Yayınları

13 Şubat 2016 Cumartesi

Mülksüzler - Ursula K. Le Guin

MÜLKSÜZLER
Özgün Adı: The Dispossesed
Çevirmen: Levent MOLLAMUSTAFAOĞLU
Metis Yayınları
Aralık 2014, 14. Basım
İlk Basım: 1974
335 Sayfa

AFD:
   Neredeyse her "Mutlaka Okunması Gereken Kitaplar" listesine adını görsem de, bir bilim-kurgu kitabı olduğunu düşündüğümden hep uzak durdum Mülksüzler'e. Özellikle kitaplar konusundaki beğenilerine güvendiğim arkadaşım Erman'ın sürekli okumam için Mülksüzleri önermesi, "Düşündüğün tarz bir bilim-kurgu değil, daha çok distopya- ütopya tarzı" demesi ve son olarak da "Ben tekrar okuyacağım, birlikte okuyalım" önerisiyle Mülksüzlere başladım. Teşekkür ederim Erman, sen olmasan Mülksüzler sürekli okuması ertelenen bir kitap olacaktı.

    Mülksüzler Erman'ın da söylediği gibi klasik bir bilim-kurgu kitabı değil. Zaten ülkemizde de uzun yıllar bilim-kurgu kategorisine dahil edilmemiş. Bilim-kurgu ögesi olarak sadece, hikayenin bilinmeyen bir dünyada gerçekleşmesini söyleyebiliriz. Kitabın geri kalan kısmında ise, ütopik ve distopik ögelerle sistem eleştirisi yapılıyor. 

   Kitabımız Urras adındaki bir gezegen ve onun uydusu Anarres'te geçiyor.  Urras, Dünyamıza çok benziyor. Farklı ülkelerin yer aldığı, savaşın, açlığın ve haksız zenginliğin hüküm sürdüğü yaşam tarzıyla bize çok da uzak olmayan bir gezegen. Anarres ise verimsiz topraklara sahip, üzerinde yaşayanların geçimini zar zor sağladığı bir gezegendir. Fakat Anarres'te anarşizmin en güzel örneği uygulanmaktadır. Anarşizmin ilk kuralına bağlı kalınmış, hiç bir şekilde bir devlet ya da otorite kabul edilmemiştir. Herkes doğduğundan itibaren aldığı eğitimle kendi özyönetim anlayışını kazanır. Mülkiyet yoktur her şey herkesindir ve hiç kimse hiçbir şeye sahip değildir.

   Anarres, normalde insanların yaşadığı bir gezegen değildir. Urras'ta yaşanan devrim sonrası devrimin asıl yüzü Odo ve yanındakilere (Odocular) Anarres'te yaşamaları teklif edilmiştir. Odocular  da Anarres'te istedikleri anarşizme kavuşmuşlardır.

  Kahramanımız Shevek, Annares'te doğmuş bir fizikçidir. Shevek'in Anarres'ten ayrılıp Urras'a giden ilk kişi olması ile olaylar başlayacaktır. Bu diğer dünyayı ziyaret işine herkes olumlu bakmamaktadır. Peki Shevek Atalarının terk ettiği Urras'ta nasıl karşılanacaktır? Anarşizmden başka yönetim şekli bilmeyen Shevek, Urras'ta neler yaşayacak, neler görecektir? Peki, Anarres'e geri dönebilecek midir? Bu soruların cevabı Mülksüzlerin sayfalarında. 

  Unutmadan Mülksüzler'in 1975'te bilim-kurgunun en büyük iki ödülü Hugo ve Nebula'yı da aldığını söyleyeyim. Bu önemli ödülleri kazanan Mülksüzler, sıradan bir roman, bilim-kurgu ya da distopya kitabı değil. Mülksüzler kendimizi, yaşamımızı, dünyamızı yeniden sorgulamamızı sağlayacak bir başyapıt.  Mülksüzler kesinlikle her okurun okuması gereken bir kitap.

Altı Çizilesi:
  Bütün duvarlar gibi iki anlamlı, iki yüzlüydü. Neyin içeride, neyin dışarıda olduğu, duvarın hangi yanından baktığınıza bağlıydı.

 "Öğrencilerinin anarşist olmamalarını mı bekliyorlar?" dedi. "Gençler başka ne olabilirler ki? En alttaysan, aşağıdan yukarıya örgütlenmelisin!"

 Bu öğrenciler çok iyi eğitilmişlerdi. Zekaları keskindi, her şeye hazırdılar. Çalışmadıkları zamanlarda dinleniyorlardı. Bir dizi başka zorunluluk yüzünden köreltilmiyorlar, dikkatleri dağılmıyordu. Bir gün önce görev sıraları gelip çalıştıkları için yorulup sınıfta uyuklamıyorlardı. Toplumları onları istek, kafa karışıklığı ve endişeden tamamen uzak tutuyordu.
  Neyi yapmakta özgür olduklarıysa ayrı bir sorundu. Shevek'e onların zorunluluklardan uzak tutulma özgürlüğüyle, inisiyatif kullanma özgürlüklerindeki eksiklik aynı orandaymış gibi geliyordu.
  Sınav sistemi ona anlatıldığında çok şaşırmıştı; doğal öğrenme isteğini, bu bilgiyle doldurulma ve istendiğinde geri kusma dizisinden daha fazla engelleyebilecek bir şey düşünemiyordu. İlk önceleri sınav yapıp not vermeyi reddetti, ama bu, Üniversite yöneticilerinin keyfini o kadar kaçırdı ki, ev sahiplerine nezaketsizlik etmemek için isteklerine uydu. Öğrencilerinden fizikte ilgilerini çeken herhangi bir sorun hakkında bir makale yazmalarını istedi; sonra da bürokratlar formlarına ve listelerine yazacak bir şey bulabilsinler diye hepsine en yüksek notu vereceğini söyledi. Birçok öğrencinin şikayet etmek için gelmelerine şaşırdı. Onun problem hazırlamasını ve doğru soruları sormasını istiyorlardı; sorular düşünmek değil, öğrendikleri yanıtları yazmak istiyorlardı. Bazıları herkese aynı notu vermesine şiddetle karşı çıktılar. Parlak öğrencilerle aptal olanlar nasıl ayırt edileceklerdi o zaman? Çok çalışmanın ne yararı kalacaktı? Eğer rekabetçi ayrımlar olmayacaksa, hiçbir şey yapmamak daha iyiydi.

  Feodal dönemde aristokratlar oğullarını üniversiteye göndererek Üniversite üzerinde üstünlük taslamaya çalışıyorlardı. Bu günlerde ise durum tersine dönmüştü: Üniversite insan üzerinde üstünlük sağlıyordu. Shevek'e gururla İeu Eun'da verilen burslar için rekabetin her yıl arttığını, bunun da kurumun gerçek demokrasisini kanıtladığını anlattılar. "Kapıya bir kilit daha asıp adına demokrasi diyorsunuz," dedi. 

  "Bir hırsız yaratmak için, bir sahip yaratın; suç yaratmak istiyorsanız, yasalar koyun."

 "Aslında hiç düşünmemek her zaman daha kolay. Şirin, güvenli bir hiyerarşi bulup yerleş. Değişiklik yapma -onaylanmama tehlikesine düşme- iş arkadaşlarını rahatsız etme. Yönetilmeye izin vermek her zaman en kolay şey."

  "Anarres'te hiçbir şey güzel değildir, yalnız yüzler güzeldir. Diğer yüzler, erkek ve kadın yüzleri. Bizim onlardan başka bir şeyimiz yok, birbirimizden başka bir şeyimiz yok. Burada siz mücevherleri
görüyorsunuz, orada gözleri görürsünüz. Gözlerde de görkemi, insan ruhunun görkemini görürsünüz. Çünkü bizim erkeklerimiz ve kadınlarımız özgürdür, hiçbir şeye sahip olmadıkları için özgürdürler. Siz sahipler ise sahiplisiniz. Hepiniz hapistesiniz. Herkes yalnız, tek başına, sahip olduğu yığınla birlikte. Hapiste yaşıyor, hapiste ölüyorsunuz. Gözlerinizde görebildiğim yalnızca bu- duvar, duvar!"

  Yeterince, hatta kıtı kıtına yetecek kadar yiyecek olduğu zaman paylaşmak kolaydı. Ya olmadığı zaman? O zaman güç devreye giriyordu; güçlü olan haklı oluyordu; güç, onun aygıtı şiddet ve en büyük müttefiki, görmezden gelen göz.

  Onlarla pazarlık etmeyi düşünmüştü; ancak çok saf bir anarşistin düşünebileceği bir şeydi bu. Birey
Devlet'le pazarlık edemezdi. Devlet güçten başka bir para tanımaz: Üstelik parayı da kendisi basar.

  Adalet güç kullanılarak elde edilemez!

  Bizi bir araya getiren şey, acı çekmemiz. Sevgi değil. Sevgi akla boyun eğmez, zorlandığında da nefrete dönüşür. Bizi birleştiren bağ seçilebilir bir şey değil. Biz kardeşiz. Paylaştığımız şeylerde kardeşiz. Hepimizin tek başına çekmek zorunda olduğu acıda, açlıkta, yoksullukta, umutta biliyoruz kardeşliğimizi. Biliyoruz, çünkü onu öğrenmek zorunda kaldık. Bize birbirimizden başka kimsenin yardım etmeyeceğini, eğer elimizi uzatmazsak hiçbir elin bizi kurtaramayacağını biliyoruz. Uzattığınız el de boş, tıpkı benimki gibi. Hiçbir şeyiniz yok. Hiçbir şeye sahip değilsiniz. Hiçbir şey sizin malınız değil. Özgürsünüz. Sahip olduğunuz tek şey ne olduğunuz ve ne verdiğinizdir.

  Özgürlüğümüz dışında hiçbir şeyimiz yok. Size kendi özgürlüğünüzden başka verecek bir şeyimiz yok. Bireyler arasında karşılıklı yardımlaşma dışında hiçbir yasamız yok. Hükümetimiz yok, yalnızca
özgür birlik ilkemiz var. Devletlerimiz, uluslarımız, başkanlarımız, başbakanlarımız, şeflerimiz, generallerimiz, patronlarımız, bankerlerimiz, mülk sahiplerimiz, ücretlerimiz, sadakalarımız, polislerimiz, askerlerimiz, savaşlarımız yok. Başka da pek fazla şeyimiz var sayılmaz. Biz paylaşırız, sahip olmayız. Varlıklı değiliz. Hiçbirimiz zengin değiliz. Hiçbirimiz iktidar sahibi değiliz. Eğer istediğiniz Anarres'se, aradığınız gelecek oysa, o zaman ona eli boş gelmeniz gerektiğini söylüyorum. Ona yalnız ve çıplak gelmeniz gerekiyor, tıpkı bir çocuğun dünyaya, geleceğine, hiçbir geçmişi olmadan, hiçbir malı mülkü olmadan, yaşamak için tümüyle başka insanlara dayanarak gelmesi gibi. Vermediğiniz şeyi alamazsınız, kendinizi vermeniz gerekir. Devrim'i satın alamazsınız. Devrim'i yapamazsınız. Devrim olabilirsiniz ancak. Devrim ya ruhunuzdadır, ya da hiçbir yerde değildir.

1 Şubat 2016 Pazartesi

Ocak 2016 Çok Satan Kitaplar Listesi

   20 farklı sitenin çok satan kitaplar listelerini harmanlayarak oluşturduğumuz Ocak ayı listemizin başında Ahmet Ümit'in son kitabı Elveda Güzel Vatanım var.


ELVEDA GÜZEL VATANIM

  1926 yılının o hüzünlü sonbaharı. Osmanlı İmparatorluğu yıkılmış, genç cumhuriyet ayaklarının üzerinde durmaya çalışıyor. O büyük altüst oluşun içinde bir adam:

Şehsuvar Sami… Bir zamanların İttihat ve Terakki fedaisi, şimdilerin yorgun komitacısı. Şehsuvar Sami’nin etrafında dönen amansız bir entrika. Bir yanda kaybettiği ama hiçbir zaman yüreğinden çıkartamadığı sevgilisi Ester, öte yanda yaşanılan tarihsel bozgun… Kaybedilen bir ülke, kaybedilen bir şehir, kaybedilen bir hayat. Ve aklında hep aynı soru:
Devlet mi kutsaldır, yoksa insan mı?


  “Ölüm, şehirlerimizi kaybetmekle başlar.” Kim söylemişti bu cümleyi hatırlamıyorum, ne yazık ki doğru… Doğru, lakin eksik. Ölüm, şehirlerimizi kaybetmekle başlar, vatanımızı kaybetmekle neticelenir.



  Sahi nedir vatan? Bir toprak parçası mı, uçsuz bucaksız denizler, derin göller,  yalçın dağlar, verimli ovalar, yemyeşil ormanlar, kalabalık şehirler, tenha köyler mi? Hayır, bütün bunların ötesinde bir anlam taşır vatan. Ne sadece toprak parçası,  ne su havzaları, ne ağaç silsilesi… Annemizin şefkati, babamızın saçlarına düşen ak, ilk aşkımız, doğan çocuğumuz, dedelerimizin mezarlarıdır vatan…


  Vatanı olmayan insanın hayatı da olmaz. Evet, bir vakitler zihnim,  kalbim bu fikirlerle doluydu. Şimdi? Şimdi bilmiyorum…



1. Elveda Güzel Vatanım - Ahmet Ümit - Everest Yayınları 
2. Küçük Prens - Antoine de Saint-Exupery
3. Korkma Kalbim - Ahmet Batman - Destek Yayınları
4. Kürk Mantolu Madonna - Sabahattin Ali - Yapı Kredi Yayınları
5. Oyuncu Anne - Şermin Çarkacı - Elma Yayınevi

26 Ocak 2016 Salı

Örümcek Ağındaki Kız - David Lagercrantz

ÖRÜMCEK AĞINDAKİ KIZ
Özgün Adı: Det Som İnte Dödar Oss
Çevirmen: Ali ARDA
Pegasus Yayınları
Ekim 2015, 1. Baskı
Orijinal İlk Basım: 2015
514 Sayfa


AFD:
  Stieg Larsson kitaplarıyla henüz blogumuz yokken 2011 yılında tanışmış, üç kitabı da bir çırpıda okuyup bitirmiştim. Kitaplar bittikten sonraki tek temennim; henüz 50 yaşında, asansörü bozuk bir binanın 7. katına merdivenleri kullanarak çıkarken geçirdiği kalp krizi sonucu hayata veda eden Stieg Larsson'un geride bıraktığı notlarında 10 kitap olarak düşlediği serinin devamı niteliğinde birşeyler bulunması ve bir gün yeni kitapların piyasaya sürülmesiydi.

 "Örümcek Ağındaki Kız" ismini duyduğumda çok heyecanlandım. Hemen kitap hakkında araştırmalara başladım. Larsson'un ailesi bugüne kadar çok sayıda yazardan seriyi devam ettirme teklifi alsa da hiçbirini kabul etmemişler. En sonunda David Lagercrantz aileyi ikna edebilmiş. Fakat internette okuduklarıma göre Larsson'un yarısından fazlasını yazmış olduğu 4. kitabın taslağı, 30 yıl hayatını paylaşmış olduğu sevgilisi Eva Gabrielsson'un elinde. Larsson ve Gabrielsson resmi olarak evli olmadığından kitabın yayın hakları ise Larsson'un ailesinde kalmış. Böylece ortaya büyük bir kriz çıkmış.

    Eva Gabrielsson'un, 4. kitabın yayınlanmasına itiraz eden en büyük isim olması şaşırılmayacak bir durum tabii ki. Elinde 4. kitabın taslağı olmasına rağmen, yayın hakkı yok ve aile ortada var olan taslağa rağmen başka bir yazarın 4. kitabı yeni baştan yazmasına izin veriyor. Gabrielsson. “Ölmüş bir yazara yapılacak şey değil bu. Bence üçleme olduğu gibi kalmalıydı. Ben okurları düşünüyorum. Eski bir dost haline gelen şahane bir yazarla tanıştılar. Şimdi onlara ‘eski dostunuz gitti ama size kör bir randevu veriyoruz bununla mutlu olun deniyor.” diyerek fikrini açıkça belirtiyor. Bu eleştiriler sadece Gabrielsson'dan gelmiyor. Bu durumun yanlış olduğunu ve Lagercantz'ın kitabın hakkını veremediğini düşünen çok sayıda eleştiri okudum.

  Tüm bu eleştirilere rağmen ben kitabı okuyunca ne hissettim? Açıkçası Lisbeth Salander'ı, Mikael Blomkvist'i, Milennium'u ve bu heyecanı özlemişim. Ben okurken oldukça keyif aldım. Seriyi okumamın üzerinden 5 yıl gibi bir süre geçmiş olmasının bunda ne kadar etkisi var? Acaba tüm kitapları yeniden okusam Larsson ve Lagercrantz arasındaki farkı ben de hisseder miyim? bilemiyorum.

   Kitabımızın konusuna gelelim. Sansasyonel haberleriyle gündem olan ve dergisi Milennium'u ayakta tutmayı başaran Mikael Blomkvist, yıllardır etkili bir haber yakalayamamış, bu durum Milennium'un başarısını oldukça etkilemiştir. Milennium çağa ayak uyduramamış bir şekilde, hayatta kalmaya çalışmaktadır.  Lisbeth Salander ise üçüncü kitapta anlatılan dava sürecinden sonra ortalıkta görünmemektedir. Blomkvist bile Lisbeth'den haber alamıyordur. Derken ortaya insanzekasından üstün zekaya sahip bilgisayar teknolojisini hayata geçirmeye çalışan Frans Balder çıkar. Bu teknolojiyi kendi adına kullanmak isteyen karanlık güçler Balder'ı öldürüp bilgisayarlarını çalar. Balder'ın katilini gören tek bir kişi vardır. O da, Balder'ın, zihinsel engeli olduğu bilinen ve hiç konuşamayan oğlu August'tur.

   Balder öldürülmeden önce basına konuşmak ister ve Blomkvist'i arar. Balder'ın teknolojisini çalmak isteyenler, Lisbeth'in de düşmanı çıkınca o da olaya karışmış olur ve heyecan kaldığı yerden devam eder.

20 Ocak 2016 Çarşamba

Katip Bartleby - Herman Melville

KATİP BARTLEBY
Özgün Adı: Bartleby The Scrivener
Çevirmen: İlknur ÖZDEMİR
Kırmızı Kedi Yayınları
Mart 2015, 3. Baskı
Orijinal İlk Basım: 1853 
75 Sayfa

AFD:
   "Katip Bartleby", "Moby Dick" ile ismine çocukluğumuzdan beri aşina olduğumuz Herman Melville'in 1853 yılında yazdığı sıradışı bir öykü. 

    Hikaye, Wall Street'te bulunan bir mühürdarlık (noter) bürosunda geçer. Büroda iki katip ve getir götür işlerine bakan bir genç çalışmaktadır. Aynı zamanda hikayenin anlatıcısı da olan büronun patronu, işlerin yoğun olduğunu düşündüğünden yeni bir katip almak için ilan verir. Bu iş ilanına kahramanımız, ya da anti kahramanımız Bartleby başvurur.

   Bartleby işe alınır, çok da iyi çalışmaktadır. Patronunun Bartleby'in çalışma şekli hakkındaki ilk izlenimi olumludur. "İlk başta, Bartleby inanılmaz miktarda yazı yazdı. Uzun zamandır yazı yazmak için yanıp tutuşmuşçasına belgelerime saldırıyordu. Hiç durup dinlenmedi. Gece gündüz çalıştı, gün ışığında, mum ışığında da yazı yazdı." Fakat bir gün patron yazılan bir belgenin doğru kopya edildiğinden emin olmak için Bartleby'den iki belgeyi karşılaştırmasını ister ve o meşhur söz Bartleby'in ağzından dökülür: "Yapmamayı tercih ederim." 

 Bu paragraftan itibaren kitap hakkında daha ayrıntılı bilgi vereceğimden, kitabı okumayanların bu kısmı okumamalarını tercih ederim. :)

    Hikayemizin Wall Street'te geçtiğini belirtmiştik. Yani kapitalizmin kalbinde; çalışmanın esas olduğu, işini iyi yapmayanın bir anda hiç olduğu, maaş, yetki ya da yükselme adına gönüllü kölelik yapılan günümüz tabiriyle beyaz yakalıların yuvasında bir mühürdarlık bürosundayız. Büromuzda ilk başta, anlatıcımız (işveren-patron) dahil 4 kişi bulunmaktadır. Hiçbirinin ismini bilmiyoruz, patron dışındakilerin takma isimleri var. Katiplerden biri Hindi, diğeri ise Kerpeten. Büroda getir götür işlerini yapan gencin adı ise Zencefil.

   Hindi; 60 yaşlarında bir İngiliz. Öğlene kadar bütün işlerini gayet normal bir şekilde yaparken. Öğleden sonra suratı bir hindi gibi kızarır ve hareketlerinde bilinmeyen bir telaş başlar. Öğleden sonra yaptığı bütün işlerde bu telaşın izleri görülür, mürekkep lekeli evraklar, gürültülü çalışma ve bitmeyen bir sinir harbi. Hindi bunu isteyerek yapmasa da öğleden sonra yaptığı tüm işler noksan, varlığı ise büro için huzursuzluk vericidir. Yine de öğleden önce büyük bir hızla yaptığı işlerden dolayı büronun vazgeçilmez bir üyesidir.

   Kerpeten ise; Hindi'nin tersine sabahları asabi ve huysuz biri iken Öğleden sonra gayet normal bir çalışan olarak tüm özverisiyle çalışmaktadır. Bu iki karakter tam olarak birbirini tamamlamaktadır. Biri öğleden önce biri öğleden sonra özveriyle çalışır ve işleri yürütürler. Zencefil ise büroda her denileni yapan, hiçbir şeye itiraz etmeyen ve verilen bu işleri severek yapan 12 yaşında bir gençtir. Bu genci tamamlayan karakterimiz de sonradan işe giren Bartleby olacaktır.

  Melville, bazı eksi yönleri de olsa işlerini en iyi şekilde yapan bu kişilere, hatta patrona bile bir isim vermemişken Bartleby gerçek bir isme sahiptir.

  Bartleby'in, işe alındığında görülmemiş bir özveriyle çalıştığını belirtmiştim. Sonradan patronunun yazıları karşılaştırma isteğine "Yapmamayı tercih ederim" diye cevap vermiş, karakterini ortaya koymaya başlamıştı. Ben ilk "Yapmamayı tercih ederim"de Bartleby'in kendi iş tanımı dışında hiçbir şey yapmak istemediğini düşünmüştüm. Aldığı maaşı hak edecek işi, kusursuz bir şekilde yaptığından ekstra olarak bir iş yapmamak istemesi bana gayet doğru gelmiş ve bunu patrona direkt olarak söylemesini de takdir etmiştim. Fakat hikaye tahmin ettiğimden daha farklı yönde devam etti. "Yapmamayı tercih ederim" cevabı patronu oldukça şaşırtır, bir çalışanının kendisine bu şekilde tepki veremeyeceğini düşündüğünden Bartleby'in kendisini anlamadığını ya da yanlış anladığını düşünerek isteğini Bartleby'e tekrar tane tane anlatır. Aldığı cevap aynıdır. "Yapmamayı tercih ederim."

   Patron aldığı "Yapmamayı tercih ederim" yanıtlarına rağmen Bartleby'i işten çıkarmaz onu anlamaya ve onunla baş etmeye çalışır. Fakat Bartleby işin dozunu kaçırmaktadır. Bir süre sonra yazı yazmamayı tercih eder. Bütün gün boş boş oturmaktadır. Diğer çalışanlar işlerini yaparken Bartleby'in boş oturması kabul edilemez. Patronun işyerine gelen arkadaşları ya da müşteriler de bu garip durum karşısında şaşırıp kalırlar. Patrona Bartleby'in işten çıkarılması adına yapılan baskı günbegün artmaktadır. Patron bir yandan Bartleby'den kurtulmak isterken bir yandan da ona karşı bir acıma duygusu beslemektedir. Bir gün Bartleby'in işyerinden hiç çıkmadığını geceleri orada kaldığını öğrenir. Tüm gün hiçbir şey yapmadan boş boş duvarları izleyen Bartleby gece de büroyu kendi evi gibi kullanmaktadır.

  Patron tüm acıma duygusuna rağmen, Bartleby'e hakkettiğini, fazlasıyla verip işten ayrılmasını ister. Fakat Bartleby gitmez. Patron onu polise şikayet etmek yerine daha iyi bir çözüm bulur ve bürosunu taşıyarak Bartleby'den kurtulur. Ya da öyle düşünür, eski iş yerinin bulunduğu binanın sahibi Bartleby'in bürodan çıkmadığını ve Bartleby'in sorumluluğunun onda olduğu belirtene kadar. Patron dayanamaz ve Bartleby'in yanına gider ona yeniden iş teklif eder, başka iş kolları önerir ve son olarak evinde kalması için evine davet eder. Fakat aldığı cevap aynıdır: "Hiçbir değişiklik yapılmamasını tercih ederim."

 Bartleby'in bu katı tavrı üzerine bina sahibi Bartleby'i polise şikayet eder ve Bartleby hapse atılır. Bartleby orada da yemek yememeyi tercih eder ve hayatı son bulur.

 Kitabın sonunda Bartleby'in geçmişi hakkında bilinen tek bilgi okuyucuya aktarılmış. Bartleby Washington'da bulunan Sahipsiz Mektuplar Bürosu'nda çalışmış ve yönetim değişikliğiyle işine son verilmiştir.

 Hızımı alamadım bütün kitabı anlattım :) Ben Bartleby'in Sahipsiz Mektuplar Bürosu'ndaki mektuplarla hayata tutunduğunu, kendisinin de o mektuplar gibi sahipsiz, kimsesiz olduğunu düşünüyorum. Kimsesiz Bartleby, sahipsiz mektuplarla buluşup kendine yeni bir dünya yaratmış yaşamaktayken, birden işine son verilir. Bartleby yine de varolmaya çalışır bir iş bulup hayatını devam ettirmek istemektedir. İlk başlarda her şey normal giderken, Bartleby mektupların olmayışının bıraktığı boşluğu yeni işiyle dolduramaz ve artık çalışmamayı  hatta hiçbir şey yapmamayı tercih eder. Sunulan önerilerin hiçbiri ilgisini çekmemektedir, aslında yaşamak ilgisini çekmemektedir. Anlık bir intihar cesaretini kendisinde bulamadığından yavaş yavaş sonuna, amacına yaklaşan bu intihar yöntemini seçmiştir. Hapishaneye atıldığında yemek yemeyi kesmesi ise intiharını bir nebze hızlandırmış ve Bartleby hayattaki tek amacına ulaşmıştır.

  Bartleby bana şu soruyu sormamı sağlıyor; günümüz dünyasında yapmamayı tercih edebilir miyiz? Patronumuzun, müdürümüzün bize verdiği bir işi yapmamayı tercih edebilir miyiz? Özel sektörde kesinlikle edemeyiz çünkü bir işveren ne olursa olsun itiraz istemediğinden bu cevabı aldığı kişiyi direkt işten çıkarır. Devlette ise müdür/yönetici o cevabı aldığı kişiye elinden geldiğince zorluk çıkartır. Çünkü o mevkiye ulaşana kadar hatta ulaştıktan sonra bile, bir üstüne kendisi haklı olsa bile itiraz etmediğinden, o mevkiye hak kazanmış ve koltuğunu korumuştur. Bu sebeple kendisine itiraz edilmesi gibi bir durumu kesinlikle kabul edemez. Herkes kendi gibi olmalıdır. Özellikle günümüzde...

  Yapmamayı tercih edemiyoruz çünkü; geçimimiz sağlamalıyız, evimize ekmek götürmeli çocuklarımıza güzel bir gelecek sunmalıyız.

  Katip Bartleby'i mutlaka tanımanızı tercih (tavsiye) ederim.

Altı Çizilesi:
 Bartleby, varsayımların değil, tercihlerin adamıydı.

  İnsanlar kıskançlık uğruna cinayet işlemişlerdir ve öfke uğruna ve nefret uğruna ve bencillik uğruna ve ruhsal gurur uğruna; ama ben hiçbir insanın yek diğerini sevme uğruna şeytani bir cinayet işlediğini duymadım. Demek ki, daha iyi bir neden bulunamıyorsa, özellikle öfkesi burnunda kişilerde, kişisel çıkar herkesi iyilikseverliğe ve hayırseverliğe yönlendirmelidir.

  Gelin görün ki dar görüşlü kişilerin bitmeyen uzlaşmazlıkları, sonunda daha yüce gönüllü olanların en iyi kararlarını bile yıpratır.

13 Ocak 2016 Çarşamba

Bilinmeyen Bir Kadının Mektubu - Stefan Zweig

BİLİNMEYEN BİR KADININ MEKTUBU
Özgün Adı: Brief Einer Unbekannten
Çevirmen: Ahmet CEMAL
Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları
Ağustos 2012, 1. Baskı
Orijinal İlk Basım: 1922 
62 Sayfa

AFD:
   Kitabı bitirir bitirmez anlıyorum ki; Stefan Zweig ne yazmışsa okumalıyım. "Bilinmeyen Bir Kadının Mektubu", "Satranç"tan sonra okuduğum ikinci Zweig kitabı. "Satranç"ı çok beğenmiştim, "Bilinmeyen Bir Kadının Mektubu"nu ise Satranç'tan daha fazla beğendim. Zweig'e hayran olmamak elde değil.

  Bir gün, tanınmış roman yazarı R'ye, göndereni belli olmayan bir mektup gelir. R mektubu okumaya başlar başlamaz merakı bir kat daha artar. Çünkü mektubun hitap kısmında sadece "Sana, beni asla tanımamış olan sana" yazmaktadır. Kitabın içeriği hakkında daha fazla bilgi vermek istemiyorum. Kitabı merak etmem için, bana bu kadarı yetmişti. Size de yeteceğinden eminim.

  Kitabın kesinlikle önereceğim kitaplar arasında olduğunu da söyledikten sonra, sözü kitabın çevirmeni ve kitabı daha da değerlendiren Sonsöz'ün sahibi Ahmet Cemal'e bırakıyorum.
  "Böylesine, gerçek anlamda aşk denilebilir mi? Bu, her okurun tek başına cevap vermek zorunda olduğu bir soru ve kanımca hiç de kolay olmayabilir; çünkü Zweig’ın bu metin aracılığı ile insan psikolojisinde eşine pek rastlanmayan bir yolculuğa çıkmış olması ve bu yolculuğun sonunda “mutlak aşk” kavramının şimdiye kadar bilinmeyen kıyılarına varmayı amaçlamış olması gibi bir ihtimal de var."
Altı Çizilesi:
  İnsan, ölümün gölgesi üzerine düşmüşse eğer, artık yalan söylemez.

  Bir tel gibi gergindim ve varlığının ona her dokunuşuyla tınlıyordum. Hep senin etrafındaydım, hep gergin ve hareketliydim; ama sen beni ancak cebinde taşıdığın ve karanlıkta sabırla senin saatlerini sayıp ölçen, yollarında sana duyulmayan nabız atışlarıyla eşlik eden ve senin acele bakışlarının saniyelerin tik taklarının ancak milyonda birinde yöneldiği saatin yayının gerginliğini hissettiğin kadar hissedebiliyordun.

  Fakat sen kimsin ki benim için? Sen, beni asla, asla tanımayan, bir su birikintisinin yanından geçercesine yanımdan geçip giden, bir taşa basarcasına üstüme basan, hep, ama hep yoluna devam eden ve beni sonsuz bir bekleyiş içerisinde bırakan sen, kimsin ki benim için?

  Ölmem sana acı verecek olsaydı eğer, o zaman ölmezdim.


9 Ocak 2016 Cumartesi

Zorba - Nikos Kazancakis

ZORBA
Özgün Adı: Βίος και Πολιτεία του Αλέξη Ζορμπά
NIKOS KAZANCAKIS
Çevirmen: Ahmet ANGIN
Can Yayınları
1982, 5. Baskı
(Orijinal İlk Basım 1946)
404 Sayfa



AFD:
   Zorba, 20. yüzyılın en önemli Yunan düşünürlerinden biri olduğu bilinen Nikos Kazancakis'in en ünlü eseri.

    Zorba'da; kitap bir yazarın gözünden bize aktarılmış. Yazarımız; okuyan, düşünen, hayatı sorgulayan bir kişidir. Etrafındakiler tarafından kendine "kağıt faresi" adı takılacak kadar okuyup yazmaktadır. Yazar daha rahat düşünebilmek için çevresinden uzaklaşmak ister ve Girit'te bulunan bir linyit madenini satın alır. Onu Girit'e götürecek gemiyi beklerken, yanına biri yaklaşır ve "Beni de Girit'e götürür müsün?" der. Bu soruyu soran kişi; kitaba adını veren Alexis Zorba'dır. Yazarımız Zorba'yla bu şekilde tanışır ve onunla Girit yolculuğuna başlar.

   Yazarımız Buddha'yla ilgilenmektedir, sorularının cevabını Buddha'da aramaktadır. Fakat aradığı cevaplar tesadüfen karşılaştığı Zorba'dadır. Zorba'nın yaşam felsefesi, yazarı oldukça etkiler. Zorba hiç okula gitmemesine rağmen yazarın yıllarca kitaplarda aradığı cevapları bulmuş ve iç huzura kavuşmuştur.

  Acaba "Zorba"yı okuyunca aynı huzura biz de kavuşabilecek miyiz? Zorba'nın içine işleyen Hüseyin Ağa'nın sözleri bizde de bir etki bırakabilecek mi?  "Aleksi" dedi, "Bak sana bir şey söyleyeceğim, küçük olduğun için anlamayacaksın, büyüyünce anlarsın. Dinle oğlum, Tanrı'yı yedi kat gökler ve yedi kat yerler almaz; ama insanın kalbi alır, onun için aklını başına topla Aleksi, hiçbir zaman insan yüreğini yaralama.'

   Kitabın içeriği hakkında daha fazla bilgi vermek istemiyorum. Çünkü burada yapmak istediğim kitabın bir özetini çıkarmak değil, naçizane hedefim kitabı okumayanların, kitap hakkında kısa bir bilgi alıp okumak için daha fazla heyecanlanmasını sağlayabilmek.

  Uzun zaman, Zorba'nın gerçek bir kişi olup olmadığı tartışılmış, yıllar sonra Kazancakis bir röportajında Zorba'yla tanıştığını söyleyerek, Zorba'nın bir hayal ürünü olmadığını açıklamış.

  “Sen neden yazıp da, bize dünyanın bütün sırlarını anlatmıyorsun Zorba?” diye sorar Patron. “Neden mi? Çünkü ben, senin dediğin o bütün sırları yaşıyordum, yazmaya vaktim yok da ondan. Bazen dünya, bazen kadın, bazen şarap, bazen santur... Onun için, şu saçmalar yumurtlayan kalemi ele alacak zamanım yok. Böylece de dünya, kâğıt farelerinin ellerine kaldı; sırları yaşayanların vakti yok; vakti olanlar ise sırları yaşayamıyorlar.” 
  Her ne kadar Zorba'nın yazmaya vakti olmasa da, Kazancakis herkesin karşısına bir Zorba'nın kolay çıkmayacağını bildiğinden, bu ilginç insanı tanımaktan mahrum kalmayalım diye Zorba'nın hikayesini kağıda dökmüş. Bize kalan, Zorba'nın hiç sevmediği kağıt farelerinden biri olan Kazancakis'in onu anlatan satırlarını okuyup, Zorba'yla tanışmak.

 


Altı Çizilesi:
  Kendini kurtarmanın tek yolu başkalarını kurtarmak için çabalamaktır.

  İnsanları rahat bırak, patron, gözlerini açma! Çünkü açarsan ne görürler? Ellerinin körünü! Onun için bırak, kapalı kalsınlar da, hayal göredursunlar!”

  Sık sık benimle alay ederek öğrencim olduğunu söylersin. Ben ise, gerçek hocanın borcu ile kazancının ne olduğunu pek iyi bildiğim için bundan yararlanırım. Gerçek hoca, öğrencisinden öğrenebileceği her şeyi öğrenmeli, gençliğin ne yöne gittiğini anlamalı, o da ruhunu oraya doğru yöneltmelidir.

  Hayat bir şimşektir, çabuk gel, gel ki yetişesin!

 Her insanın kendi deliliği vardır; bana da öyle geliyor ki, en büyük delilik, bir deliliğe sahip olmamaktır.

  Bir zamanlar diyorum ki: Bu Türk’tür, bu Bulgar’dır ve bu Yunan’dır. Ben, vatan için öyle şeyler yaptım ki patron, tüylerin ürperir; adam kestim, çaldım, köyler yaktım, kadınların ırzına geçtim, evler yağma ettim… Neden? Çünkü bunlar Bulgar’mış ya da bilmem neymiş… Şimdi kendi kendime sık sık şöyle diyorum: Hay kahrolasıca pis herif, hay yok olası aptal! Yani akıllandım, artık insanlara bakıp şöyle demekteyim: Bu iyi adamdır, şu kötü. İster Bulgar olsun, ister Rum, isterse Türk! Hepsi bir benim için. Şimdi, iyi mi, kötü mü, yalnız ona bakıyorum. Ve ekmek çarpsın ki, ihtiyarladıkça da, buna bile bakmamaya başladım. Ulan , ister iyi, ister kötü olsun be! Hepsine acıyorum işte… Boş versem bile, bir insan gördüm mü içim cız ediyor. Nah diyorum, bu fakir de yiyor, içiyor, seviyor, korkuyor, onun da tanrısı ve karşı tanrısı var, o da kıkırdayacak ve dümdüz toprağa uzanacak, onu da kurtlar yiyecek… Hey zavallı hey! Hepimiz kardeşiz be… Hepimiz kurtların yiyeceği etiz…

  Sır! diye mırıldandı, büyük sır! Dünyaya özgürlüğün gelmesi için bu kadar cinayetler ve alçaklıklar mı gerekli yani? Çünkü, oturup sana işlediğimiz cinayetlerle yaptığımız alçaklıkları saysam tüylerin ürperir. Fakat sonuç ne oldu? Özgürlük! Tanrı yıldırımını atıp bizi yakacağına özgürlüğü veriyor? Hiçbir şey anlamıyorum!..

- "En çok sevdiğin yemek hangisidir babacığım?"
- "Hepsi, hepsi oğlum. şu yemek iyidir, öbürü kötüdür demek büyük günahtır."
- "Neden? Bir seçme yapamaz mıyız?"
- "Hayır efendim, yapamayız."
- "Ama neden?"
- "Çünkü aç olan başka insanlar var."

  "Hayır özgür değilsin" dedi. "Senin bağlı bulunduğun ip, öbür insanlarınkinden biraz daha uzun; hepsi bu kadar! Senin patron, uzun ipin var, gidip geliyor, kendini özgür sanıyorsun.

  Anlıyorsun, anlıyorsun ya, seni bu yiyecek. Anlamasaydın mutlu olurdun. Neyin eksik senin? Gençsin, paran var, aklın var, sağlamsın, iyi adamsın, Hiç bir eksiğin yok. Tanrı kahretsin yalnız bir tane var, dedik ya; delilik.

5 Ocak 2016 Salı

2015'in En Çok Satan 100 Kitabı

  2015 yılı boyunca kayıt altına aldığımız verilerle hazırlamış olduğumuz, 2015'in en çok satan 100 kitabı:


1. Kürk Mantolu Madonna - Sabahattin Ali - Yapı Kredi Yayınları
2. Küçük Prens - Antoine de Saint-Exupery - Muhtelif Yayınevleri
3. Konstantiniyye Oteli - Zülfü Livaneli - Doğan Kitap
4. Kafamda Bir Tuhaflık - Orhan Pamuk - Yapı Kredi Yayınları
5. Eyvallah -  Hikmet Anıl Öztekin - Yakamoz Kitap







6. Türklerin Tarihi - İlber Ortaylı - Timaş Yayınları 
7. Pi - Akilah Azra Kohen - Destek Yayınları 
8. Trendeki Kız - Paula Hawkins - İthaki Yayınları
9. Fi - Akilah Azra Kohen - Destek Yayınları 
10. Bana İkimizi Anlat - Ahmet Batman - Destek Yayınları









11. Vazgeçtim - Kahraman Tazeoğlu - Destek Yayınları 
12. Allah De Ötesini Bırak 2 - Uğur Koşar - Destek Yayınları
13. Beraber Yürüdük Biz Bu Yıllarda - Yılmaz Özdil - Doğan Kitap
14. Tutsak Güneş - Ayşe Kulin - Everest Yayınları
15. Elveda Haziran - Sarah Jio - Arkadya Yayınları



1 Ocak 2016 Cuma

Aralık 2015 Çok Satan Kitaplar Listesi

   20 farklı sitenin çok satan kitaplar listelerini harmanlayarak oluşturduğumuz Aralık ayı listemizin başında Ahmet Ümit'in son kitabı Elveda Güzel Vatanım var.


ELVEDA GÜZEL VATANIM

  1926 yılının o hüzünlü sonbaharı. Osmanlı İmparatorluğu yıkılmış, genç cumhuriyet ayaklarının üzerinde durmaya çalışıyor. O büyük altüst oluşun içinde bir adam:

Şehsuvar Sami… Bir zamanların İttihat ve Terakki fedaisi, şimdilerin yorgun komitacısı. Şehsuvar Sami’nin etrafında dönen amansız bir entrika. Bir yanda kaybettiği ama hiçbir zaman yüreğinden çıkartamadığı sevgilisi Ester, öte yanda yaşanılan tarihsel bozgun… Kaybedilen bir ülke, kaybedilen bir şehir, kaybedilen bir hayat. Ve aklında hep aynı soru:
Devlet mi kutsaldır, yoksa insan mı?


  “Ölüm, şehirlerimizi kaybetmekle başlar.” Kim söylemişti bu cümleyi hatırlamıyorum, ne yazık ki doğru… Doğru, lakin eksik. Ölüm, şehirlerimizi kaybetmekle başlar, vatanımızı kaybetmekle neticelenir.



  Sahi nedir vatan? Bir toprak parçası mı, uçsuz bucaksız denizler, derin göller,  yalçın dağlar, verimli ovalar, yemyeşil ormanlar, kalabalık şehirler, tenha köyler mi? Hayır, bütün bunların ötesinde bir anlam taşır vatan. Ne sadece toprak parçası,  ne su havzaları, ne ağaç silsilesi… Annemizin şefkati, babamızın saçlarına düşen ak, ilk aşkımız, doğan çocuğumuz, dedelerimizin mezarlarıdır vatan…


  Vatanı olmayan insanın hayatı da olmaz. Evet, bir vakitler zihnim,  kalbim bu fikirlerle doluydu. Şimdi? Şimdi bilmiyorum…



1. Elveda Güzel Vatanım - Ahmet Ümit - Everest Yayınları 
2. Yeşil Deniz Kabuğu - Sarah Jio - Pena Yayınları
3. Küçük Prens - Antoine de Saint-Exupery
4. Kürk Mantolu Madonna - Sabahattin Ali - Yapı Kredi Yayınları
5. Oyuncu Anne - Şermin Çarkacı - Elma Yayınevi
Related Posts Plugin for WordPress, Blogger...