KARAHİNDİBA
SİNAN SÜLÜN
Sel Yayıncılık
Eylül 2011, 2.Baskı
136 Sayfa
AFD:
Karahindiba, bir ilk kitap. 1980 doğumlu Sinan Sülün'ün birbirinden güzel üç adet öyküsünden oluşuyor. Sinan Sülün'le Başucumdaki Kitap'ta yayınlanan öyküsüyle tanışmış ve hemen kendi kitabını ve öyküsünde adı geçen kitapları listemize eklemiştim. İyiki eklemişim, bu kadar tanıdık hikayeleri, bu kadar içten yazan; okurken insanı sıkmayan bir yazar Sinan Sülün. Kitapta; hayatta kendine saygın bir yer edinememiş, aslında o saygın yerde de pek gözü olmayan, dışarıdan bakılınca sıradan fakat aslında kendine müstesna kişiliklere sahip insanların hikayeleri var.
Aslında çok fazla birşey söylememe gerek yok, Başucumdaki Kitap'ta yayınlanan öyküsünü ve kitaptan yaptığım alıntıları okursanız ne demek istediğimi anlayacaksınız.
İnsanlar ölümden korktukları ve hayatı aşktan daha büyük
kabul ettikleri için zaman her şeyin ilacıdır der. Buna inanırsan, ölmezsin.
Bir süre sonra aşk acısı çeken her insan gibi senin de yaran kapanmaya, kabuk
bağlamaya, kaşınmaya başlar. Kaşırsın. Kabuk düşer. Artık yaran kanamadığı
yahut kabuğunu göremediğin için unutursun. Üzerine yeni aşklar giymeye, yeni
sevdalar sürmeye çalışırsın. Gördün mü zaman geçirir demiştik der en yakın
arkadaşların aylar sonra. Gülersiniz hep birlikte o uykusuz, gözyaşlarından
yastık başlarının, arkadaş omuzlarının sırılsıklam olduğu, uykularından
sıçrayarak uyandığın gecelere. Ama sadece sen bilirsin gerçeği. Onların
yanından ayrıldıktan sonra hemen eve gidip soyunursun. Yaralarına bakarsın.
Oradadır işte izleri. Ne yaparsan yap yok olmazlar. Tekrar sızlamaya başlar.
Duyumsarsın. Bazen hiç neden yokken, hayatında yeni birisi varken, her şey iyi
gidiyorken, mutluyken, birisini severken ama asla aşık değilken. Aynanın
karşısına geçer, o eski yaralarına bakarsın. Ondan sonraki bütün ilişkilerinde
çıplaklık konusunda rahat olamamanın sebebi de budur belki. Yeni sevgililerinin
görecek diye korktuğun kapanmış yaralarına parmaklarının ucuyla dokunursun. Bir
sertlik gelir eline. Yaranın izine bastırdıkça acıtan. Derinin hemen altındadır
o gün kırılan kalbin parçası. Vücudun atamamıştır, atamaz da. Artık o senin bir
parçandır. Hissedersin. Yeniden batar. Dünyanın tadı bozulur. Ekşir.
Yaralarının kabardığını görürsün. Hiçbir şey eskisi gibi olmaz. Olamaz. İşte o
zaman anlarsın. Her kalbin tek bir aşk için yaratıldığını. Sf:63
Kitapta 3 öykü olduğunu belirtmiştim. Aralık; bir kaybetmişliğin, uğruna herkesi karşısına alacak kadar inandığı işini ve eşini kaybeden Rıfat'ın kendinden ve hayattan bezmişliğinin öyküsü.
Mavi Pelikan; tutkulu bir aşkı, çoğumuz gibi sadece korkuları yüzünden sıradanlaştıran Numan'ın hikayesi.
Karahindiba ise; hayatı keşkeleriyle yaşayan, hep seçmediği diğer yolların onu nereye çıkaracağını merak eden Adnan Çubuk'un hikayesi.
Sinan Sülün'ün Karahindiba'yı anlattığı röportajı: http://tvarsivi.com/yazar-sinan-sulun-ile-ilk-romani-karahindiba-uzerine-soylesi-yapiliyor-30-09-2011-izle-i_2011090662181.html
Sizi Karahindiba'daki beğendiğim satırlarla başbaşa bırakmadan önce, Sinan Sülün'ün kaleminden çıkacak yeni kitabının bir roman olacağını ve bu romanı sabırsızlıkla beklediğimi de belirtmek isterim.
Çok fazla alıntı yapmış gibi gözükebilirim fakat bunlar sadece birkaçı, Sinan Sülün'ün neredeyse her cümlesi altı çizilecek nitelikte.
Bize her şeyi yanlış öğretmişler. Bu dünyanın dörtte biri
kara, dörtte biri gözyaşıymış. İnsanlıktan ikmale kalmışız haberimiz yok sf:37
Keşke kıyıya çıkmasaydık anne. Zaten geldiğimiz yer burası
değil mi? Geri dönerdik dünyanın rahmine. Sf:39
Yürümek istiyordu. Durmadan yürümek. Acısının çoğulluğundan, yakıcılığından
kurtulmak isteyen her insan gibi sadece yürümek. Yürümek acıya iyi geliyordu.
Sf:40
Çok konuşmazdı. Çekingen ve sıradandı. “Daha önce sizinle
karşılaştık mı?” ya da “Bizim Mehmet’e ne kadar benziyorsunuz?” denilen insanlar gibi herkese benzeyen, toplu
resimlerde “İşte şu ortadaki esmer” diye gösterilirken, “Hangi esmer?” diye
sorulan, dar bir yolda karşı karşıya kalındığında ilk kendisinin çekilip yol
vereceği bilinen, markette alışveriş yaparken insanların yanına gelip “Salçalar
hangi reyonda?” diye sorduğu, isminin sonuna asla ‘Bey’ alamayacak olan, yeni
bir yere taşındıktan ancak altı ay sonra komşuları tarafından fark edilen bir
tipi vardı. Sf:51
Aşk ne zaman karşına çıkacağını bilmediğin, asla
engelleyemeyeceğin, kabul etmekten başka çarenin kalmadığı bir fırtına gibidir.
Kendini onun kollarına, senin için seçtiği yazgıya bırakırsın. Fırtına
dindiğinde belki kendini güneşin bütün bedenini ısıttığı bir bulutun içinde
mutlulukla süzülürken bulursun, belki de soğuk ve yalnız kayalardan başka
hiçbir şeyin olmadığı bir kıyıda. Ne olacağını asla bilemezsin. Ben sende bu
bilinmezliği sevdim. Sf:56
Sen, hepiniz çirkin bir balıkçının oltasına yakalanmışsınız.
Balıkçılarının ayaklarının dibindeki kovanın içinde yaşamak için çırpınıp
duruyorsunuz. Dünyayı o kova, yaşamayı ölmemek sanıyorsunuz. Özgürlüğünüz o
kovanın hacmi, ömrünüz gün bitip balıkçı eve dönünceye kadar.
Dışarıda koskoca bir dünya var. Zıplasan, çıksan göreceksin.
Ölürüm diyorsun, denize kadar gidemem diyorsun. Gitme, öl, ne çıkar. Kovanın
içinde senin gibi onlarca korkakla yaşayacağına, hiç değilse cesur ve özgür
olarak ölürsün. Ama sen o kovadan atlayamayacak kadar korkaksın. Sen, senin
için tüm hayatını vermeye hazır birini sevemeyecek kadar korkaksın. Sf:66
Galiba bu dünyada herkes bir iz
bırakmak için yaşıyordu.
Duvardaki resim bunu sökülürken duvarın sıvasını yanında
götürerek yapıyor, inşaat işçisi ustabaşından gizli bir tuğlanın üzerine ismini
kazıyor, tapu kadastrodaki memur üç çocuk yapıyor, salyangoz ardında sümüğünü,
don lastiği belde tahrişini, kalem kağıtta yazısını bırakıyor, zenginler okul
yaptırıyor, yoksullar fotoğraf çektiriyor, an’lar hatıralaşıyor, kimisi intihar
ediyor, kimisi resim yapıyor, kimisi roman yazıyordu.
İyi kötü hepsinin varlığını kanıtlayacak izler oluyordu.
Yaşadıklarını başkalarına hatırlatacak, kendilerini iyi hissettirecek, bu
dünyadan çekip giderken “Ben buradaydım, ben unutmayın” dedirtecek izleri.
Oysa ben yaşarken unutulmuştum. sf:98
Ben bu satırların altındayım sevgili okur. Şu an kafamı
kaldırmış sana bakıyorum. Seni görebiliyorum. Senin hissettiklerini
hissedebiliyorum. Senin de beni gördüğünü, neler hissettiğimi bildiğini
biliyorum. O kadar yalnızdım ki, gidecek hiçbir yerim yoktu benim. Bu yüzden bu
kitabın içindeyim. Öyle bir yere gelmiştim ki yazmaktan başka çarem kalmamıştı.
Sf136