UYUMSUZ DEFNE KAMAN'IN MACERALARI
""SU""
BUKET UZUNER
Everest Yayınları
Mart 2012, 1.Baskı
329 Sayfa
MRW:
Buket Uzuner’i okumaya yeni başladım, evet biliyorum biraz geç kalınmış bir seçim ama zararın neresinden dönsen kardır demişler değil mi? Geçen ay “İki Yeşil Su Samuru”nu okumuştum, hala bloğa yazma imkanı bulamadım ama.. Şimdi “Su”, bundan sonra da “Kumral Ada Mavi Tuna” ile devam edeceğim inşallah.
Su kitabı ilk çıktığı zamandan beri bende bir anti pati oluşturmuştu, niyeyse Uyumsuz Defne Kaman falan deyince, sanki ergenlik dönemlerinde bir genç kız ve atıldığı maceralar gibi bir izlenim uyandırmıştı kitabın ismini duyar duymaz. Sonra arkasındaki Şamanizm, Kamanlık gibi kelimeleri de okuyunca, dedim aman sıkıcı, hiç benlik bir roman değil. Ama çok yanılmışım. Kitap ilk sayfasından öyle bir sardı ki beni.. çok merak uyandırıcı, eğlenceli, keyifli, akıcı, bilgi verici.. daha ne desem kesinlikle okunması gereken bir kitap. Bloğumuzu okuyanlar bilir, biz öyle okuduğumuz her kitabı tavsiye eden bloggerlardan değiliz. Açık açık eleştiri yapıp, gerçek düşüncelerimizi söylüyoruz burada. O yüzden, Su kitabının kesinlikle okunulası bir kitap olduğunu belirtmek isterim. Özellikle kitabın kapağında da bulunan resimlerin, bazı iç sayfalarda da olması, ayrıca Kutadgu Bilig’den alıntıların yapıldığı, Su kitabından yazıların da olduğu sayfalardaki süslemeler gerçekten çok hoştu, kitaba ayrı bir güzellik, renk katmıştı.
Biraz da konudan bahsedecek olursak; dilinin kemiği olmayan ve inanmadığı hiçbir şeyi savunmayan gazeteci Defne Kaman, ninesi Umay Bayülgen, komiser Ümit Kaman, sahaf Semahat'den oluşan ana karakterlerle büyüyen bir roman. Komiser Ümit sevdiğine kavuşmaya çalışan, geleneklerin arasına sıkışmış genç bir erkek, Semahat kendini sahaf dükkânına ve kedilerine adamış genç bir kadın. Umay Nine kaman geleneklerini yaşayan ve yaşatan bir otacı ve ortada bir gazeteci Defne Kaman. İşte ipuçları bu kadar, puzzle'ı tamamlamak için de geriye bu güzel kitabı okumak kalıyor. Sonu da öyle bir bitiyor ki insanın Sayın Buket Uzuner’e "hadi Buket Hanım çabuk yazın 2. kitabı öleceğim meraktan" diye mesaj atası geliyor! : )
Bu arada kitabı okuyunca Şamanizm’i araştırdım ve ilk dinlerin başlangıcı olduğunu, bizim de inandığımız bir din olduğunu ve aslında bugün bile hala şaman geleneklerini kullandığımızı gördüm. İşte bunlardan bazıları;
- Gidenin arkasından su dökmek eski Türklerdeki su kültünün doğurduğu bir adettir.
- Ağaçlara bez ve çaput bağlanması da Şamanizm döneminden günümüze aktarılan geleneklerdir.
- Yine, istenmeyen bir olay duyulduğunda tahtaya el ile tokmak gibi üç kere vurulması da, kötülükten korunmak, kötü ruhların duymasını önlemek amacına yönelik eski bir Şaman inanışıdır.
- Kurşun Dökme de Şaman geleneklerinden kalan bir âdettir. Şamanlar bu ritüele “Kut Dökme” anlamına gelen “Kut Kuyma” adını vermişlerdi.
- Loğusa kadınların başına bağlanan kırmızı kurdele Şaman döneminden günümüze kadar ulaşmış bir adettir. Bu kurdelenin anneyi ve yeni doğan çocuğu, albız denen şeytana karşı koruduğuna, özelikle Alevilik'de gözlemlenen mezarın başına bağlanan kırmızı kurdelenin da ölüye kötü ruhların musallat olmasını engellediğine inanılır
- Toplumda ulu kabûl edilen kişilerin ölümünden sonra ruhlarından medet ummak mezarları kutsamış ve bu yerler medet umulan yerler hâline gelmişlerdir. Günümüzde mezar, türbe, yatır ve benzeri yerlerin ziyareti ve bunlardan medet umulması da bu inanç sisteminin devamı olarak ortaya çıkmıştır.
- Anadolu’da halk arasında “nazar” olgusu çok yaygın bir inançtır. Bazı insanların olağandışı özellikleri olduğu ve bunların bakışlarının karşılarındaki kimselere rahatsızlık verdiğine, kötülük yaptığına inanılır. Bunun önüne geçmek için “nazar boncuğu”, “deve boncuğu”, “göz boncuğu” v.s. takılır. Nazar olgusu da eski Türk inançlarındandır.
- Şaman'ın üzerine giydiği giysiye yılan, akrep, çiyan, kunduz gibi yabanî ve zararlı hayvan şekilleri çizilerek onların kaçırılacağına inanılırdı. Bugün Anadolu’da Türkmen köylerinde dokunan halı, kilim gibi örgüler Şaman giysilerinin izleri taşımaktadır.
Altı Çizilesi:
Evvel zaman içinde, kalbur saman içinde, Dedem Korkut ile Ninem Umay beşiğimi tıngır mıngır sallar iken’ diye başlayan eski Türk masallarında, uzak çok uzak diyarlarda, ailesini soğuktan korumak için ağaç kesmek zorunda kalan eski Türk, önce, o ağaçtan özür dilermiş. Ağaca, ihtiyacından fazlasını kesmeyeceğine, bundan böyle yediği her yemişin çekirdeğini, tohumunu aynı yerlerde toprağa gömeceğine söz vererek, ağacın canına ve onu yaratan güçlere dua edermiş. (sf: 23)
Hepsine inandılar ve mantıklı buldular da ne bir yunusun bir insanı koruyacağına, ne de bir insanın ölümden kurtulmak için yunusa dönüşebileceğine inandılar. Kendilerinden boşanmak isteyen karılarını günde beşer beşer bıçaklayıp doğrayan kocalarla, ölmemek için devlete yalvardığı halde korunmayan, göz göre göre ölen kadınların olabilirliğine inandılar. Erkeklere, kendilerini dünyanın hakimi zannetmelerine yol açan resmi eğitime ve kültüre, onların işsiz ve yoksul kalınca kendilerini iktidarsız hissederek, biraz da mecburen karı ve kızlarına işkence ettiklerine,daha ilginci, bunun tabiat kanunu olduğuna bile ikna oldular ama bir yunusun iyilik yapacağına hayatta inanmadılar.. (sf: 307)