April Yayıncılık
Mart 2013, 3. Baskı
318 Sayfa
AFD:
Murat Menteş ile Dublörün Dilemması ile tanışmış ve çok sevmiştim. Ruhi Mücerret okuduğum ikinci Menteş kitabı.
Ruhi Mücerret, henüz bir sayfasını bile çevirmeden, kapağıyla bize çok şeyler vadettiğini söylüyor. Şu çocukluğumuzun hareket ettirdikçe değişen resimlerinden var kapakta, bir Orhan Gencebay çıkıyor televizyona bir Cüneyt Arkın. Kapağında neden bu iki güzide ismin seçildiğini, aslında Murat Bey Twitter hesabında özetlemiş.
Artık sayfaları çevirme zamanı; Ruhi Mücerret, İstiklal Savaşı'nın yaşayan son gazisi ve 100 yaşında. 100 yaşında ama sağlığı sıhhati iyi. Her sene Türkiye'yi il il dolaşıyor. Tüm şehirlerin kurtuluş günlerine onur konuğu ve konuşmacı olarak katılıyor. Sağlıklıdır, saygın bir kişiliktir, cumhurbaşkanı bile elini öpmek ister ama o artık vaktinin dolduğunu ve gitmesi gereken yerin neresi olduğunu biliyor. Ailesinin tüm ölümlerini görmüş;
"Gelgelelim, artık kimseyi gömmek istemiyorum Mezarlıklara dolu gidip boş dönmekten yıldım. Benden sonra doğmuş insanların benden önce ölmelerine alışamıyorum.
Karım Naciye ki aramızda 1 yaş var, 25 sene evvel vefat etti. Bir gece uyandım ki karıcığım gitmiş yerine ceset gelmiş.
Büyük oğlum Recep'i, kızım Cevriye'yi ahirete kendi ellerimle uğurladım.
En son küçük oğlum Mecit'i kaybettim. Bebeğim daha 73'ündeydi!.."
Ruhi Mücerret'in yanında başka ilginç karakter isimleri de var tabii ki; Civan Kazanova, Masum Cici, Nazlı Hilal, Avni Vav, Serpil Silahlıperi, Fujer Fuji gibi... Bu karekterlerden en çok beğendiğim isimler tabii ki İstiklal marşımızdan alınan Ruhi Mücerret ve Nazlı Hilal oldu. Esinlendikleri mısralarla o kadar uyumlular ki...
Kitapta neredeyse, beğendiğim cümleleri not almadan geçmediğim sayfa, yok gibi. Birbirinden güzel cümlelerin yanında, yüzünüze bir gülümseme konduran; her bölüm başına yapılan alıntılar, Ruhi Mücerret'in mezar taşına yazdırmak istedikleri ve Civan Kazonava'nın icat edilmeseydi ben icat ederdim dediği cümleler ile kitap Yekta Kopan'ın da dediği gibi çok cümbüşlü. :)
Son olarak kitap içeriğinden bahsedip reklam mevzusuna değinmemek olmaz. Menteş bu kitabında aslında reklamların hayatımızı nasıl ele geçirdiğini ve reklam sektörünün nerelere kadar gelebileceğini biraz bilim kurgu tarzında da olsa bizlere sunmuş. Aslında bilim kurgu da sayılmaz ya, kitapta olan olayların gerçekleşmesi an meselesi gibi.
Kitabı çok beğendim, herkese okumasını tavsiye ederim fakat, son bölümlerinde nedense ilk bölümlerde aldığım keyfi alamadım. Bunu da söylemeden geçmeyeyim.
Ruhi Mücerret hakkında Murat Menteş'in söyleşilerini izleyeyim dedim. İlk başta Ahaber'in aşağıda bulunan söyleşisini izledim.
Anlayamadığım bir şey var? Sunucuya sormak istiyorum. Bir yazar çağırmışsınız ve onun son kitabı hakkında konuşacaksınız fakat edebiyattan bihabersiniz, bence Murat Menteş'in hiçbir kitabını okumadığınız gibi hakkında konuşacağınız son kitabını da okumamışsınız. Kitabın kapağı, arka kapakta yazanlar ve klasikten öteye geçemeyen sorular üzerinden edebiyat sohbeti yapmaya çalışıyorsunuz. Bu nasıl bir meslek anlayışıdır? Asıl şaşırdığım ise Murat Menteş'in sunucuya "Acaba siz kitabı okudunuz mu?" diye sormamış olması. Murat Menteş acaba saygısızlık mı yapmak istemedi yoksa eleştirdiği reklam sektörünün bir anlık da olsa parçası mı oldu? İnşallah birinci seçenektir diye umuyorum.
Önemli olan yeni çıkan bir kitabın yazarını ağırlayarak reklam yapmak mı yoksa aşağıda Yekta Kopan'ın söyleşisi gibi Murat Menteş'in kitaplarını okumuş, yaptığı işleri bilen, edebiyat ve mizah anlayışının güzel bir şekilde analiz yapabilen birinin hakkını vererek yaptığı söyleşi mi daha makbuldür?
Ruhi Mücerret, henüz bir sayfasını bile çevirmeden, kapağıyla bize çok şeyler vadettiğini söylüyor. Şu çocukluğumuzun hareket ettirdikçe değişen resimlerinden var kapakta, bir Orhan Gencebay çıkıyor televizyona bir Cüneyt Arkın. Kapağında neden bu iki güzide ismin seçildiğini, aslında Murat Bey Twitter hesabında özetlemiş.
Artık sayfaları çevirme zamanı; Ruhi Mücerret, İstiklal Savaşı'nın yaşayan son gazisi ve 100 yaşında. 100 yaşında ama sağlığı sıhhati iyi. Her sene Türkiye'yi il il dolaşıyor. Tüm şehirlerin kurtuluş günlerine onur konuğu ve konuşmacı olarak katılıyor. Sağlıklıdır, saygın bir kişiliktir, cumhurbaşkanı bile elini öpmek ister ama o artık vaktinin dolduğunu ve gitmesi gereken yerin neresi olduğunu biliyor. Ailesinin tüm ölümlerini görmüş;
"Gelgelelim, artık kimseyi gömmek istemiyorum Mezarlıklara dolu gidip boş dönmekten yıldım. Benden sonra doğmuş insanların benden önce ölmelerine alışamıyorum.
Karım Naciye ki aramızda 1 yaş var, 25 sene evvel vefat etti. Bir gece uyandım ki karıcığım gitmiş yerine ceset gelmiş.
Büyük oğlum Recep'i, kızım Cevriye'yi ahirete kendi ellerimle uğurladım.
En son küçük oğlum Mecit'i kaybettim. Bebeğim daha 73'ündeydi!.."
Ruhi Mücerret'in yanında başka ilginç karakter isimleri de var tabii ki; Civan Kazanova, Masum Cici, Nazlı Hilal, Avni Vav, Serpil Silahlıperi, Fujer Fuji gibi... Bu karekterlerden en çok beğendiğim isimler tabii ki İstiklal marşımızdan alınan Ruhi Mücerret ve Nazlı Hilal oldu. Esinlendikleri mısralarla o kadar uyumlular ki...
Çatma, kurban olayım, çehreni ey nazlı hilâl
Fışkırır ruh-i mücerred gibi yerden na´şım;
Kitapta neredeyse, beğendiğim cümleleri not almadan geçmediğim sayfa, yok gibi. Birbirinden güzel cümlelerin yanında, yüzünüze bir gülümseme konduran; her bölüm başına yapılan alıntılar, Ruhi Mücerret'in mezar taşına yazdırmak istedikleri ve Civan Kazonava'nın icat edilmeseydi ben icat ederdim dediği cümleler ile kitap Yekta Kopan'ın da dediği gibi çok cümbüşlü. :)
Son olarak kitap içeriğinden bahsedip reklam mevzusuna değinmemek olmaz. Menteş bu kitabında aslında reklamların hayatımızı nasıl ele geçirdiğini ve reklam sektörünün nerelere kadar gelebileceğini biraz bilim kurgu tarzında da olsa bizlere sunmuş. Aslında bilim kurgu da sayılmaz ya, kitapta olan olayların gerçekleşmesi an meselesi gibi.
Kitabı çok beğendim, herkese okumasını tavsiye ederim fakat, son bölümlerinde nedense ilk bölümlerde aldığım keyfi alamadım. Bunu da söylemeden geçmeyeyim.
Ruhi Mücerret hakkında Murat Menteş'in söyleşilerini izleyeyim dedim. İlk başta Ahaber'in aşağıda bulunan söyleşisini izledim.
Anlayamadığım bir şey var? Sunucuya sormak istiyorum. Bir yazar çağırmışsınız ve onun son kitabı hakkında konuşacaksınız fakat edebiyattan bihabersiniz, bence Murat Menteş'in hiçbir kitabını okumadığınız gibi hakkında konuşacağınız son kitabını da okumamışsınız. Kitabın kapağı, arka kapakta yazanlar ve klasikten öteye geçemeyen sorular üzerinden edebiyat sohbeti yapmaya çalışıyorsunuz. Bu nasıl bir meslek anlayışıdır? Asıl şaşırdığım ise Murat Menteş'in sunucuya "Acaba siz kitabı okudunuz mu?" diye sormamış olması. Murat Menteş acaba saygısızlık mı yapmak istemedi yoksa eleştirdiği reklam sektörünün bir anlık da olsa parçası mı oldu? İnşallah birinci seçenektir diye umuyorum.
Önemli olan yeni çıkan bir kitabın yazarını ağırlayarak reklam yapmak mı yoksa aşağıda Yekta Kopan'ın söyleşisi gibi Murat Menteş'in kitaplarını okumuş, yaptığı işleri bilen, edebiyat ve mizah anlayışının güzel bir şekilde analiz yapabilen birinin hakkını vererek yaptığı söyleşi mi daha makbuldür?
Altı Çizilesi:
"Dün görüşemedik nerelerdeydiniz?"
"30 sene evvel bana'3 ay ömrünüz kaldı' diyen doktorun cenaze merasimindeydim."
Gittiğim Şehirlerde beni valiler, kaymakamlar, belediye başkanları karşılıyor. "Ruhi Bey" diyorlar "maşallah turp gibisin. En fazla 60 gösteriyorsun. Gençsin sen hepimizi gömerşin"
Yaşlanmanın bir iyi tarafı da, haşerelerden asla rahatsız olmamaktır.
100 sene nasıl mı geçti? Size şu kadarını söyleyeyim, 1 saniye ile 1 asır arasındaki fark abartılıyor. Ve… mazide kalan her şey kısa sürmüş demektir.
Güneş, dünyanın son günüymüş gibi parlıyordu. Hava öyle sıcaktı ki, tavuklar haşlanmış yumurta yumurtluyordu.
İnsanın geleceği görememesi ne büyük lütuf.
Ölüm karşısında herkes acemidir; ben de öyleyim. Hala hayattasınız aziz okur, şansınız var: Acemi şansı.
Senden bekleneni, sana emredileni ya da seni kurtaracak olanı değil; kalbinin derinliklerinde tasdikleneni yap. İyiliği içselleştir.
Bir yetim çocuğun başını okşa. O zaman onun gözlerinde Allah'ı görürsün. Bir fakire yardım et. Onun gözlerinde Allah'ı görürsün. Bir kediye yiyecek ve su ver. Onun gözlerinde Allah'ı görürsün.
Birinin duygularına haddinden fazla değer verirsen, onu anlaman imkânsızlaşır.
Mezar taşlarındaki ölüm tarihleri, ölülerin bizi kaç yıldır beklediğini gösterir.
Delirsen bile gerçeklerden kaçamıyorsun. mahvolmakla, sorumluluklardan kurtulamıyorsun. suç işleyerek yasaları değiştiremiyorsun.
Bir insan hakkındaki gerçek duygularımız, onu uyandırırken açığa çıkar.
Ölmedim. Uyandığımda tepemde floresan lambayı görünce hala dünyada olduğumu anladım. Arzulamak, elde etmekten; hasret, kavuşmaktan; hatırlamak, unutmaktan bin kat şiddetliydi.
Bazen kötüler, nadiren iyiler kazanır. Çoğunlukla herkes kaybeder.
Bir insan acıdan delirdiğinde, diğerleri onun acısını değil, deliliğini görürler.
Kadın karar verene, erkek anlayana dek ömür bitiyor.
“Çay alır mıydınız?” Bu cümleye dikkat edin sevgili okur. Bir düşüncenizi söylediğiniz anda çay teklif eden kimse, size katılmıyor demektir.
Haklı çıkmanın aşağılık tatmininden vazgeçemeyen beleşçiler, kötümserlikte ısrarcıdır.