İletişim Yayınları
2013, 40. Baskı
284 Sayfa
AFD:
Bu kitap "Tutunamayanlar" ve "Tehlikeli Oyunlar"dan sonra okuduğum üçüncü Oğuz Atay romanı oldu. "Bir Bilim Adamının Romanı" Oğuz Atay'ın tarzının dışında bir biyografi romanı, tabii tarzının dışında olması bizim, kendisinin ince zekasından, güzel cümlelerinden ve eleştirel tavrından uzakta kalacağımız anlamına gelmiyor.
Mustafa İnan kutuphane.itu.edu.tr |
Mustafa İnan hakkında çok fazla bilgi vermeden, yorum yapmak istiyorum. Kitapta bulabileceğiniz ayrıntıları burada anlatıp kitaptan alınan zevki azaltmak istemem. Yine de bir kaç cümle ile Mustafa İnan'ı anlatmak istersem: Mustafa İnan kolejlerde büyümeyen hatta ailesi geçim derdi çektiği için "Leyli Meccani" (Parasız Yatılı) okuyan bir öğrenciymiş. Zorlu eğitim şartlarında okumasına rağmen, azmetmiş ve dünyaca tanınan bir Bilim Adamı olmuş. Tabii bildiğimiz inek öğrencilerden de değilmiş Mustafa İnan, herkes tarafından çok sevilen bir insanmış. Ömrü boyunca doğru bildiklerini yapmaya çalışmış. "Yıllardır böyle" , "Böyle gelmiş böyle gider" cümlelerini tekrarlayan beyinlere rağmen farkını göstermiş ülke adına büyük hizmet yapmıştır. Tabii değeri, arkadaşları ve onu anlayan azınlık dışında, her zaman olduğu gibi sonradan anlaşılmış, öldükten dört yıl sonra Bilim Hizmet Ödülü'ne layık görülmüştür.
Bir Bilim Adamı'nın Romanı özellikle: "Ben bunlara niçin çalışıyorum, bunlar benim ne işime yarayacak" diyen öğrenciler; "Şu üniversite bir bitsin, kapağı bir işe atayım tamam" diye düşünen geleceğin fizikçileri, matematikçileri, mühendisleri; "Ben anlatır geçerim, ister anlasınlar ister anlamasınlar" diye düşünen bankamatik memuru öğretmenler; "Ahh benim de çanta taşıtma sıram gelecek mi?" diye hayaller kuran araştırma, öğretim görevlileri; kendisinin eğitmesi için yanlarına verilen asistanlarını köle olarak gören ve kendisinden üstün bir mertebeye çıkmasından korktuğu için bildiklerini asistanından saklayan profesörler ve o ulaşılmaz odalarında, rahat deri koltuklarında oturan, üniversitenin açılışında, diploma töreninde ya da televizyon programlarında ancak öğrencilerin yüzlerini görebildiği dekanlar ve rektörler tarafından mutlaka okunmalı. Bu saydığım düşüncedeki insanlara nasıl bir etkisi olur bilemesem de, "Nasıl vatanıma, milletime faydalı bir birey olurum?" diye düşünen her yaştan insanın okurken, kendine dersler çıkaracağı, ilerisi için kendisine hedefler koymasını sağlayacak ve hedefleri olan insanların da bu hedeflere ulaşmasında aradığı motivasyonu satır aralarında saklayan gerçek bir hayat hikayesi: Mutlaka okunmalı...
Altı Çizilesi:
...Ahmet Mithat Efendi tek başına bir gazeteyi dolduruyor, Namık Kemal de tiyatrodan romana, şiirden siyasete kadar her konuyu deniyordu. Her şeyden biraz bilmeye çok önem veriliyordu. Herkes her şeyi biliyordu. Herkes her şeyden anlıyordu.
Bu rüzgar 1930 yıllarında da bütün gücüyle esiyordu. Aceleden, yeni kılıklar Batı'dan ithal edilirken, kafaların ithali unutulmuştu; ya da gümrüklerden çekilmemişti. Saçı ve sakalı uzun olan -biraz uzun tabii- şairler filozof sanılıyordu: tarih, dil, sosyoloji gibi konularda biraz fikri olanlar -ya da fikri varmış gibi görünenler- bilgin olarak saygı görüyordu. Böyle bilginler de, biraz vakit geçince, artık olgunlaşmıştır düşüncesiyle hemen profesör yapılıyordu. Bilimsel aşamaların akademik bir çalışma sonunda, belirli düzeyde eserlerle geçileceği hiç akla gelmiyordu. Cumhuriyetin ilk yıllarında, bu yorulmak bilmeyen 'her şey profesörleri' durmadan teoriler ortaya atıyorlardı. Teoriler mantar gibi büyüyor, bilginler kendi kendine yetişiyordu. Artık ne bilginlerle, ne bunların düşünceleriyle başa çıkmak imkanı kalmamış gibi görünüyordu. Bu arada yorulmaz mütercimler, ellerine geçen her şeyi, insana hüzün verecek kadar acıklı biçimde, Türkçe'ye pek yakın sayılmayacak bir dile çeviriyorlardı...
...Her şeye rağmen saf bir iyimserlikleri vardı. Sen buna, bugün biraz modası geçmiş gibi görünen 'milliyetçilik' adını takabilirsin. Belki, daha yeni kurulan bir düzenin heyecanı içindeydiler; millet olmanın heyecanını daha yeni öğreniyorlardı. Öğrenciler henüz, geldikleri illere göre topluluklara ayrılmış değillerdi aralarında. Henüz marşların heyecanla söylendiği dönemler yaşanıyordu. Belki bugünün öğrencileri onları seyretselerdi, hafifçe gülümserlerdi. Ne var ki, bu işten bir çıkarlarıyoktu Mustafaların, bu tutum bir geçim kaynağı olmamıştı. Milletini sevmek, iyi bir duygu olarak tanımlanıyordu; bu kavramlar henüz gerçek anlamlarında kullanılıyordu. İnsanlar, henüz resmi geçitleri filan ilgiyle izliyorlardu. Vatan ve millet deyimleri henüz sadece bayram nutuklarının tekelinde değildi; insanlar yaşantılarında, kendi aralarında bu sözleri kullanıyorlardı. Mustafa İnan'ın sınıfı da acıklı yaşantılarının içinde birlik ve beraberlik gibi şeylerin varlığını da duyuyordu. ...Şimdi bu duygularla alay etmek marifet sayılıyor, biliyorum. Milletini sevmek de ancak onun için durmadan üzülmek anlamına geliyor. Artık millet olmanın sevinci değil, millet olmanın üzüntüsü makbul sayılıyor. Ne yapalım? Bir zamanlarda böyle sevinçler varmış. Bazı kavramlar kötüye kullanıldı diye, şimdi iyi niyetli kimseler bile bu kavramlara dokunmaktan korkuyorlar.
Evet, Allah yardımcımız olsun diye düşündü Mustafa İnan: Sobamız iyi yansın, çocuğumuza iyi bakılsın, ayın sonunu getirecek paramız olsun, duraklarda uzun zaman tramvay beklemeyelim, suyumuzu soğuk içebilmek için bakkalda buz bulabilelim -belki bir gün buzdolabımız bile olur- bütün bunları düşünmekten vakit kalırsa memleketimize yeni bir mekanik anlayışı getirebiliriz herhalde; 'fotoelastisite'yi bile öğretebiliriz. Halbuki beyler, ilim adamı ender yetişen bir kuştur, ona itina edilmelidir. Mesela İsviçre'de... evet ama İsviçre başka onlar zengin. Canım Hindistan'da bile alimler, hem de atom alimleri yetişmiyor mu? Mesele, zenginlik fakirlik değil. Mesele, zihniyet meselesi.
Sana yapılmasını istemediğin bir şeyi başkasına yapma.
Sonunda kendimi açık kapının önünde buldum ve biri arkadan beni kuvvetle itti, odaya daldım istemeden, Mustafa İnan tam karşımda oturuyordu, gülerek bana bakıyordu.Beyaz dişlerini göstererek gülümsüyordu.Allah Allah dedim, kendi kendime: bir hoca, bir rektörde güler mi? Yarı-tanrılar genellikle asık suratlı olurdu; hele o tanrılar mekanik, matematik gibi çok zor şeyleri bilirlerse. ”Rektör güler mi, diye düşünüyordum. Dekan bile gülmezdi. Değil kürsü başkanları, doçentler bile gülmezdi. ”Eren Omay haklıydı; belki asistanlar, ilk acemilik yıllarında biraz gülümserlerdi. Gülmek doktarayı verdikten sonra unutulan bir eylemdi. Belki eylemsiz doçentler, kadro buluncaya kadar biraz dişlerini gösteriyorlardı(gülümsemek için). Canım, belki de herkesin dişleri Mustafa İnan’ınki kadar güzel değildi…
Ben henüz dünyada bazı iyi niyetlerin olduğuna inanacak kadar gencim.
Bilim uzun ve çetin bir yoldur çocuklar. Bilimi yarı yolda bırakmayın olur mu çocuklar? Oppenheimer(ünlü bir fizikçi) gibi hissediyorsanız, bırakın yüksek binaları başkaları yapsın, büyük barajlarda başkaları çalışsın. Bazılarına, çok uzaklardan bile görünen yüksek yapılar kurmak çekici gelecektir. Bırakınız bu işleri öyleleri yapsın. Bazıları da insanları çalıştırmak, büyük teşebbüsleri idare etmek ihtirasıyla yanarak kuvvetli olmak isteyeceklerdir. Bıakınız parayla da onlar uğraşsın. sizin “kuvvetli” olmak gibi bir derdiniz yoksa, siz de Leonardo Da Vinci gibi “Kuvvet nedir?” diye merak ediyorsanız buyrun, sizleri Mekanik kürsüsüne beklerim. Çünkü bazılarına göre “Kuvvet” para ile organizasyonun çarpımına eşittir; bize göre kuvvet ivme ve kütleyi ilgilendiren bir büyüklüktür. Bu iki formülü birbirine karıştırmayın, kürsü ile ticarethaneyi birbirine karıştırmayın olur mu çocuklar?
Kitabın Tanıtımından:
Türkiye'de pek benimsenmemiş bir dalda, biyografik roman türünde, Oğuz Atayın kendine özgü üslubu ve kurgusuyla, kendi hocası da olan Prof. Mustafa İnanı anlatışı. Atayın hedefi, bir halk çocuğunun uluslararası ün sahibi bir bilim adamı oluşunun zorlu macerasını sergilemek. Bunun yanısıra, Oğuz Atayın toplumsal eleştiri kalıplarını zorlayışını da izliyoruz. Elinizdeki kitapta, Prof. Mustafa İnanın hayatından kesitler veren bir de fotoğraf albümü yer alıyor.
12 Ocak<2014 tarihinde "Bir Bilim Adamının Romanı"nı en uygun fiyatla satan internet siteleri:
KitapAmbarı 15,40 TL
Arkadaş 15,54 TL
Kabalcı 15,75 TL
OkuOku 15,75 TL
İdefix 15,75 TL
Kitapokusak 15,80 TL
Oğuz Atay Hakkında:
1934'te İnebolu'da doğdu. Ankara Maarif Koleji’ni, İTÜ İnşaat Fakültesi’ni bitirdi. 1960’ta İDMMA İnşaat -Bölümü’nde öğretim üyesi olarak çalışmaya başladı. Tutunamayanlar’ı yayımlamasının (1971-1972) ardından, önemli bir tartışmanın odağına yer aldı. TRT 1970 Roman Ödülü’nü kazanan Tutunamayanlar’ı kısa bir süre sonra, 1973 yılında Tehlikeli Oyunlar adlı ikinci romanı izledi. Hikâyelerini Korkuyu Beklerken başlığı altında topladı. 1911-1967 arasında yaşamış hocası Prof. Mustafa İnan’ın hayatını romanlaştırarak Bir Bilim Adamının Romanı’nı yazdı. Oyunlarla Yaşayanlar adlı tiyatro eseri Devlet Tiyatrolarında sahnelendi. Atay 13 Aralık 1977’de, büyük projesi `Türkiye’nin Ruhu`nu yazamadan hayata gözlerini yumdu.
Kaynak: İletişim Yayınları
TRT Okul için hazırlanan Oğuz Atay tanıtım videosu
Oğuz Atay Kitapları:
Tutunamayanlar (1972)
Tehlikeli Oyunlar (1973)
Bir Bilim Adamının Romanı (1975)
Korkuyu Beklerken (1975)
Oyunlarla Yaşayanlar (1975)
Günlük (1987)
Eylembilim (1998)
sonuç paragrafınız çok güzel olmuş gerçekten... bu arada Tutunamayanlar ın yazısını yazmadınız mı merak ettim. Herkes o kadar çok bitmeyen bir kitap olduğunu söylemiş ki gözüm korktu...
YanıtlaSilBeğenmenize çok sevindim. :)
SilTutunamayanlar'ı blog tutmaya başlamadan önce okuduğumdan yorumunu maalesef yazamadım.
Tutunamayanlar için şöyle diyebilirim; Önemli olanın, bir an önce kitabın bitmesi olduğunu düşünenler için uygun bir kitap değil. Oğuz Atay kitapları zaman istiyor, her cümle üstünde düşünülmesini istiyor. Bu bağlamda okunursa gerçekten çok güzel bir kitap Tutunamayanlar.
her öğrenci ve öğretmenin okuması gerekli bir kitap bence. :)
YanıtlaSilKesinlikle.
SilOkumak istediğim ancak hala sırasının gelmediği bir biyografi. Sayenizde hatırladım yeniden, en kısa zamanda okumalıyım.
YanıtlaSil