23 Temmuz 2014 Çarşamba

Vahşetin Çağrısı - Jack London

VAHŞETİN ÇAĞRISI
Orijinal Adı: The Call Of The Wild
JACK LONDON
Çevirmen: Levent CİNEMRE
Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları
Eylül 2013, 4. Baskı
(Orijinal İlk Basım 1903)
108 Sayfa

AFD:
    Jack London'ın bir köpeğin hayatı üzerinden; sevgiyi, nefreti, liderlik ve benlik mücadelesini anlattığı, bir çırpıda okunan ve herkese tavsiye edeceğim bir kitap Vahşetin Çağrısı.

   Daha önce Martin Eden'i okuyarak Jack London'ın yazma serüvenini, bu süreçte yaşadığı zorlukları öğrenmiştim. İlk defa kendi hayatını yazdığı Martin Eden harici bir kitabını okuyorum. Demek o kitabında bahsettiği ve gönderdiği dergiler/yayınevleri tarafından beğenilmeyip geri gönderilen yazılarından birisi de buymuş. Bu kitap nasıl geri çevrilmiş? Acaba şu an okuduğumuz Vahşetin Çağrısı, yayınevleri tarafından geri çevrildikten sonra Jack London'ın yaptığı eklemeler/düzenlemelerle mi bu kadar güzel bir hale geldi? Bu soruların cevabını bilmesem de, bildiğim bir şey kitabın kesinlikle okunması gereken bir kitap olduğudur.

   Kitap aslında evcil bir köpek olan Buck'un, çok değer verildiği yuvasından/sahibinden kaçırılmasıyla başlıyor. Buck kaçırıldıktan sonra yeni adresi Alaska, yeni işi ise kızak çekmek oluyor. Sıcacık yuvasından ayrılan ve tek işi sahiplerini eğlendirmek olan Buck için yaşam artık zorlu bir mücadeledir. Hayatta kalmak, lider olmak ve kendi olmak adına sürekli bir savaş veren Buck acaba bu yaşam şartlarına adapte olabilecek midir?

     Kitap isminin çevirisinde büyük bir sorun olduğunu düşünüyorum.  İngilizcesi "The Call of the Wild" yani Vahşi Yaşamın Çağrısı iken bugüne kadar neden Vahşetin Çağrısı diye çevrilmiş anlamak mümkün değil. Bir eleştirim de okuduğum kitabın çevirisine, Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları'nın kitabı olduğunu görünce tereddütsüz aldım fakat çevirisinde bir sorun olduğunu düşünüyorum. Son olarak kitabın 2009 yapımı bir filmi olduğunu da hatırlatayım.

Kitabın Tanıtımından:
   Amerikan edebiyatının büyük ustalarından Jack London'ın unutulmaz romanı Vahşetin Çağrısı hemen tüm dillere çevrilmiş, gerçek anlamda bir klasik niteliği kazanmıştır.

   Dünya edebiyatında kendi kendini yetiştiren yazarların en yetkin örneklerinden biri olan Jack London, en güçlü ve etkileyici yapıtlarından biri sayılan Vahşetin Çağrısı'nda, kızağa koşulan bir kurt köpeğinin amansız yaşam savaşını anlatır. Alaska'nın yabanıl ortamında yaşayan insanların acımasızlığından payına düşeni alan Buck, ayakta kalabilmek için inanılmaz bir savaş verecek, giderek yabanın çekiciliğine kapılarak özgür seçimini yapacaktır.

   Ne ki, Buck'ın bir köpek olduğunu bilmesek, onun başından geçenleri bir insanın zorluklarla dolu yaşamöyküsü olarak da okuyabiliriz. London, bir köpeğin öyküsünün ardında, insanlık durumunun ürkütücü bir panoramasını önümüze serer.

17 Temmuz 2014 Perşembe

Babil.com (Bu Ne Güzel Sürpriz)

    Bir gün posta kutumuza bir mail geldi "Küçük bir gönderimiz var adresinizi alabilir miyiz?" diye. 

  İki gün sonra da bu güzel paket geldi. Ne kadar incesiniz Babil.com ekibi. Bizi gerçekten çok mutlu ettiniz. Blogumuzu çekirdek aile olarak tuttuğumuz için her hediyeden ikişer tane göndermek nasıl güzel bir düşünce öyle. Kitaplar (Kendi basımları olan Muzıkacı Yanko ve Kamyonka), bez çantalar ve ayraçlar, hepsi birbirinden güzel çok teşekkür ederiz. Hediyelerden de güzel olan ise o sıcacık notunuz.


















   Ailemizde kitapsever herkese yer var özellikle sizin gibi kitapseverseverlere :)
   Yeriniz hazır her zaman Babil.com bekleriz. :)
   Böyle samimi, sıcacık bir merhabaya kim kayıtsız kalabilir ki?

  Merhaba Babil.com hoşgeldiniz. İyi ki de geldiniz... Böyle bir siteye gerçekten de ihtiyacımız vardı.



   Yandaki fotoğraftakiler ise maili aldığımız gibi Babil.com'dan verdiğimiz siparişler. Zaten bu kitapları almak istiyorduk. Babil.com mailini görünce siparişimizi tereddütsüz Babil.com'dan verdik. Bu paketimize de bir tane hediye kitap, ayraçlar ve okul gazetesi tadında E BABİL kültür-sanat eki koymuşlar. 

   İşimiz kitap olunca ve Babil.com da bize böyle bir güzellik yapınca, adını son zamanlarda sıkça duyduğumuz Babil.com'u enine boyuna inceleyelim istedik.





Bize göre Babil.com'un artıları
  • Uygun Fiyatlar: İsim yapmış çoğu siteye göre gerçekten fiyatlar uygun.
  • Kargo Ücreti: Bizim alışveriş kriterlerimizden birisi kesinlikle kargo ücretidir. Bir kitap parası kargo ücreti ödemek açıkçası hiç işimize gelmiyor. Babil.com'da bizim gibi düşünen kitapseverler için kargo ücretini sadece 2,9 TL yapmış, 29 TL üzeri alışverişlerde ise kargo ücretsiz.
  • Temin Süresi: Bunu sipariş vermeden test edemezdik. Özellikle çocuk kitapları stokta pek bulunmaz. Buna rağmen iki gün içinde geldi tüm kitaplarımız. Kesinlikle çok iyi bir süre.
  • Paketleme: Bir kitapçıya gittiğimizde üzerinde küçücük bir zedelenme olan kitabı kesinlikle almadığımız gibi internet alışverişimizde de böyle bir durumla karşılaşmak istemeyiz. İsim yapmış büyük kitap satış siteleri bile bazen bu duruma özen göstermiyor maalesef. Babil.com'un paketlemesini beğendik. Kitaplar gayet temiz olarak elimize ulaştı.
  • Çeşitlilik: Bazı sitelerde fiyatlar çok uygun olmasına rağmen aradığınız kitapları bulamıyorsunuz. Babil.com kitap konusunda geniş bir yelpazeye sahip ve bu geniş yelpaze sadece kitaplar için geçerli değil. Babil.com'da filmler, müzikler, defterler, ayraçlar, kitap tutucular gibi çok seçenek var.
  • Hediyeler: 30 TL'lik sipariş verdik, bize bir adet kendi yayınevleri Papersense'nin ilk kitap basımı olan, eski kitaplar gibi ciltli  Muzıkacı Yanko ve Kamyonka ile çok tatlı ayraçlar göndermişler. Bildiğim kadarıyla da 70 TL ve üzeri siparişlere de o güzel bez çantalarından hediye ediyorlar.
  • Taksit İmkanı: 20 TL üzeri siparişlerde Maximum'a 6, Axess, World ve Bonus'a vade farksız 3 taksit imkanı var. 
  • Ödeme Seçenekleri: Kredi kartıyla ödeme yapabildiğimiz gibi kredi kartı kullanmayanlar veya kullanmak istemeyenler için; havale, EFT, PayPal ve kapıda ödeme seçenekleri de var. 
  • Samimiyet: İşte bu madde, tüm maddelerin içinde en önemlisi. Üstteki çoğu maddeyi bulabileceğimiz başka siteler mutlaka vardır. Fakat bu samimiyeti bulmak çok zor. İnşallah Babil.com ekibi bu samimiyetlerini her zaman sürdürür ve kitapseverleri uzun yıllar mutlu ederler.

15 Temmuz 2014 Salı

Gülden Kale Düştü - Ahmet Karcılılar

GÜLDEN KALE DÜŞTÜ
AHMET KARCILILAR
Doğan Kitap
Kasım 2000, 10. Baskı
İlk Baskı: Mayıs 2000
174 Sayfa

AFD:

Her şey biter.
Su taşı bitirir,
güneş suyu.
Zaman güneşi bitirir,
aşk zamanı.
Söz aşkı bitirir,
ben sözü.
Ahmet Karcılılar - Gülden Kale Düştü

   Gülden Kale Düştü, ilgiyle takip ettiğimiz SirEvo'nun CineShoot adlı blogundaki tavsiyesi üzerine okuma listemize aldığımız, sahafta görünce de hemen kitaplığımıza eklediğimiz bir kitap.  

      Kitap ilk başta ismiyle okuru kendisine çekiyor. Gülden Kale Düştü... Biraz düşününce ve tabii ki kitabı okuyunca pek çok anlama geldiğini görüyoruz. Kitabı okurken ara ara kapağını kapatıp, isminin ne anlama geldiğini düşündüğüm zamanlar oldu. Benim bulduğum anlamları şöyle; Gülden bir Kalenin Düştüğü, Gülden bir Kalenin Düş olduğu,  Gülden isimli kişye Kalenin Düştüğünü haber vermesi, Gülden Kale isimli kişinin bir Düş olduğu, Gülden Kale isimli kişinin Düştüğü.. gibi bir sürü anlama geliyor.

    Bu kitap ilk çıktığında oldukça tartışma yaratmış, bundan haberim yoktu. Instagram arkadaşlarımızdan Gülşah Hanım ve Evren Bey sayesinde bu tartışmalardan haberim oldu ve araştırmaya başladım. Meğer neler olmuş :) İlk iddia; yazarımız Ahmet Karcılılar'ın kendisini aldatan eşiyle olan hayatını, eşinin özel mektuplarına ve yatak odası sırlarına kadar birebir anlatıldığı iddiası, bu iddianın sahibi tabii ki eski eşi. İkinci iddia ise; eşinin mektuplarını birebir yayınladığı için mektuplarda bulunan alıntılara (Cezmi Ersöz'ün Hayallerini Yak Evi Isıt adlı kitaptan yapılmış), fark etmeden kitabında yer vermesidir. Eşinin iddiasına göre Ahmet Karcılılar hiç Cezmi Ersöz okumadığı için mektuplarında kullandığı bu alıntıları fark edememiştir. 

      Kitabı hakkında böyle büyük iddialar ve bu iddialarla ilgili davalar varken Ahmet Karcılılar'ın bu iddialara pek cevap vermediği gözükmektedir. Bulabildiğim tek cevap ikinci iddia için; yapılan alıntıların farkında olduğunu bunun okura oynadığı bir oyun olduğunu söylemekle yetinmiştir.  

     Peki kitap nasıldı? Araştırdıklarımdan anladığım kadarıyla bu kitap gerçek ve kurgunun birleşimi. Ahmet Karcılılar'ın baş karakteri aslında kendisi. Yazar olan karakterimiz Adem Kaman, eşin Gülden Kale'nin kendisini aldattığını öğrenince onun hakkında yazmaya başlıyor (bu kısıma gerçek diyebiliriz),  eşinden ayrıldıktan belirli bir süre geçtikten sonra polisler kapısını çalıyor ve kendisini Gülden Kale'yi öldürmekten dolayı suçluyorlar. Aslında Gülden Kale'nin arkasında bir intihar mektubu bırakmasına rağmen, savcının baskısıyla Adem Kaman sorgulanıyor. Acaba Gülden Kale gerçekten intihar mı etti? Yoksa öldürüldü mü? Peki katili kim? Adem Kaman mı?... Bu soruların cevabını tabiki Gülden Kale Düştü'nün sayfalarında bulabilirsiniz.

    Tavsiye eder miyim? Kesinlikle tavsiye ederim fakat +16 kısıtlamasıyla. Neden kitaplarda bu şekilde uyarılar yok anlamıyorum. Cinselliğin bu kadar açık şekilde tasvir edildiği bir kitapta böyle bir uyarı kesinlikle olmalı. Neden tavsiye ettiğim kısmına gelirsek, bence kitap mükemmel bir kurguyla yazılmış. Yazarın zekasına hayran kaldım diyebilirim. Yazarın zekasının ne derecede olduğunun örneklerinden biri de kitapta geçen Adem Kaman'ın bu cümlesi; "Bundan sonra konuşmayacağım, yazdıklarımdan başka söyleyecek başka bir şeyim yok" Bence Ahmet Karcılılar kitabı yayınlandığında ne tepkiler alacağını biliyordu ve gelecek tepkilere cevabını aslında kitabındaki bu cümleyle vermişti. Belki de böyle bir şey yok ben uyduruyorum ama böyle düşünmek bile kitaptan aldığım tadı benim için bir nebze daha arttırıyor.

Altı Çizilesi:
  Sana sürekli "Seni seviyorum" demezdim, ama sevdiğimi bilirdin. Öyle sanırdım. Bu yüzden gittin; bunu çokça söyleyenlere inandığın için. Bu kadar kutsal bir sözü kolaylıkla söyleyebilenlere inandığın için.
  Sana, seni sevdiğimi söylemek, kendimi sevdiğimi söylemek kadar kutsaldı çünkü. Sen de anlamışsındır sanırım, ne kadar çok söylersen, o kadar kolay gidiyorlar. 

Kitabın Tanıtımından:
   İlk romanı Yağmur Hüznüyle edebiyat çevrelerinin dikkatini çeken ve 1998 Orhan Kemal Roman Ödülünü alan Ahmet Karcılılar, Gülden Kale Düştü adlı romanıyla ikinci kez okurların karşısına çıkıyor. Gülden Kale Düştü, küçüldükçe daha da karmaşık hale gelen dünyaya bir Anadolu kentinden bakıyor. Roman, modern hayatın karmaşasından sıkılıp kendi kozasına çekilerek yalnızlığı tercih eden bir yazarın, kimi zaman yaşama bakışını, kimi zaman da anlattığı metinleriyle desteklenen polisiye bir kurgu içeriyor. Ayrıldığı eşinin intihar mı, cinayet mi olduğu belirsiz ölümüyle başlayan ve yazarın sorgulanmasıyla devam eden olay örgüsünün yanı sıra aşk, cinsellik, sadakat ve ihanetin değişen anlamları sorgulanıyor. Gülden Kale Düştü'de Ahmet Karcılılar, yalın bir dil ve anlatımla okuru, beklemediği şaşırtıcı bir -sona ya da başlangıca- götürüyor.

12 Temmuz 2014 Cumartesi

Deliduman - Emrah Serbes

DELİDUMAN
EMRAH SERBES
İletişim Yayınları
2014, 1. Baskı
352 Sayfa

AFD:
    Deliduman Emrah Serbes'in okuduğum ikinci kitabı, ilki Erken Kaybedenler'di. Erken Kaybedenler, hayata 1-0 yenik başlamış erkek çocuklarının hikayeleriydi. Deliduman'a ise kısaca; Erken Kaybedenler'in roman versiyonu diyebiliriz. Bu kitabı da yine Kitap Kardeşliği okuma grubumuz ile birlikte okudum.

      Deliduman'da, Erken Kaybedenler Kulübü üyelerinden biri olan Kıyıdereli Çağlar'ın hikayesi anlatılıyor. Anne, baba ayrılmış, annenin yanında kalan Çağlar, kardeşi Çiğdem, nasıl Belediye Başkanı seçildiğine şaşılan sorunlu dayısı Altan Bey ve arkadaşı Mikrop Cengiz'in hikayesi...

    Çağlar erken kaybetmenin verdiği "Daha da ne kaybedebilirim ki?" özgüveniyle yaşayan bir gençtir. Hayattaki tek büyük düşkünlüğü ise kızkardeşi Çiğdem'dir. Onun için dünya Çiğdem'dir, hatta dünya Çiğdem'in etrafında dönmelidir. Çiğdem'in ise en büyük arzusu ünlü olmaktır. Çağlar, dayısı ve arkadaşı Mikrop Cengiz Çiğdem'in bu arzusunu yerine getirmek için ellerinden geleni yaparlar. Çiğdem'in ünlü olma sevdası, o sıralar patlak veren Gezi olaylarında TOMA'ların önünde dans edecek kadar gözünü dönmüştür. Bu sevda ile kahramanlarımız soluğu Gezi olaylarında alırlar...

       Gelelim "Tavsiye eder miyim?" kısmına: Ben açıkçası kitabı beğenmedim. Erken Kaybedenler'in her hikayesindeki baş karakterleri çok sevmiştim. Çağlar'da bunlar gibi bir karakter ama o, Erken Kaybedenler hikayelerindeki tadı alamadım diyebilirim. Beğenmememin asıl sebebi ise; Emrah Serbes'in "içinde Gezi olaylarının geçtiği bir kitap yazmalıyım" diyerek çok beğenilen Erken Kaybedenler karakterlerine benzer bir karakter ile Gezi olayını birleştirip bu şekilde bu kitabı yazdığını düşünmemdir. Daha önce içinde Gezi olayları da geçen Ahmet Ümit'in Beyoğlu'nun En Güzel Abisi'ni okumuş ve bu olayların kitaba işlenişini  daha çok beğenmiştim. Emrah Serbes'in Gezi olaylarında sessiz kalmayıp tavrını belli etmesi, hakkını araması çok ayrı bir yerdedir benim için fakat bana göre bu kitabı kelimenin tam anlamıyla "zorlama" olmuş.

 Altı Çizilesi:
   Gözde hoca benim kız arkadaşım olsaydı mesela, her gün böyle birkaç saat karşılıklı oturmak isterdim onunla, sessizce, özgürce bakabilirdim ona o zaman, derdim ki gerçekten bana hitap eden bir kız arkadaşım var, çok şanslı bir herifim. Bunu ona söylemezdim tabii, kadınlara böyle şeyler söylersen seni terk ederler. ‘Bana yeterince hitap etmiyorsun,’ demek gerekir kadınlara, ‘şişmansın az ye,’ demek gerekir kırk beş kilo bile olsalar, ‘bu aralar biraz yalnızlığa ihtiyacım var lütfen üstüme gelme,’ demek gerekir, ‘ama sen benim ideallerime mani oluyorsun buna hakkın yok,’ demek gerekir, ‘ne yapayım elimde değil annemi yine çok özledim,’ demek gerekir. O zaman sana aşık olurlar. Sende aşık olunacak bir şey kalmadığında, imkansız aşkı yaşamak için.

     Mutfaktan çıktım, akşam havasını çektim içime, sanki böyle bir şeyler yanmış da hoş bir koku bırakmış gibiydi arkasında, derin bir nefes aldım. Şeytan diyordu ki vefasızın birine âşık ol o tatlı havada, ondan sonra da kollarını göğsünde kavuşturup hayatını bombok edişini seyret bir kenardan.

     Gururu çıkartırsan insandan ne kalır! Haysiyeti çıkarırsan ne kalır?

    ...Sonra biri "Orsa" diye seslenince koşar adım gitti. Arkasından dikkatle baktım, kızı güzel doğan ilk iş olarak cins bir isim aramaya başlıyor, medeni kanunun yazılı olmayan maddelerinden biri buymuş gibi, buluyor sonra o ismi, gidiyor nüfus dairesine, nüfus memuru anlamamış gibi bakıyor yüzüne, nasıl anlamazsın diyor, çok basit, alıyor nüfus kağıdını, sıkıntısını biz çekiyoruz senelerce, umrunda değil adamın, çok mutlu o, kızını herkes seviyor, ismi yüzünden zannediyor. 

   Sokakta çocuk mu unutulur lan, İngiliz misin sen! Bu ne soğukkanlılık böyle! Bunun nesi komik! Hepsinin yanında niye gülüp durdun, beni unutmak çok komik bir şeymiş gibi niye gülüp durdun? Ne söylediğini hatırlıyor musun? Beni unutmanla alakalı ne söyledin o gün, hatırlıyor musun?
   Yüzünü dikkatle inceledim. Belki hatırlar diye ne söylediğini. Hatırlamıyordu. Hatırlayamazdı.
   "Ne söyledim?" diye sordu.
   Birden sıkıntılı bir sessizlik ihtiyacı kapladı içimi, bütün bu kavga anlamsız gelmeye başlamıştı, "Boş ver," dedim. "Artık ne önemi var ki ne söylediğinin. Senin teleskopla baktığın günlere ben mikroskopla baktım. Senin hatırlayamadıklarını ben unutmayacağım...."

  Ömrümüzü yaptığımız yanlışlardan geri dönmekle harcamıştık ama hayatı hala ilerlenecek bir şey olarak görüyorduk. İnsandık çünkü biz, budalaca zaferlerimiz vardı hiçbir işe yaramayan ve bilgece yenilgilerimiz vardı bizi birbirimize daha sıkı bağlayan, umutsuzca kederle bağlayan bizi birbirimize. Kendi içimizde sessiz ve korkunç mücadeleler vermiştik, kendi iç savaşlarımızın gazisiydik hepimiz, kendimize yenilip kabul etmiştik kendimizi ve kendimize boyun eğmiştik ve şimdi kimseye boyun eğmeyecektik!”

9 Temmuz 2014 Çarşamba

Romantik İroni - Tuba Akyol

ROMANTİK İRONİ
TUBA AKYOL
Nar Kitap
Haziran 2014, 1. Baskı
172 Sayfa

AFD:
    Bu kitabı ne duymuş ne de görmüştüm. Bir gün adımıza imzalı bir şekilde sürpriz paket olarak elimize geçti. Buradan inceliği için yazarımız Tuba Akyol Hanıma teşekkürlerimizi iletiyoruz.

     Kitap için yazılacak en iyi cümle, "Adını tam olarak karşılıyor." cümlesi olacaktır.  Yazarımız bir kadının günlüğü olarak yazmış kitabı. Belki de kendi günlüğüdür, bilemiyorum. Bildiğim tek şey tam bir "Romantik İroni" olduğu. :)

     Günlük, yazarının hayatında her şey dört dörtlükken başlıyor. Yeni bir iş ve yeni bir aşk ile... İşi ve aşkı, aslında bir bütün olarak hayatı gayet güzel. İş seyahati adı altında ülke ülke gezdiği bir işe, yanındayken kendini mutlu hissettiği bir sevgiliye ve kendini anlayan arkadaşlara sahip. İşi, patronu, arkadaşları, evine taşındığı sevgilisi, sevgilisinin ailesi ve kendi ailesi ile yaşadıklarını gayet  romantik ve ironik bir şekilde anlatmış, günlüğümüzün yazarı.

   Kitabın asıl konusu bu soru; "Mutlu sonlardan sonra ne olur?". Uğruna tüm zorluklara katlanılan imkansız aşıklar bir araya geldikten sonra ne olur? Ömür boyu mutlu mu olurlar gerçekten? Bize anlatılan masallar tam da bu noktada biter. Çünkü artık gerçekler başlar, gerçekler de öyle herkese anlatılmaz. Tuba Hanım bize bu pek de anlatılmayan gerçekleri anlatmak istemiş.

       Kitabı genel olarak sevdim. Kendini okutturan bir kitaptı. Altını çizdiğim çok fazla yer oldu, en güzellerini "Altı Çizilesi" bölümüne alıntıladım. Bu bölüme bir göz gezdirirseniz kitabı okumak isteyeceğinizden eminim. Tek eleştirim; kitabın iki yerinde, inançlara karşı yapılan, bana göre gereksiz olduğunu düşündüğüm esprilerdi. O gereksiz esprilerde olmasaydı ne güzel olurdu.       

Altı Çizilesi:
   Seni çok özlüyorum'lar, sensiz yaşayamam'lar, her gece uyumadan önce ve sabah uyandığımda seni görmek istiyorum'lar...
   Hı hı, tabii, biz hep böyle konuşuruz zaten!

   İnsanın en büyük çelişkisi kendisi ile arasındaki mesafe. Olduğu ile göründüğü, düşündüğü ile söylediği, söylediği ile yaptığı arasındaki fark.

   Kısa bir süre bir holdingde çalıştı ve işyerlerinin çalışmaktan ziyade sosyalleşme alanları olduğunu, kariyer yapmak için çalışmaktan ziyade çalışıyormuş gibi görünmeye çalışmak gerektiğini anlayınca gerçekten çalışmayı seçti, böylece istifa edip evde çeviri yapmaya başladı.

   Doğulu her şeyi hikaye ile anlatır. Sana bir nasihat verecekse "Bak..." diye anlatmaya başlar, anlatır anlatır, sonunda bir laf eder, "Haaa..." dersin "Demek bana bunu söylemek istiyor." Batılılar bu şekilde yapmaz. Onlar kavramlar ortaya atar, o kavramlar üzerinden düşüncelerini anlatır." -Yavuz Turgul -

   aristo mantığı
   Cenk büyük bir holdingde çalışıyor. Geçen akşam holdinglerin ve ülkelerin -aslında tüm insanların- nasıl yönetildiğini anlattı.
   Büyük İskender, ünlü bir filozof olan hocasına sorar: "Zapt ettiğim topraklardaki insanları yönetim altında tutabilmek için ne yapmalıyım? Ülkenin ileri gelen insanlarını sürgüne mi göndereyim, hapse mi atayım, yoksa kılıçtan mı geçireyim?
   Büyük ihtimalle Aristotales olan hoca "Sürgünde toplanıp sana karşı başkaldırırlar," der ve ilk şıkkı eler. "Hapishaneler militan yuvası olur, kontrolden çıkar," der ve ikinci şıkkı eler. "Kılıçtan geçirirsen onlardan sonraki kuşak intikam hırsıyla büyür, tahtını sallar," der ve üçüncü şıkkı eler.
   Ve şu nasihatı verir: "Aralarına nifak tohumları ekeceksin. Onlar birbirleriyle savaşırken sen kendini hakem olarak kabul ettireceksin. Ama anlaşmaya giden tüm yolları tıkayacaksın."

   kavga
   Olur bazen. 
   Ne o öyle her daim canım cicim sevgilim. Avaz avaz kavga edemediğimiz iriyle aynı evde yaşayıp da ne yapacağız?
   barışma
   - Aidatı yatırdın mı?
   - Hı hı.
   Konuşunca barışmış sayılırdık.

   Bir şirkette çalışmaya başladığınızda ilk fark ettiğiniz şey o şirkette her işin yanlış yapıldığı oluyor.

    Sokaktaki sokak çocuklarına yüzlerini buruşturanlar dizilerdeki sokak çocuklarına nasıl oluyor da büyük bir içtenlikle ağlıyor.

   Ayrılık sevginin değil, hayat karşısında artık yan yana, omuz omuza, el ele durma arzusunun bitmesi demek.

   Size de olmuştur. Bir gün camın önünde dikilmişsinizdir. İçinizde içe dokunan bir şarkı çalmakatadır. Dışarı bakmışsınızdır. Dışarıda hayat vardır. Siz dışarıdaki hayatın dışındasınızdır.

   Dünden beri kime "oyun" desem, herkesin aklına önce "oyun, dolap, dalavere, hile, düzen, desise, entrika" geliyor.
   "Yok," diyorum, "yakar top, istop, birdirbir... Sadece oyun."
   Oyun sadece çocuklara bırakılmayacak kadar eğlenceli bir şey!


3 Temmuz 2014 Perşembe

Bin Dokuz Yüz Seksen Dört - George Orwell

BİN DOKUZ YÜZ SEKSEN DÖRT
Orjinal Adı: Nineteen Eighty-Four
GEORGE ORWELL
Çevirmen: Celâl ÜSTER
Can Yayınları
Nisan 2013, 39. Baskı
Orijinal İlk Basım: 1949
350 Sayfa

AFD:
   Ray Bradbury'nin Fahrenheit 451 ile başladı Ütopya/Distopya okumaları serüvenim. Fahrenheit 451'i okumaktan keyif alınca; "distopyayı okudum fakat distopya, ütopyadan türetilmiş, o zaman distopyayı daha iyi anlamak için ütopyayı da okumalı" diyerek Thomas More'un Ütopya'sını okudum. Ütopya'dan öğrendim ki meğer ilk ütopik eser Platon'un Devlet'iymiş, o zaman "Onu da okumalıyım" dedim ve hemen okudum. Şimdi ise iki ütopik okumadan sonra tekrar distopyaya döndüm ve Bin Dokuz Yüz Seksen Dört'e başladım.


    Öncelikle kitabın adı neden 1984? 1984 tarihi benim de doğum yılım olduğu için bu soruyu ayrıca merak ediyordum. Kitabımızın çevirmeni Celâl Üster bu durumu önsözde şöyle anlatmış: "Orwell başlangıçta öykünün geçtiği yıl olarak 1980'i seçmiş, kitabın tamamlanması biraz da hastalığı yüzünden uzadıkça ilkin 1980'i 1982 olarak değiştirmiş, daha sonra da 1984'te karar kılmış. Daha sonra yakın dostu, yazar Julian Symons'a "Kitabın yazımını 1948 yılında tamamladığım için, 1948'in son iki rakamının yerlerini değiştirmeye karar verdim" demiş."

    Önsözden söz açmışken; önsözün 14. sayfasına kadar olan bölüm önsöz geri kalan bölüm ise sonsöz olarak okunmalı der, naçizane tavsiyemi yaparım. Çünkü 14. sayfadan itibaren önsöz, kitabın bir özeti halini alıyor. Ben okurken bunu hissettim ve önsöz okumamı yarıda kestim. Kitabı bitirdikten sonra sonsöz olarak döndüğümde ne kadar doğru bir karar verdiğimi anlamış oldum.

  George Orwell 1984'de bize bir yasaklar toplumunu sunmuş. Tüm yaşamınızın sizin elinizden alındığı bir gelecek düşünün. Yaşamınızla ilgili neredeyse tüm kararları "Parti" adı verilen bir grup alıyor. Ne giyeceğinize, neyi ne kadar yiyebileceğinize, kiminle evleneceğinize kadar herşeyi bu "Parti" üyeleri belirliyor. Geleceği istedikleri gibi şekillendirdikleri gibi geçmişi de kendi çıkarlarına göre değiştiriyorlar. Evinizin içinde bile sizi yirmi dört saat izleyen tele-ekranlar var. Karşıt bir şekilde konuşmak hatta düşünmek bile suç. Böyle bir toplumda Winston Smith adlı karakterimiz bir şeylerin yanlış olduğu kanısına varıyor. Tele-ekranlardan, insanlardan ve hatta kendinden bile gizli şekilde bu düşünceyi içinde büyütüyor. Bu düzenin "nasıl" olduğunu anlıyor ama "neden" böyle bir düzene ihtiyaç duyduğunu anlamıyor. 

    Peki Winston, düşünmenin bile suç olduğu bu dünyada bir şeylerin yanlış gittiğini nasıl kanıtlayacaktır. Kimseyle konuşmadan, elinde hiç bir belge olmadan bu düzeni değiştirebilecek midir? Kendi gibi düşünen insanlar var mıdır? Varsa bu insanlara her anlarının izlendiği bir dünyada nasıl ulaşabilecektir? Bu düzen hep böyle mi sürüp gidecektir?... Tabii ki tüm bu soruların cevabı mutlaka okunması gereken eserlerden biri olan 1984'ün sayfalarında gizli.

   Fahrenheit 451 ile ilgili yazdığım yazıda da değinmiştim; Ütopya adının hakkını verip "olması mümkün olmayan ideal devlet"i anlatıyorsa da, distopya bana hiç o kadar da "olması mümkün değilmiş" gibi gözükmüyor. 1984'ü çok uzaklarda aramaya gerek yok. Düşüncesuçu; ülkemizde Facebook'ta, Twitter'da yazdıkları, paylaştıkları düşünceleri yüzünden sorgulanan, suçlanan insanlar var. Bir de bu eylemin toplu olarak yapıldığı zamanlarda kökten çözüm olarak bu platformları kullanıma engelleme çalışmaları var (Twitter ve Youtube yasakları). Tele-Ekranlar; Evlerimizde tele-ekranlar olmasa da biz de neredeyse her yerde izleniyoruz; Mobese kameraları her ne kadar suçların önüne geçmek için güzel bir yöntem olsa da, kimin ne için kullandığına bağlı olarak maalesef amaç değişebiliyor. Yenisöylem; Ülkemizde yıllardır anlamı:  "Başkasının malını alan, yağma, talan eden kimse, talancı, yağmacı, plaçkacı." olan Çapılcu kelimesi bir anda! en güvenilir kaynağımız olan TDK tarafından "Düzene aykırı davranışlarda bulunan, düzeni bozan, plaçkacı." olarak değiştirilebiliyor. Özgür ülkemiz Türkiye'de bile bu örnekler varken ve Kuzey Kore'de yaşanılanları da az çok duyuyorken hâlâ 1984'e distopik bir eser diyebilir miyiz?

  Bir eleştiri olarak; kitabın son bölümdeki Yenisöylem kuralları keşke kitabın içeriğine yedirilseymiş ya da ara bölüm olsaymış diye düşünüyorum. Kitabı Winston Smith ile bitirmek daha can alıcı gelirdi bence.  

   Son olarak da Can Yayınları'nı, en güvenilir kitapçılardan bandrollü olarak aldığımız kitaplarının bazı sayfalarında okumayı etkileyecek kadar silik yerler bulunduğu için kınıyorum. Sevgili Can Yayınları, biz paramızı tam ödüyorken siz de işinizi tam yapmalı, okuyucuya defolu ürün satmamalısınız.


Altı Çizilesi:
   Bilinçleninceye kadar asla başkaldırmayacaklar, ama başkaldırmadıkça da bilinçlenemezler.

   Özgürlük iki kere iki dört eder diyebilmektedir.Buna izin verilirse arkası gelir.

  Parti'nin dünya görüşü, onu hiç anlamayan insanlara çok daha kolay dayatılıyordu. Gerçekliğin en açık biçimde çarpıtılması böylelerine kolayca benimsetilebiliyordu, çünkü kendilerinde istenenin iğrençliğini hiçbir zaman tam olarak kavrayamadıkları gibi, toplumsal olaylarla yeterince ilgilenmedikleri için neler olup bittiğini de göremiyorlardı.Hiçbir şey kavrayamadıkları için hiçbir zaman akıllarını kaçırmıyorlardı...

   Kimse devrimi korumak için diktatörlük kurmaz;diktatörlük kurmak için devrim yapar.

   Bilinen tarih boyunca, olasılıkla Neolitik Çağ'ın sona ermesinden bu yana, dünyada üç tür insan olagelmiştir: Yüksek, Orta ve Aşağı. Bunlar kendi içlerinde de pek çok alt bölüme ayrılmışlar, sayısız ad taşımışlar, sayıları ve birbirlerine karşı tutumları çağdan çağa değişmiş, ama toplumun temel yapısı hiçbir zaman değişmemiştir. Olağanüstü ayaklanmalar ve kesin görünen değişimlerden sonra bile, tıpkı ne kadar hızlı döndürülürse döndürülsün dönme ekseni doğrultusunda hep aynı kalan bir jiroskop gibi, aynı düzen hep kendini yeniden dayatmıştır.
  Bu üç kesmin amaçları asla uzlaştırılamaz. Yüksek kesimin amacı, bulunduğu yeri korumaktır. Orta kesimin amacı, Yüksek kesimle yer değiştirmektir. Aşağı kesimin amacı ise tüm ayrımları ortadan kaldırmak ve tüm insanların eşit olacağı bir toplum yaratmaktır...
  Yüksek kesimin kendini koruyamadığı dönemlerde, özgürlük ve adalet uğruna savaşıyor görünerek Aşağı kesimi de yanına alan Orta Kesim tarafından devrilmiştir. Ne var ki Orta Kesim hedefine ulaşır ulaşmaz, Aşağı kesimi eski kölelik konumuna geri gönderir ve kendisi Yüksek kesim konumuna geçer. Çok geçmeden öteki kesimlerin birinden kopan ya da her ikisinden de kopan yeni bir Orta kesim ortaya çıkar ve savaşım yeniden başlar.

  Akıllılık çoğunluğa bakılarak ölçülmez.


1 Temmuz 2014 Salı

Haziran 2014 Çok Satan Kitaplar Listesi

   Kitap satışı yapan 20 farklı sitenin çok satan kitaplar listelerini harmanlayarak oluşturduğumuz Haziran ayı listemizin başında Soner Yalçın'ın yeni kitabı Kayıp Sicil var.


KAYIP SİCİL
Erdoğan’ın Çalınan Dosyası
Tarih: 27 Aralık 2012.
İki yıl sonra evimde uyandım sabaha.
Kütüphaneye girdim; polisler darmadağın etmişti.
Başbakan Recep Tayyip Erdoğan ile ilgili yazılmış kitapları bir araya getiriyordum;
kitaplar tamamdı; ama ayrıca bir defter ile bir dosya olacaktı.
Aradım… Aradım…
Yok… Bulamadım.
İyi biliyorum, dosyanın üzerine “Erdoğan’ın Sicili” yazmıştım.
Bulmalıydım; benim için çok önemliydi; bunca yılın emeği vardı.
Gözüm gibi koruyordum.
Evin her yerine baktım. Bulamadım.
Dosya ve defter kayıptı…
Sonra anladım; dosyayı ve o defteri evden biri/birileri çaldı!
Peki…
Hırsız kimdi... Niye çalmıştı?
Bilgileri- belgeleri ileride Erdoğan’a karşı kullanmak için alıp götürdüler dosyayı.
17 Aralık Operasyonu başlayınca, bekledim; “bakalım bizim dosya ve defterden de bilgiler ortaya serilecek mi” diye!
Cemaat/paralel yapı, o bilgileri Cumhurbaşkanlığı seçiminde mi kullanacaktı?
“Çıkmasını hiç bekleme, otur yaz” dedim.
“Kayıp Sicil/ Erdoğan’ın Çalınan Dosyası” kitabı böyle ortaya çıktı.



1. Kayıp Sicil - Soner Yalçın - Kırmızı Kedi
2. Allah De Ötesini Bırak - Uğur Koşar - Destek Yayınları
3. İsim Şehir Artist - Yılmaz Özdil - Doğan Kitap
4. Kürk Mantolu Madonna - Sabahattin Ali - Yapı Kredi Yayınları
5. Son Kamelya - Sarah Jio - Arkadya Yayınları
Related Posts Plugin for WordPress, Blogger...