23 Ekim 2014 Perşembe

20. Yüzyılın En Önemli Sanatçılarından Marcel Broodthaers'ın Sergisi Akbank Sanat'ta!

Belçikalı şair, heykeltraş, film yapımcısı ve sanatçı Marcel Broodthaers’ın işlerinin sergilendiği  Sözcükler, Nesneler, Kavramlar sergisi Akbank Sanat’ta açıldı.
20.yüzyılın en önemli sanatçılarından olan Broodthaers, 40 yaşına kadar sadece şiir ile ilgilenmiştir, satmayan  Pense-Bête şiir kitabının 50 kopyasını alçıyla kaplayarak okunamaz hale getirmiş ve kitabıyla aynı adı taşıyan Pense-Bête (Anımsatıcı) başlıklı ilk sanatsal eserini üretmiştir. Aynı sene,  “Ben de bir şeyler satıp hayatta başarılı olamaz mıyım, diye düşündüm. Ne vakittir işe yarar, beş para eder bir tek şey yapmamıştım. 40 yaşına gelmiştim ... Ve nihayet aklıma, sahte, samimiyetten uzak bir şey icat etme fikri geldi; hemen işe koyuldum. Üç ay sonra, ortaya çıkan ürünü Galerie St Laurent’in sahibi Philippe Edouard Toussaint’e gösterdim. “İyi de, bu sanat” dedi Toussaint, “ve onu seve seve sergilerim”. “Anlaştık” dedim. Satılan bir eser olursa, Toussaint paranın %30’unu alacaktı. Öyle anlaşılıyor ki bu, standart anlaşma şartlarından biri; %75 alan galeriler bile var. Peki eser nedir, diye sorarsanız: Aslına bakılırsa, nesneler.” 

1964’te; ilk sergisinin kataloğuna şöyle yazmıştır:
Marcel Broodthaers’ın  ilk sanat objesi Pense-Bête (Anımsatıcı)’i Akbank Sanat’ta görmeniz mümkün. Kavramsal sanatın en önemli isimlerinden olan Broodthaers, eserlerinde; yazılı dil kullanımı ve kelime oyunlarına sıklıkla yer vermiştir. Belçikalı sanatçı René Magritte ve Fransız şair Stéphane Mallarmé etkisi eserlerinde açıkça hissedilmektedir.
Belçika’nın popüler bir yemeği olan midyeler, yumurta kabukları, süt şişeleri gibi gündelik objelere yeni bir bakış açısı kazandırmıştır. 289 yumurtadan oluşan 289 Oeufs, 20x13=260, 2x14=28, +1=1, = 289 Oeufs.
Müze, eser, sanatçı ve seyircisi arasındaki ilişkiyi irdeleyen birçok eser vermiş ve bu ilişkiyi derinlemesine sorgulamıştır. 1968 senesinde Brüksel’de kendi evinde, kavramsal bir müze olan Musée d'Art Moderne, Départment des Aigles (Modern Sanat Müzesi, Kartallar Bölümü)’i kurmuş, davetiyeler bastırıp açılış yapmıştır. Eser röprodüksiyonları, eser kutuları, kartpostallar, duvar yazılarının sergilendiği müzeye; 1968-1971 arasında farklı mekanlarda farklı bölümler de eklemiştir. Müzenin herhangi bir koleksiyonu yoktur, belirli bir lokasyonu yoktur.Eserleri, MOMA_New York, TATE Modern_Londra, Stedelijk Van Abbemuseum_ Eindhoven, Centre Pompidou _  Paris and MACBA_Barselona koleksiyonlarında yer almaktadır.
Sergi hakkında daha detaylı bilgi almak için www.akbanksanat.com sayfasını ziyaret edebilirsiniz.
Bir boomads advertorial içeriğidir.

19 Ekim 2014 Pazar

Bir De Baktım Yoksun - Yekta Kopan

BİR DE BAKTIM YOKSUN
YEKTA KOPAN
Can Yayınları
Mayıs 2014, 17. Baskı
(İlk Basım: 2009)
163 Sayfa


AFD:
    "Bir De Baktım Yoksun" okuduğum ilk Yekta Kopan kitabı oldu. Açıkçası ilk hikayeyi ne kadar beğensem de sonunu beğenmemiş, tüm hikayelerin sonu inşallah böyle basit değildir diye düşünerek okumama devam etmiştim.

     Hikayelerin hepsinde ortak özellikler var. İlk ve en önemli ortak özellik; hikaye kahramanlarının babasını kaybetmesi ve hikaye boyunca babasıyla yaşadıkları/yaşayamadıklarının muhasebesini yapması. Diğer ortak özellik ise; kahramanların sorunlu bir evliliğe sahip olmaları, ya boşanmış ya da eşini kaybetmiş olmaları. Kitabı okurken bu ortak özelliklerden dolayı Yekta Bey'in gerçekten bu ve benzeri durumları yaşamış olabileceğini düşünmüştüm. Yekta Bey'in Radikal'e verdiği röportajında aradığım cevapları bulabildim. 

   Bir de Baktım Yoksun'a gelene kadar baba-oğul meselesini farklı bir şekilde algılıyordum. Onun üzerinden kuşak çatışmalarını, iktidar sorununu veya Doğu-Batı çatışmasını anlatmaya çalışıyordum. Ama geçen sene babamı kaybettim ve bu baba-oğul meselesinin bir gerçeklik olduğunu ve benim içime fena halde oturduğunu gördüm'
      Kim "İyi Uykular" adlı hikayede kahramanımızın ölen babasına yazdığı mektup gibi babasına bir şeyler yazmak ya da söylemek istememiştir ki, belki nefret dolu bir cümle, belki biraz sitem, belki teşekkür, belki de özür...

     "Bir De Baktım Yoksun"'un her hikayesinde, evet bir oğlun babasıyla yaşadıkları anlatılıyor, fakat o hikayelerde bir oğlun babasından bekledikleri/istedikleri de var. Bu yüzden "Bir De Baktım Yoksun" ileride mutlaka tekrar okuyacağım kitaplar arasına girdi. Minnak Ayaz'ımız büyüyüp ergenliğe girdiğinde, artık kendi doğruları olmaya başladığında Yekta Bey'in anlattıklarını tekrar okumaya ihtiyacım olacağını düşünüyorum. 

Dip Not: Yekta Kopan "Bir De Baktım Yoksun"la, 2010 yılı Yunus Nadi Öykü Ödülü ve Haldun Taner Öykü Ödüllü'nü kazandı       

Altı Çizilesi:
   Metro treninin üstündeki reklama bakarken bir aydınlanma yaşadım. Diğerlerinden farklı olduğunu iddia eden banka, tüketiciyi mutluluktan ağlatacak düşüklükte faiz oranıyla ev kredisi veriyordu. Bu haber anne-baba-çocuklardan oluşan sahtekâr gülüşlü aileyi yeşil panjurlu bir evin önünde havalara zıplatmıştı. Gözümü iki katlı yeşil panjurlu evden ayıramıyordum; o sırada metro treni hareket etti, reklamın aydınlanma sağlayan görüntüsü karanlık tünele doğru yol aldı.

   Alttan almaya niyetim yoktu. Hep bunu yapmamış mıydım zaten? Hep alttan almamış mıydım? Elinden her tür ev işi gelen babaların, servis çağırmaya alışık oğullarından biri olmanın ezikliğiyle hep susmamış mıydım o bağırırken?

   Kitapçı vitrinleri. Bir süredir çevrilmesini beklediğim bir kitap. Sevinçten ağlayacak gibi oldum. İçeri girdim. En üstteki cilt önüne gelenin elinde evrilip çevrildiği için bir alttakini aldım. Kapağındaki bandrol etiketinin eğri yapıştırıldığını görünce ondan da vazgeçtim. Bir alttaki. Kasadaki kız kitabı torbaya hoyratça attı, içim acıdı.


Kitabın Tanıtımından:
   Buzdan bir kütle, mumyadan bir heykel gibi izledim kaderimi. Babam yanımda olsa bir tokat atar kendime getirirdi beni."
   Çocukluk düşlerinden yapılmış bir evin gölgeleri içinde babanın hayaletiyle karşılaşmak... Portobello’da, George Orwell’ın evinin önündeki kaldırımda oturup Tanpınar okurken zamansız sevgiliyle karşılaşmak... Kuledibi’nde, her şeyini bir Hopper çizimini elde edebilmek için harcamış bir adamla karşılaşmak... Ölüme çeyrek kala, bir balık lokantasında küçük kızının genç kadın haliyle karşılaşmak... Cinayetle kaza arasındaki bulanıklığa sığınırken, bir evcil hayvan dükkânında vicdan azabıyla karşılaşmak... Kara mizahla yoğunlaştırılmış usta anlatımıyla Yekta Kopan, okurunu, kentler, kitaplar, resimler, şarkılar, fotoğraflar ve insanlar arasında gezdiriyor. Çok iyi bildiğimiz ama unutmaya çalıştıklarımızı hatırlatıyor. Bir de Baktım Yoksun, unutulmaz bir karşılaşmalar kitabı.

17 Ekim 2014 Cuma

Yıkıntı Çiçekleri - Patrick Modiano

YIKINTI ÇİÇEKLERİ
Orijinal Adı: Fleurs de Ruine
PATRICK MODIANO
Çevirmen: Hülya Tufan
Can Yayınları
1993, 1. Baskı
(Orijinal İlk Basım 1991)
112 Sayfa

AFD:
   Patrick Moiano'nun Nobel Ödülü'nü aldığını duyunca, "kimmiş, ne yazmış?" diye araştırmaya başladım. Kitaplarına bakınca yıllar önce alıp henüz okumamış olduğum Yıkıntı Çiçekleri'nin yazarı olduğunu öğrenmiş oldum. Bu rastlantıyı işaret olarak görüp okumaya başladım.

     Kitap 112 sayfa olmasına rağmen, benim için zorlu bir okuma oldu. Ya çeviriden, ya da yazardan kaynaklı, algılama sorunu çektiğim yerler oldu. Büyük ihtimalle çeviriden kaynaklı olduğunu düşünüyorum. Elimdeki kitap 1993 basımı ve Türkçe'ye ilk çevrilmiş hali. Modiano'nun Nobel ödülünü kazanmasıyla Can Yayınları büyük ihtimalle kitabın yeni basımlarını, yeni çeviriyle piyasaya sürer.

     Yıkıntı Çiçekleri'nin arka kapak yazısında kitabın içeriği hakkında kısaca; "Patrick Modiano'nun yıllar önce nedensiz yere intihar eden bir çiftin ölümlerini araştırırken, kendi geçmişini ve kimliğini de araştırması" deniliyor. Evet bir çift intihar etmiş ve bu olayı araştıran bir kişi var fakat kitabın sonunda bile çifte ne olduğunu öğrenemiyoruz. Ve o gün o çiftle irtibata geçen herkes araştıran kişinin ya tanıdığı çıkıyor ya da rastlantı sonucu karşılaştığı bir kişi. Bu fazlaca rastlantılar da sıkılmama sebep olan yerlerden biriydi. Sonuç olarak ya kitap çok kötüydü ya da ben kitaptan hiçbir şey anlamadım. Ben o baştaki işareti yanlış yorumladım galiba :))

   Bu arada Can Yayınları'nın Nobel Ödülü alabilecek yazarları keşfetme ekipleri var herhalde, neredeyse tüm Nobel ödüllü yazarlar Can Yayınları'nda. Haruki Murakami'ye Nobel ödülünü çok istiyorsa bir an önce Türkçe yayın haklarını Can Yayınları'na vermesini söylemeliyiz. :)

Kitabın Tanıtımından:
    Can Yayınları, çağdaş roman cangılında keşiflerini sürdürüyor: Türkiye'de ilk kez yayımlanan Patrick Modiano (1945) son dönem Fransız romancılığının en büyük adlarından biri. Yıkıntı Çiçekleri adlı bu romanında Modiano, kendi doğumundan on iki yıl öncesinin gizemli bir olayından yola çıkıyor : Çok düzenli, çok sakin, 'mazbut' yaşamları olan bir genç çift, bir gece rastlantı sonucu tanıdıkları iki çiftle, komşularını şaşırtacak ölçüde şamata yaparak eğlendikten sonra, sabaha karşı intihar ederler. Modiano, kolektif belleğin labirentlerinde yitmiş bir dedektif gibi, bu çiftin son gecesini yeniden kurmaya çalışır; artık eskisi gibi olmayan, taparcasına sevdiği Paris'te dolaşır ve genç çiftin intihar nedenini araştırırken sanki kendi geçmişini, kendi kimliğini de araştırmaktadır; bir süre sonra gerçek, yapıntıya (fiction), imgelem de, anılara karışır. Kimlik araştırması, elbette, insanın kendi geçmişiyle hesaplaşmasıdır ve sonucu önceden kestiremezsiniz. Öyle bir an gelir ki, romandan romana kendi derisini biraz daha soyan Modiano'nun neşterinin soğuk ve keskin çeliğini kendi derinizde duyumsarsınız; bir oda müziği dinlediğinizi sanırken derin bir gerçeğin senfonisiyle karşılaşırsınız. Sarsıcı, sersemletici, yürek buran, ama lirik bir roman Yıkıntı Çiçekleri

13 Ekim 2014 Pazartesi

Devlet Ana - Kemal Tahir

DEVLET ANA
KEMAL TAHİR
İthaki Yayınları
Mart 2011, 11. Baskı
(İlk Basım: 1967)
652 Sayfa

AFD:
   Bir yılı aşkın bir süredir birlikte kitap okuduğumuz Kitap Kardeşliği grubumuz bu ay kitap oylaması yapmak yerine, kitabı seçecek kişi oylaması yaptı. Arkadaşlarımızın oylarıyla kitabı seçecek isim biz olduk. Buradan arkadaşlarımıza tekrar teşekkür ederiz. Bu oylamalar başlar başlamaz aklımda uzun zamandır araştırdığım, okumak istediğim ve genellikle beğenilmiş iki kitap ismi gelmişti. Biri Aldous Huxley'in Cesur Yeni Dünya'sı diğeri ise malum olduğu üzere :) Kemal Tahir'in en iyi kitabı olarak adlandırılan Devlet Ana'ydı. Bu iki kitap arasında kalsamda, kendi tarihimizi içeren Devlet Ana'yı Kitap Kardeşliği ile okuma fikri daha cazip geldi. Ve bu şekilde Ekim ayı kitabımız seçilmiş oldu.

     Devlet Ana 1290'lı yılları anlatır. Ertuğrul Gazi hasta yatağından uç beyliğini yönetmektedir. İnsanları ırk, din, dil... diye ayırmadığından herkese adaletli davrandığından, aslında kendisine düşman olan komşuları tarafından da sevgi ve saygı duyulan bir kişi olduğundan beyliğini uzun yıllardır barış içinde yönetmiştir. Fakat bu barış havası, günümüzde de olduğu gibi herkes tarafından sevilmemektedir. Savaş tellalları uç beyliklerinin arasına nifak tohumları ekmektedir. Savaş yanlıların kışkırtmalarının arttığı bir dönemde Ertuğrul Gazi vefat eder. Yerine amcası Dündar'ın yeni bey olmak adına elinden geleni yapmasına rağmen Osman Bey seçilir. Bu gergin ortamda Osman Bey ne yapacaktır? Tabii ki devamı Devlet Ana'nın sayfaları arasında. :)

    Devlet Ana kesinlikle benim favori kitaplarımdan biri oldu. Kitabın anlattığı dönem ve bu dönemi anlatırken kullanılan dilin o dönemi yansıtması kitabın en beğendiğim yönleriydi. Tabii bunların yanında kitabın sürükleyiciliği ise benim için uzun süredir özlemini duyduğum bir duyguydu. "Elimden bırakamadım" demek yakışan bir tanım olur Devlet Ana ile geçirdiğim günler için.

    Tarihi seviyorum fakat tarihin romanlaştırılmış şeklini okumayı daha çok seviyorum. Tamam şunu da kabul ediyorum, yazar kendine göre bir şeyler ekleyip çıkarmış, istediği şekilde gerçekleri değiştirmiş olabilir. Fakat bu sadece roman için geçerli değil ki, belgelere, ispatlara dayanan çoğu tarih yazarı da sürekli birbirlerini yalanlayıp durmuyor mu? O yüzden benim için önemli olan tarihi bu şekilde zevkle okuyabilmek. Ben okurken aklıma takılan her şeyi de elimden geldiğince araştırdığımdan, halimden gayet memnunum. :)

   Devlet Ana; göçebe Türklerin devlet düzenine geçişini anlatır.
  Devlet Ana; beyliğin, kumandanlığın sadece babadan oğula geçme yoluyla değil; sabırla, akılla, güçle ve merhametle nasıl kazanıldığını anlatır.
   Devlet Ana; kadınların mal gibi alınıp satıldığı devirlerde, nasıl yönetimde olduklarını, nasıl cesur bir şekilde vatanları için savaştıklarını anlatır.
    Devlet Ana; töremizi, düzenimizi, bize bizi anlatır, geçmişimizi, nereden geldiğimizi anlatır...
 
   Ertuğrul Gazi, Osman Gazi ve o dönemin büyükleri, ahileri, dervişlerinden, günümüz büyüklerine! Nasıl kaybetmişiz benliğimizi, nasıl tek tutunduğumuz çıkarlarımız olmuş böyle? Şu Ahiler Meclisi öğütlerinin asaletinden, bugünün çirkefliğine nasıl varmışız?
      Ey oğul! Saygılı ol ki saygı göresin!.. Sözün dolusunu söyle ki dinletebilesin! Bundan böyle sana şarap içmek kemik ataraktan kumar oynamak yoktur. Gammazlık, kasıntı, karalamak yoktur. Kıskanmayacaksın, kin tutmayacaksın, zulmetmeyeceksin!.. Yalan söylemek, sözden dönmek, namusa kötü bakmak gayet ayıptır ve de yoktur. Ellerin günahını görmezden geleceksin! Pintilik yoktur, hele hırsızlığı akla bile getirmek yoktur. Kuşanacağın kuşağın onurunu bil! Kılıç erliğine soyunmaktasın. "Ali'den üstün yiğit ve de Zülfikar'dan üstün kılıç olmaz" denilmiştir. Çabala ki, bu basamaklara yanaşabilesin... 

   Son olarak; 1968 yılında Türk Dil Kurumu'nun Devlet Ana ile  Kemal Tahir'e Türk Dil Kurumu Roman Ödülü'nü verdiğini de unutmadan söylemek lazım. (Tabii Türk Dil Kurumu'nun, gerçekten Türk'ün Dil Kurumu olduğu zamanlarda verilen bir ödül.)

   Mutlaka okuyun, okutun...


Altı Çizilesi:
Babasının Mavro'ya öğütleri:
   Adam öldürmeyi zanaat edinmekte adamlık yok. Akıllı adam ömrü boyunca kılıç taşımaz. Hamallıktır. Kılıç hamallarının çoğu kancık olur. Kılıç kılıcı çeker üstüne... Ölmeyeyim dersen, atik davranıp karşındakini öldüreceksin... Atik davranıp öldürmeninse çizgisi çok bulanıktır... Yiğitlik nerede biter, kapelik nerede başlar bilinmez! Silahşörlükte kahpelikle adam vurmaya bir kez başlayan hiç iflah olmaz!

   Uçlarda postu kurtarayım dersen, önce oku atacaksın, sonra kimi vurduğuna bakacaksın.

    Karı tutkusu... Para tutkusu... Fırsat elverdi sanıp üste çıkma tutkusu yıkar ademoğlunu. Tutkusuna gem vuramayan kısa yaşar. 

   Beylikte tavşanı arabayla avlamak vardır.

   İtle dalaşmaktansa, çalıyı dolaş.

Mavro'nun Şövalya Notüs Gladyüs'e Türkmenleri anlatır:
      Akıl ermez bu Türkmen'in işine, hiç ermez Şövalyem... Yiyecek ekmeği yoktur, kapısına vursan yol sormaya, çabalar ki sofra kursun!
      - Ne yedirecek ekmeği olmayan zibidi?
      - Koşar hemen konu komşuya... Hiçbir şey uyduramasa, ekmekle turşu çıkarır!.. "Demin yedim!" diyerek yalan söyler, hep sana yedirmek için...

Kel Derviş'in müslüman olan Mavro'ya öğütleri:
- İslam'a giren, Tanrı'yı her yerde var göre... Peygamberden gayet utana... Halka karşı edepsiz olmaya sakın... Töresiz iş tutmaya hiç... Kendinden büyüğe kasıntılı olmaya... Küçüğe kıyıcı olmaya... Sözünde, yemininde dura sımsıkı... Kimselere haset etmeye... Doğru söze "Evet" diye... Ayıp görse gerilip örte, kendi günahlarını bilip... Çünkü yere güç yetmez, göğe el vermez...

Şeyh Edebali'nin sözleri:
   Baban (Ertuğrul Gazi) rahmetli, büyük savaşçıydı, dünyaya gücü yeter yiğitlerdendi. Dileseydi at sırtından hiç inmez, vilayetler bozar, basıp çarpıp yırtıp koparıp ortalığa dehşet salarak hazineler toplardı. İstemedi, para bırakacağına saygılı ad bıraktı.Benzeri bulunmaz adam güdücülerdendi. Sertliğin gerektiği yerde, sertti çelik kadar, yumuşaklık gereken yerde yumuşaktı pamuk gibi... İyileri incitmez; kötüleri undurmazdı. Uzak umutluydu, çünkü sabırlıydı. Kavrayışı, bağışlayışı tez, öfkesi, cezalandırması yavaştı. Okuma yazma bilmezdi ama, öğütlerden en yararlıyı hemen seçer, uygulamada iç duraklamazdı...

   İnsanlar ne yana gitseler, ölümlerine doğru giderler.

Diğerleri:
   Deveyi yardan uçuran bir tutam ot.

   Bir ülkede düzen bozulursa, her şey bozulur.

 Herşeyin zamanı ve gök altında olan her işin vakti vardır. Doğmanın, ölmenin, aramanın, bulmanın,yitirmenin....

  Baş olayım diyenler, çevresindekilerin hepsinden daha akıllı, daha bilgili, daha cesur, hatta daha korkak bile olmak zorundaydılar. Buradaki akıl, buradaki bilgi, her durumda işe yararlılığı bakımından değerlendirilmeliydi. Baş, çevresindekilern hepsindendaha sezgili de olmalıydı, ayrıca bir işe ya hiç girişmemeli, girişti mi de, duraklama göstermeden, koparana kadar çabalamalıydı. Çocuktan, deliden, düşmandan, hatta karılardan bile öğüt almalı, ama, gene de, aklının kestiğini işlemeliydi.

   Yüreksiz yiğit çok yaşar, çünkü yiğidi yüreğinden tutup yüreğinden vururlar.

11 Ekim 2014 Cumartesi

Kor - Hasan Saraç

KOR
Aşkın Merkezi Mevlânâ'ya Yolculuk
HASAN SARAÇ
Timaş Yayınları
Eylül 2014, 1. Baskı
270 Sayfa

AFD:
   Kor; yazdıklarını, paylaştıklarını ilgiyle takip ettiğim Hasan Saraç'ın son romanı. Hasan Bey bu sefer bize Mevlânâ ve Mevleviliğin gölgesinde birbirinden farklı, hatta birbirinden zıt yüreklerin, kendilerine ve birbirlerinin yüreklerine olan yolculuğu anlatmış. 

  Kitapta üç ana karakter var. Biri, "Varoluşçuluk ve Mistizm" üzerine doktora yapan Evelyn. Biri, nişanlısından, işinden ayrılmış ve egosu tavan yapmış Mustafa. Üçüncüsü ise Beyşehir'in Bayavşar köyünde bir yetim, Cemal. Cemal babaannesiyle büyüyor. Benim en sevdiğim karakter Cemal olduğu için biraz onun hikayesinden bahsetmek istiyorum. Cemal ailesini küçük yaşta kaybedince babaannesiyle yaşamaya başlar. Babaannesinin evine sık sık gelen nur yüzlü bir derviş ona aile yadigarı olduğunu söylediği neyi emanet eder. Bir süre sonra Cemal okumak için İstanbul'a gider, oradayken babaannesi vefat eder, babaannesinin vefatıyla doğduğu topraklarda kimsesi kalmamıştır. Fakat Cemal artık büyümüş ve kendisine neyi veren dervişin kim olduğunu öğrenmeye karar vermiştir. Ve bir gün İstanbul'dan köyüne doğru yolculuğu başlar, köyüne, kendine, mevlâya doğru bir yolculuk...

 Kitabı genel olarak beğendim, Mevlana hakkında kitaplar okumuş olmama rağmen daha önce karşılaşmadığım bir bilgiyi de Hasan Saraç sayesinde öğrenmiş oldum. Kitap hakkında tek eleştirim ise, trende geçen diyalogların bana doğal gelmemesi diyebiliriz. Anlatılmak istenenin anlatılabilmesi adına biraz zorlama diyaloglar olmuş. 

 Son olarak Hasan Saraç'tan bahsedip ünlü yazarlar, ressamlar ve bestekarlar için yazdığı portrelerden bahsetmemek olmaz. Kitabını okumuş olduğum her yazarın hikayesini bir de Hasan Saraç'ın kaleminden okumayı seviyorum. Göz atmak isterseniz hasansarac.net

Altı Çizilesi:
   Her şey üstüne gelip seni dayanamayacağın bir noktaya getirdiğinde sakın vazgeçme. Çünkü orası gidişatın değişeceği yerdir. Mevlânâ

   Boş yere kimsenin kalbini kırmayınız. Hele o kişi sizden daha zor durumda ise ayrıca ihtimam gösteriniz. Bir insanın hatasını yüzüne vurmak, hele başkalarının yanında küçük düşürmek kamil insanın yapacağı iş değildir.

1 Ekim 2014 Çarşamba

Eylül 2014 Çok Satan Kitaplar Listesi

  Kitap satışı yapan 20 farklı sitenin çok satan kitaplar listelerini harmanlayarak oluşturduğumuz Eylül ayı listemizin başında Hikmet Anıl Öztekin'in kitabı Elif Gibi Sevmek var.


ELİF GİBİ SEVMEK
Namazlar gibi vakti olsa seni özlemenin... 
Alırız abdestimizi Yalandan yağmurlu İstanbul gecelerinde Özleriz adam gibi... 
Sen yoktun o zamanlar, çocukluğumda en çok yağmuru severdim ben... 
Ne zaman bir dert gelse bana, yağmur yağar, Dinler, dokunur, ve topraktan kalkan o kokuyu koklardım... 
Ateşim sönerdi.. 
sonra büyüdüm.. 
gözlerini gördüm, 
Yandım, yağmur yağdı, ve ilk kez sönmedim... 
Ben yağmurdan daha fazla bi seni sevebildim...

1. Elif Gibi Sevmek - Hikmet Anıl Öztekin - Sufidükkan Kitap
2. Aldatmak - Paulo Coelho - Can Yayınları
3. Kürk Mantolu Madonna - Sabahattin Ali - Yapı Kredi Yayınları
4. Deliduman - Emrah Serbes - İletişim Yayınları
5. Yaralı - Kahraman Tazeoğlu - Destek Yayınları
Related Posts Plugin for WordPress, Blogger...