31 Aralık 2014 Çarşamba

2014'de Okuduklarım ve En Beğendiklerim (AFD)



AFD:

Sırasıyla Tüm Okuduklarım
4. Firmin - Sam Savage - Özgür Yayınları
5. Uzun Hikaye - Mustafa Kutlu - Dergah Yayınları
11. Ölümüne Takip - RC Bridgestock - Trend Yayınevi
12. Golem Ve Cin - Helene Wecker - Doğan Kitap
13. Sen Kaç! Ben Onları Oyalarım - Bülent Usta - Trend Yayınevi
14. Kuyucaklı Yusuf - Sabahattin Ali - Yapı Kredi Yayınları
15. Sinek Isırıklarının Müellifi - Barış Bıçakçı - İletişim Yayınları
16. 8. Gün - Glenn Meade - Doğan Kitap
17. Erken Kaybedenler - Emrah Serbes - İletişim Yayınları
18. Çocukluğumun Soğuk Geceleri - Tezer Özlü - Yapı Kredi Yayınları
19. Mrs. Dalloway - Virginia Woolf - Kırmızı Kedi
20. Ütopya - Thomas More - Bordo Siyah Yayınları
21. Ekmek Arası - Charles Bukowski - Metis Yayınları
22. Devlet - Platon - Türkiye İş Bankası Yayınları
23. Bir Süre Yere Paralel Gittikten Sonra - Barış Bıçakçı - İletişim Yayınları
24. Germinal - Emile Zola - Türkiye İş Bankası Yayınları
25. Bin Dokuz Yüz Seksen Dört - George Orwell - Can Yayınları
26. Romantik İroni - Tuba Akyol - Nar Kitap
27. Vahşetin Çağrısı - Jack London - Türkiye İş Bankası Yayınları
28. Deliduman - Emrah Serbes - İletişim Yayınları
29. Gülden Kale Düştü - Ahmet Karcıcılar - Doğan Kitap
30. Aganta Burina Burinata - Halikarnas Balıkçısı - Bilgi Yayınevi
31. Dokuzuncu Hariciye Koğuşu - Peyami Safa - Alkım Yayınevi
32. Muzıkacı Yanko ve Kamyonka - Henryk Sienkiewicz - Papersense Yayınları
33. İki Şehrin Hikayesi - Charles Dickens - Yıldız Yayıncılık
34. Teklifinizle İlgilenmiyorum - Başar Başarır - Can Yayınları
35. Çakal - Frederick Forsyth - E Yayınları
36. Yabancı - Albert Camus - Can Yayınları
37. Şaka - Milan Kundera - Can Yayınları
38. Kor - Hasan Saraç - Timaş Yayınları
39. Devlet Ana - Kemal Tahir - İthaki Yayınları
40. Yıkıntı Çiçekleri - Patrick Modiano - Can Yayınları
41. Bir De Baktım Yoksun - Yekta Kopan - Can Yayınları
42. Körlük - Jose Saramago - Can Yayınları
43. Görmek - Jose Saramago - Can Yayınları
44. Göçmüş Kediler Bahçesi - Bilge Karasu - Metis Yayınları
45. Dem Bu Demdir - Mustafa Kutlu - Dergah Yayınları
46. Beş Şehir - Ahmet Hamdi Tanpınar - Dergah Yayınları
47. Leyla İle Mecnun - Sezai Karakoç - Diriliş Yayınları
48. Semaver - Sait Faik Abasıyanık - Yapı Kredi Yayınları
49. Çocuğunuzla İşbirliği Yapın - Elizabeth Pantley - Yakamoz Yayınları
50. On Küçük Nefes - K.A. Tucker - Hyperion Kitap
51. Son Kahramanlar - Recep Şükrü Apuhan - Timaş Yayınları
52. Cesur Yeni Dünya - Aldous Huxley - İthaki Yayınları
53. Korkma Ben Varım - Murat Menteş - İletişim Yayınları
54. Aldatmak - Paulo Coelho - Can Yayınları
55. Göğe Bakma Durağı - Turgut Uyar - Yapı Kredi Yayınları
56. Kendi Gecesinde - İnci Aral - Kırmızı Kedi
57. Dönüşüm - Franz Kafka - Türkiye İş Bankası Yayınları
58. Şeytanın Muridi - Glenn Meade - Doğan Kitap
59. Hulki Bey ve Arkadaşları - Yiğit Okur - Can Yayınları
60. Yılanların Öcü - Fakir Baykurt - Adam Yayınları
61. 90'lar Kitabı - Kadir Aydemir - Yitik Ülke Yayınları
62. Ankara Mahpusu - Suat Derviş - İthaki Yayınları
63. Şirket - John Grisham - İnkılap Kitabevi

En Beğendiklerim:
1. Osmanlı İmparatorluğu'nun kuruluş yıllarını anlatan destansı bir eser; Devlet Ana - Kemal Tahir - İthaki Yayınları
2. Ülkemizin acı gerçeği olan maden facialarından biri "Soma" sonrasında okuduğum ve oldukça etkilendiğim;  Germinal - Emile Zola - Türkiye İş Bankası Yayınları
3. "Ütopya" başka açıklamaya gerek yok zaten; Ütopya - Thomas More - Bordo Siyah Yayınları
4. Saramago'nun en beğenilen eseri, ben de çok beğendim; Körlük - Jose Saramago - Can Yayınları
5. Bana distopya edebiyatını sevdiren kitap; Fahrenheit 451 - Ray Bradbury - İthaki Yayınları
6. Distopya denilince akla ilk gelen kitap; Bin Dokuz Yüz Seksen Dört - George Orwell - Can Yayınları
7. Distopya denilince akla gelen 2. kitap :) Cesur Yeni Dünya - Aldous Huxley - İthaki Yayınları

30 Aralık 2014 Salı

Dönüşüm - Franz Kafka

DÖNÜŞÜM
Orjinal Adı: Die Verwandlung
Çevirmen: Gülperi SERT
Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları
Eylül 2013, 1. Baskı
Orijinal İlk Basım: 1915
74 Sayfa

AFD:
   Dönüşüm, ikinci Kafka kitabım. Daha önce farklı bir yayınevinden Şato'yu okumuş, yayınevinin özensiz çevirisi ve neredeyse her sayfada bulunan onlarca yazım hatasından dolayı ne rahat bir okuma yapabilmiş ne de kitaptan zevk almıştım. :( İyi bir kitap için yazardan sonra, yayınevi ve çevirmen de gerçekten çok önemli iki unsur.

   Dünyanın en bilinen kitaplarından biridir, Dönüşüm. İlk cümlesiyle insanı etkiler ve ne kadar farklı bir düşüncenin ürünü olduğunu gözler önüne serer. “Gregor Samsa bir sabah huzursuz düşlerinden uyandığında, kendini yatağında kocama bir böceğe dönüşmüş buldu.”

  Dönüşüm; ailesinin geçimini sağlayan sıradan bir pazarlamacı, Gregor Samsa'nın hikayesidir. Gregor bir gün uyandığında böceğe dönüşmüş olduğunu fark eder. Gregor aslında sadece fiziksel olarak böceğe dönüşmüştür. Düşüncelerinde bir farklılık yoktur, ailesini tanımakta, nerede olduğunu bilmektedir. Yani zihinsel olarak gayet sağlıklıdır. Ailesi ile konuşmaya çalıştığında, sesinin de bir böcek gibi çıktığını fark eder. Annesi, babası ve kardeşi hiç bir şekilde onu anlamamaktadır. Annesi ondan korkmakta, babası görmemezlikten gelmekte, kardeşi ise onu evcil bir hayvanmış gibi beslemektedir.
  Ailenin tek geçim kaynağı Gregor bir böceğe dönüşünce, aile geçimini nasıl sağlayacaktır? Annesi Gregor'dan korkmaya devam mı edecektir? Babası bu durumu daha ne kadar görmemezlikten gelecektir? Bu durum ne zamana kadar sürecektir? Peki zavallı Gregor ne yapacaktır? Bu soruların cevabı tabii ki Dönüşüm'ün satır aralarında.

  Dönüşüm sadece, bir insanın böceğe dönüşmesini anlatan sıradan bir kitap değil tabii ki. Evin medar-ı iftiharı olan bir bireyin, kendi istemi dışında, işe yaramaz bir niteliğe dönüşünce nasıl gözden düştüğünün hikayesidir. Farklı olanın her zaman dışlandığı bir dünyada, sıradan bir insanın birdenbire farklılaşması ailesi tarafından bile olsa ne kadar kabul görebilir?



28 Aralık 2014 Pazar

Ankara Mahpusu - Suat Derviş

ANKARA MAHPUSU
SUAT DERVİŞ
İthaki Yayınları
Ekim 2013, 1. Baskı
(Orijinal İlk Basım 1957)
162 Sayfa

AFD:
  19 yüzyılda yaşamış bir kadın yazar olarak Suat Derviş, o dönemin erkek egemen yapısından dolayı hakkettiği değeri görmemiştir. Zaten o dönemde çoğu kadın yazar bu önyargıları kırabilmek, eserlerinin hakkettiği değeri görmesini sağlamak adına erkek takma isimleriyle yazmışlardır eserlerin. Suat Derviş ise kadın kimliğinin yanında sosyalist kimliğiyle de erkeklerin iktidarında kesinlikle kabul edilemeyecek bir isimdir.Yine de yazma serüvenini sürdürmüştür Suat Derviş. Şiirleri dergilerde, romanları gazetelerde tefrika ediliyordur. Ankara Mahpusu da 1944-45 yıllarında Haber Gazetesi'nde tefrika edilmiş ve 1957 yılında Fransa'da basılmıştır. Böylece de, Ankara Mahpusu Fransızca basılan ilk Türk eser olma ayrıcalığına erişmiştir. Kitabın Türkiye'deki ilk baskısı ise 1968 yılında yapılmıştır.

  Ankara Mahpusu'nda; annesi ile birlikte yaşayan ve başarılı bir tıp fakültesi öğrencisi olan Vasfi'nin hikayesi anlatılıyor. Vasfi bir gün evlerinin karşısındaki binada yeni taşınan Zeynep'i görür ve ona aşık olur. Tanışırlar ve birlikte vakit geçirmeye başlarlar. Zeynep her ne kadar Vasfi'yle vakit geçirse de, Vasfi'nin ona karşı olan hislerini görmezden gelmektedir. Olaylar gelişir ve Vasfi adam öldürmekten 12 yıl hapis cezası alır. Aslında kitabımız Vasfi'nin hapisten çıktığı gün ile başlar, geri dönüşlerle yaşananlar anlatılır aynı zamanda Vasfi'nin hapishaneden çıktıktan sonra düştüğü sefil hayat da bir yandan anlatılmaktadır.
  Vasfi neden hapse düşmüştür? Zeynep'e ne olmuştur? Vasfi'nin hapisten sonra yaşadığı işsizlik, parasızlık ve sefalet hep böyle sürecek midir?..

 Suat Derviş ile çok geç tanışmış olmama rağmen kalemini sevdiğimi söyleyebilir ve Ankara Mahpusu'nu herkese rahatlıkla önerebilirim. 

Kitabın Tanıtımından:
  Şehir, sokaklarda sürünenler, köprü altında yatanlar, arsalarda, oyuklarda, kovuklarda tüneyenler... binlerce biçare, binlerce sefille doluydu. Bu tıklım tıklım şehrin tek insanları, yalnız insanları nereye giderler, onu kimse bilmezdi.

  Vasfi, tıp fakültesinde okurken mahallesindeki Zeynep adlı kıza âşık olur. Gözü Zeynep'in aşkından başka bir şey görmeyen Vasfi, Zeynep'in büyük amcasıyla evlenmesinin ardından yıkılır. Zeynep'e toz kondurmayan Vasfi, bir gün kuzeninin Zeynep'in foyasını ortaya çıkarmak için kumpas kurduğunu öğrenince, Zeynep için hiç tereddütsüz, düşünmeden kuzenini öldürür. Uzun yıllar süren hapis hayatından sonra Vasfi, yeniden hürriyetine kavuşur ve insanlar arasında kendine bir yer bulmaya çalışır. Tutunacak hiçbir şeyi olmayan Vasfi'nin artık ne parası ne kalacak bir yeri ne de kimsesi vardır. Vasfi'ye ait tek yer sokaklardır...

  Suat Derviş'in 1957 yılında Fransa'da yayımlanan ilk Türk romanı olma özelliği taşıyan ve Türkiye'de "Zeynep İçin" adıyla yayımlanan romanı Ankara Mahpusu ismiyle Türkiye'de ilk kez 1968 yılında yayımlanır. 18 dile de çevrilen bu eserinde Suat Derviş, bir aşk için hürriyetinden vazgeçen Vasfi üzerinden umudun, özgürlüğün öyküsünü kaleme alır. Ayrıca yıkılan bir imparatorluğun yerine kurulan yeni bir sistem içinde kendine yer bulamayan insanların hikâyesinin düşündürücü portresini de çizer Suat Derviş. Yazar, diğer eserlerinden farklı olarak ilk kez bu eseriyle umuda ve mutluluğa göz kırpar.

27 Aralık 2014 Cumartesi

Yabancı - Albert Camus

YABANCI
Orijinal Adı: L'Etranger
ALBERT CAMUS
Çevirmen: Vedat GÜNYOL
Can Yayınları
Ocak 2012, 38. Baskı
(Orijinal İlk Basım 1942)
112 Sayfa

AFD:
  Yabancı'da aykırı kahramanımız Mersault'un topluma, dünyaya yabancılaşması konu ediliyor. Mersault bizlerden çok farklı bakıyor olaylara. Mersault için; ölümün var olduğu bir dünyada 30 yıl ya da 70 yıl yaşamak pek de farklı değildir.

  Kitap; Mersault'un huzurevinde yaşayan annesinin ölümüyle başlar. Annesinin ölümüne olan kayıtsızlığı herkesin dikkatini çeken Mersault, bir de sebepsiz yere cinayet işler. Mahkeme önüne çıkar ve adam öldürmekten yargılanır. Yargılama sırasında annesinin ölümüne olan kayıtsızlığı da sürekli önüne getirilir. Taraflar ve tanıklar dinlenir. Ve son söz söylenir...

  Camus bizlere çok farklı bir karakter sunmuştur. Annesinin ölümünden bile etkilenmeyen, durup dururken adam öldüren ve idamla yargılanmakta olduğu halde hiçbir şeyi umursayan bir adam portresi sunmuştur.
  Vedat Günyol'un kitabın önsözünde yer verdiği "Yıl 1942. Fransa, Hitler ordularının toplu tüfekli, tanklı, çizmeli mahmuzlu, hoyrat işgali altındadır. Çevresine ve de kendine yabancı düşmüş bir insancığın, sıradan, akıldışı, mantıkdışı bir dünyada, aklın hiçbir yardımı olmaksızın gün gün, dakika dakika yaşayışını dile getirmektedir Yabancı romanı." bu bölüm aslında Camus'un düşüncelerinde, yaşadığı yer ve zamanın ne kadar etkili olduğuna dikkat çekmektedir.

  Böyle büyük acıların yaşandığı bir tarihte; "Başkalarının ölümü, bir ananın sevgisi ne umurumdaydı benim? Başkasının tanrısından bana neydi? Başkalarının seçtiği, kabullendiği hayattan, yazgıdan bana neydi?" diye düşünen bir karakterin yaratılması aslında ne kadar da olağandır.

Kitabın Tanıtımından:
   1942'de yayımlanan Yabancı, romancı, tiyatro yazarı ve düşünür olarak İkinci Dünya Savaşı'ndan sonra yalnız Fransa'da değil tüm dünyada kuşağının sözcüsü ve yol göstericisi yazar Albert Camus'nün ilk ve en çok ses getiren yapıtıdır. Romanda, bir Arap'ı öldüren ama bu suçtan çok, gerçek duygularını dile getirdiği ve toplumun istediği kalıba girmeyi reddettiği için toplum dışına itilen bir "yabancı" aracılığıyla, XX. yüzyıl insanının içine düştüğü yabancılaşma anlatılır. Bir türlü ele geçirilemeyen "anlam"ın sürekli aranışını, bilincin toplumdan ve dış dünyadan kopuşunu, topluma yabancı duran kahramanın çevresiyle ve toplumla arasındaki çatışmayı anlatan roman, büyüleyici gücünü, arka plandaki derin ve suskun acıdan alır. Camus, genç kahramanı Meursault'nun dış dünya ile arasına koyduğu mesafeyi, kendine ve topluma yabancılaşmasını, annesinin ölümü dahil her şeye nesnel bir biçimde yaklaşmasını büyük bir ustalıkla dile getirir.

26 Aralık 2014 Cuma

Yeni yılda hem her şeyden haberiniz olsun hem de moda ve yeni keşifler sizden sorulsun!

  Haberleri takip etmek için kullanılabilecek en iyi uygulama Hürriyet E-gazete olsa gerek. Hem basılı gazete okuma keyfini yaşarken, hem de güncel haberlere ulaşabilme imkanı sunuyor. Uygulamanın son güncellemeleri ile de; hava durumuna, burcuma, finans haberlerine ve sinema rehberine ulaşabiliyorum. Hürriyet E-Gazete'nin en güzel yanı da (sona sakladım) bir sonraki günün haberlerini 00:00'da alınıyor olması. 
  Şimdi de sizi Hürriyet E-gazete'nin yılbaşı paketi ile tanıştırmak istiyorum. Bu pakette Hürriyet E-Gazete'nin yanı sıra, Elle ve Atlas dergilerinin dijital kopyası var :) 
  Haberleri ve gündemi hem gazete okuma keyfini yaşayarak takip etmek isteyenler, hem de ben gazetemi okurken bir yandan da falıma da bakarım, filmlerden de haberim olur diyenler yılbaşı paketini kaçırmasın derim! Hem de kısa bir süre için sunulan bu paketi alıp, gazete keyfini sürerken modayı Elle ile takip de edebilir, Atlas okuyarak da farklı keşifler yaşayabilirsiniz. 
  Yeni yılda sevdiklerine sevdiğin şeyleri hediye etmek de adettendir. Siz de arkadaşlarınıza ve gazetesiz olmaz diyen aile üyelerinize 6 aylık veya 1 yıllık versiyonları olan Hürriyet E-Gazete paketlerinden birini hediye edebilirsiniz. Her gün kullandıkça sizi hatırlasınlar:)
Daha ayrıntılı bilgi almak için sitelerini ziyaret edebilirsiniz.
Bir boomads advertorial içeriğidir.

25 Aralık 2014 Perşembe

90'lar Kitabı - Kadir Aydemir

90'LAR KİTABI
ÇOCUK MU GENÇ Mİ?
Hazırlayan: KADİR AYDEMİR
Yitik Ülke Yayınları
2012, 5. Baskı
İlk Basım: Ocak 2012
396 Sayfa

AFD:
  90'larda çocuk olan biri için o yılları hatırlatan her şey birbirinden değerli. Tasolar, tetrisler, sokaklarda oynanan oyunlar, çizgi filmler, müzikler... Bir 90'lar çocuğunun uzaklara dalıp düşünmesini istiyorsanız bunlardan herhangi biri hakkında bir konu açmanız yeterli. O bir tasodan yola çıkarak bütün o özgürce geçmiş çocukluğunu zihninde yaşamaya başlayacaktır. Ben'de 90'lar çocuğuyum, bu sebeple "90'lar Kitabı" bende çok özel bir yer edindi.

  90'lar kitabı için bir nevi 90'lar almanağı diyebiliriz. O dönemin olayları, müzikleri, filmleri, oyunları, oyuncakları, teknolojisi en önemlisi insanların yaşama biçimi 111 farklı kalemden bizlere aktarılıyor. O dönemde çocuk olan, genç olan, aslında o dönemde yaşamış olan herkesin kendinden bir şeyler bulabileceği bir kitap 90'lar Kitabı.

  Evet kitapta; müzikler, filmler, oyuncaklar var dedik, peki hiç mi kötü bir şey olmadı 90'larda. Maalesef çok büyük acılar yaşandı 90'larda: Uğur Mumcu Suikastı, Sivas Katliamı, gazeteci ölümleri, Cumartesi Anneleri, 99 depremi...  Bence kitabın bu kadar etkileyici olmasının sebebi de bu; bir sayfa önce tetrisimizle oynarken bir sayfa sonra hayatın acı gerçekleriyle karşılaşmak. O yıllarda, bizim tek derdimiz olan "cipsin içinden taso çıkacak mı?"yı hatırlarken, Özge Mumcu'nun da aynı yıllarda babasını haince bir saldırıda kaybetmiş olduğu gerçeği bir kez daha yüzümüze vurulacak bu kitapla. Kimimiz 90'larda sadece çocuktu, kimimiz 90'larda bir anda büyüdü. :(

  Altını çizdiğim, tekrar tekrar okumak istediğim çok fazla yer var kitapta. Fakat burada özellikle Sivas Katliamı'nda babasını (Metin Altıok) kaybeden Zeynep Altıok Ataklı'nın yazısından bir bölümü paylaşmak istiyorum. 90'lara bir de bu gözden bakmak lazım. Özellikle bu yazının bu kitabın içinde olmasını gerçekten takdir ettim. Acaba 90'larda mı başladık kirlenmeye ya da sadece dünya var olduğundan beri olan kirlenme bu yıllarda mı hız aldı?

  Ben 80’lerin hatta 70’lerin çocuğuyum. Benim izlediğim çizgi filmler Heidi ve Marko çocuklara merhameti, sevgiyi öğretirken 90’ların çocukları Heman'lerle, Voltran'larla şiddeti öğrendiler. Küçük Ev, Flipper gibi bir dizi izlemediler. Ben Arkadaş Kitaplar serisinden Küçük Kara Balık, Bir Şeftali Bin Şeftali, Şeker Portakalı okurken onlar internette boş chat sohbetlerini öğrendiler. Ben kâğıt bebeklerime renkli kartonları katlayarak, mecmualardan kestiğim duvar saatlerini, mobilya resimleri
yapıştırarak ev yaparken onlar Nintendo'larda Mario’ya engel atlattılar. Ben her hafta Milliyet Çocuk yolu gözlerken onlar televizyon ekranlarına mıhlandılar. Ben sokakta beş taş oynar, lastik atlarken onlar atari salonlarına hapsoldular. Gerçek olan her şey sanal bir uzaklık içinde kü­çülerek yok oldu. En çok da duygular, paylaşmalar. Ben bir “Berduş” kediye gönül verirken onlar her yaz okul hediyeleri olan bir başka yavruyu sokağa atarak terk ettiler. 90’ların popüler kültürü pompalana pompalana bambaşka bir kuşak oluştu. Düşünmeyen, her istediğine bin taksitli kredilerle kavuşan, her kesimden ve her yaştan çocuğun sığlığında yok oldu benim bildiğim tüm değerler. 90’larda ben yaşlandım.
‘‘Biz büyüdük ve kirlendi dünya.

  Son olarak; 90'larda yaşayan ya da o yılları merak eden herkese kesinlikle öneririm 90'lar Kitabı sayfaları arasında kaybolmayı.

Altı Çizilesi:
  Derken yağmurlar... Radyoaktif zehir serpen, toprağına ihanet eden yağmurlar... Kim bilir kaç insan o günler sırılsıklam ıslandı yağmur altında, kaç insan sevdiğine “seni seviyorum” dedi, kaç insan o gün her zamanki yağmurlar sanıp aldattı kendini, göğün rengi değişti, günler karardı, acının tohumu tutundu toprağa; sonra, yeniden yeşermeye başladı doğa, sonra yeniden yaşam. Çaylar toplanıp ambalajlandı başka bir adla, markayla ve iki misli fiyata dönüp satıldı, fındıklar poşete girip dağıtıldı okul sıralarında, sanki her şey bilinçliydi, bir ‘bakan’ elinde çay bardağını yudumlarken keyifle, bir çocuk Karadeniz’e bakıp hayal kuruyordu yarım kalacak bir hayatı için; ama yine de teşekkür ederek dünyaya, her şeye rağmen...

  Zonguldaklı da olsam, babasını kömürün karasına bulanmış yüzüyle maden ocağından çıktığında tanıyamayan bir çocuk bile olsam, hâlâ dü­şünmeden edemiyorum...
  Yerin yüzlerce metre altına inip çalışmak, “karaelmas”a kazma sallamak!..
  Benim bu şaşkınlığımı maden işçisi babam duymuş olacak, suskunca yanıt veriyor:
  “Çocuklarım gülsün diye dost!”
  Hey!..
  Korkusuz yürek, bilmezsin ki “sen yeraltındayken bizim evde gülen yok!”

  ...Panzerler önünden geçerek siyasal sistemleri okumaya gidiyorduk. Okuduklarımıza bakıldığında düpedüz oligarşi vardı, faşizm hayatımızın içindeydi. Yeni kurulan plazalardaki kariyer sahipleri için ana haberlerde bir kareydik, dört sene sonraki krizde işsiz kalacaklarını bilmiyorlardı, biz ise 10 sene
sonra onlar gibi olacağımızı.

  ...o yıllarda öğretmenin duymak istediklerini söyleyen sevgili arkadaşlarım ikiyüzlülükle tanıştıkları için mezun oldukları yıllarda da otorite neyi duymak isterse onun borazanlığını yapmaktan geri kalmadılar.

  ...ülkemizde, pek çok meslek grubunda olduğu gibi madencilikte de ölümle sonuçlanan kazalara “kader” olarak bakılır. 1992 yılında yaşanan bu faciada 2 maden işçisinin bedenine 1997 yılında ulaşılmıştı, ne yazık ki 17 Mayıs 2010 tarihinde yaşanan faciada da madencilerimiz Engin Düzcük ve Dursun Kartal’a da 19 Ocak 2011 ’de ulaşılabildi.

  1993 yılında kara bir 2 Temmuz günü işte o demin bahsettiğim eğitimsizleşme sürecinin kafalara örümcek ağlarını yerleştirdiği sürecin bir sonucu olarak ‘eyleme geçen cehalet’ benim babamı ve 34 insanı bir otele kıstırıp yaktı. 8 saat boyunca otelin önündeki gözü dönmüş kalabalıkla birlikte tüm devlet mercileri sadece izledi bu şeriatçı kalkışmayı. Elbette orada müdahale etmeyen devlet sonra bu olayın ardındaki güç­leri, suçluları yakalamayacaktı. O gün orada ben sadece babamı kaybetmedim. Özlük haklarımı, ülkeme olan inancımı, hukuka olan güvenimi, geleceğimi, en önemlisi kalabalıklarımı kaybettim.

24 Aralık 2014 Çarşamba

İnce Memed - Yaşar Kemal

İNCE MEMED
YAŞAR KEMAL
Yapı Kredi Yayınları
İlk Basım: 1955
2166 Sayfa

MRW:
“Böyle bir dünyada bin kez ölmeden bir kez dirilemezsin.”

  Cumhuriyet’in ilanından hemen sonra Çukurova yöresindeki ağaların, hatırı sayılan beylerin mücadelesi; tabiri caizse toprak kapma savaşında, köylünün çektiği sıkıntıları anlatan ve bu savaşın ortasında, koyunlarını güden yoksul, küçük bir çocuk olan İnce Memed’in düzene nasıl baş kaldırdığını, kendi bile anlamadan nasıl halk kahramanı olduğunu bizlere aktaran dokunaklı bir hikayedir İnce Memed serisi.

  Zulme karşı boyun eğmemeyi öğütler bize bu kitabıyla Yaşar Kemal. Dördüncü ciltten bir bölümde, Ferhat Hoca’nın vaazı şöyledir: (syf 349) “Ey insanoğlu başkaldır, korkma, içindeki o yüz bin yıllık ağının, korkunun üstüne yürü, ona başkaldır. Önce içindeki, yüreğindeki zinciri kopar, başkaldır. Sonra dünyanın bütün zincirlerini kır, tekmil kötülüklere başkaldır, iyilik getir. Getirdiğin iyilikler de belki bir gün insanlar için kötülük olur, kendi iyiliğine de başkaldır. Ey insanoğlu, sen solucan, sen böcek, sen karınca değilsin. Allah seni bir tek şey, bir tek şey için yarattı, başkaldırman için yarattı. Allah sana büyük bir hazinesini, tek kıymetli varlığını armağan etti, yüreğindeki umudu verdi sana.. başkaldırman için umuttan daha değerli bir şey, bir silah veremezdi sana. Onun verdiği umutla sen eğer başkaldırmayı öğrenseydin, ölümü bile yenerdin.”

  İlk iki cildi okurken bitmesini hiç istemediğim kitabın son cildine geldiğimde değil dört, on dört cilt de olsa aslında kitabın tam manasıyla sonlanamayacağını anladım. Maalesef Yaşar Kemal merak ettiğim bazı soruların bile cevabını veremeden bitirmiş seriyi, ki dört cildi toplam 32 senede yazmış!
Ağlayarak okudum bazı bölümleri, bazılarını ise şaşırarak, insanlığımdan utanarak.. İnsanoğlunun böylesine acımasız olması aslında ne kadar ürkütücü. Zalimin, güçlünün; güçsüz insanlara olan tavrı, istekleri ne kadar da korkutucu. İnce Memed’i İnce Memed yapan köylü ne kadar da asil.. yiyecek bir dilim ekmeğinden başka bir şeyi olmayan köylü aslında ne kadar da cömert. Abdi Ağa için ne kadar da kötü derken meğer Murtaza Ağa ile daha tanışmamışım. Ali Safa Bey’in kendini haklı göstermek için savundukları, Murtaza Ağa’nın çıkarı için yaptıkları, yalanları; devletin üst kademelerindeki insanların köylü için düşündükleri içimi sızlattı, askerin davranışları, kararları ve eylemlerini okudukça dehşete düştüm resmen.

  İnce Memed okuduğum ilk Yaşar Kemal kitabı. Bu yaşıma kadar okumamış olmam ne büyük bir eksiklikmiş meğer.. keşke bu kadar gecikmeseydim böyle şahane bir yazarla tanışmak için. Tüm seri olarak toplamda 2163  sayfayı su gibi içtim diyebilirim. İlk olarak 1957’de Bulgarca, 1961’de İngilizce’ye Fransızca’ya çevrilen, ertesi yıl Almanca ve İspanyolca çevirileri çıkan, günümüze kadar kırktan fazla dile çevrilen bu şahane başyapıtı henüz okumadıysanız daha fazla gecikmeyin derim...

  Bu kadar ünlü bir kitabın filmi çekilmemiş mi? Çekilmiş fakat o da ayrı bir hikaye. Türkiye'deki sansür zihniyeti filmin çekilmesine izin vermeyince, 1984 yılında İngiliz aktör ve yazar Peter Ustinov filmi "Memed My Hawk" (Şahinim Memed) adıyla çekmeye karar vermiş. Fakat sansürcü zihniyet bu sefer de filmin Türkiye'de çekilmesine izin vermemiş. İnce Memed tüm zorluklara rağmen bir İngiliz tarafından Yugoslavya'da çekilmiş, ne acıdır ki yine sansür zihniyeti tarafından ülkemizde gösterimine de izin verilmemiş. :(

Zülfü Livaneli'nden İnce Memed Türküsü

22 Aralık 2014 Pazartesi

Yılanların Öcü - Fakir Baykurt

YILANLARIN ÖCÜ
FAKİR BAYKURT
Adam Yayınları
Eylül 2000, 5. Baskı
İlk Basım: 1959
272 Sayfa

AFD:
  Bana okumayı sevdiren yazarlardan biri de Fakir Baykurt'tur. Seneler önce okul kütüphanesinden alıp okuduğum Kaplumbağalar, Keklik, Yarım Ekmek, Yüksek Fırınlar hâlâ hafızamda yerlerini korumaktadırlar. Bende bıraktığı güzel hislerden dolayı ne zaman sahaflarda Fakir Baykurt kitabına denk gelsem almadan duramam.

  Fakir Baykurt denilince ilk akla gelen kitaplardan biri de, ilk yazdığı kitap olan Yılanların Öcü'dür. Kitaptan uyarlanan iki film çekilmiştir. Şu anda aynı adla yayınlanan bir dizi de kitabın günümüze uyarlanmış (Ölümsüz Bir Eserin Ölümü) versiyonuymuş. Filmlere, dizilere konu olan bu kitabı bu kadar geç de olsa, okuduğum için çok mutluyum.

  Ben Yılanların Öcü'nün bir üçleme olduğunu bilmiyordum :( Bilmediğimden dolayı üçlemenin diğer iki kitabı (Irazca'nın Dirliği ve Kara Ahmet Destanı) maalesef kitaplığımızda yok. Üçlemenin devamını okumak için yeni bir sahaf alışverişine kadar beklemek zorundayım. :(

  Bir Köy Enstitülü öğretmen olan Fakir Baykurt kitaplarında da bize köy hayatını ve köylüyü anlatıyor. Köydeki yaşam savaşını ya da köyünden göçüp gurbete gidenlerin hayatta kalma mücadelesini anlatıyor. Bize Türkiye'nin o yıllardaki gerçek hikayesini anlatıyor.

   Yılanların Öcü, 1958 yılında Yaşar Kemal, Halide Edip Adıvar, Yakup Kadri Karaosmanoğlu, Sabahattin Eyüboğlu, Behçet Necatigil gibi jürilerin seçimiyle Yunus Nadi Roman Ödülü'ne layık görülmüştür. Sonra bu ödüllü roman Cumhuriyet Gazetesi'nde yayınlanmaya başlar. Fakir Baykurt o dönemde romanın iki sayfasını okuyarak kitabı müstehcen bulan zihniyet tarafından öğretmenlikten atılır. Nasıl da ilerlemişiz. O dönemde iki sayfa okuyarak anlıyorlarmış bir kitabın müstehcen olduğunu şimdi ise hiç okumaya bile gerek duymadan anlıyorlar. (Bakınız; "Şeker Portakalı" ve "Fareler ve İnsanlar")

  Yılanların Öcü'nde ne anlatılıyor? Yılanların Öcü'nde; Kara Bayram'ın ve anası Irazca'nın hikayesini dinliyoruz. Kara Bayram satın aldığı toprağın, yıllarca zorla ödediği borçlarından yeni kurtulmuştur. Artık eşi Haçça ile hayaller kurabiliyordur; öküzün yanına bir öküz daha alıp ineği sabandan kurtarabilecek, anası ve çocukları ile yattığı tek göz odadan kurtulup eve bir oda daha ekleyebilecek, Haçça'ya Şalkuşak, oğluna çizme alabilecektir...
  Bu hayaller muhtarın, kurul üyesi Haceli'ye Kara Bayram'ın evinin önüne ev yapmasına izin vermesiyle suya düşecektir. Kara Bayram ve Irazca evlerinin önüne ev yapılmasına karşı çıkmaktadır, olaylar büyür ve iş sadece bir ev meselesinden bir şeref, bir namus meselesine dönüşmeye başlar.
  Kara Bayram ve Irazca, muhtar ve Haceli'ye karşı direnebilecekler midir? Yoksa köy yerinin otoritesi olan muhtar istediğini yaptıracak mıdır? Varsılların dünyasında, yoksul Kara Bayram'ın şansı ne kadardır?

   Bu hikaye günümüz için de ne kadar tanıdık bir hikayedir aslında; otorite der ki, "Bu ağaçlar kesilecek buraya benim dediğim yapılacak.", yoksullar elinden geldiğince direnir, direnmeye çalışır. Kazanan kim olur? Ben de bilmiyorum, duyduğuma göre hikaye henüz sonlanmamış, hâlâ dediğini alttan alttan yaptırmaya çalışan bir otorite var. Hem ben daha üçlemeyi de bitirmedim. Bakalım üçlemenin sonunda gerçekten de kim kazanacak?

  Fakir Baykurt ile henüz tanışmamış olan arkadaşlar için Yılanların Öcü'nü ve yukarıda okuduğumu belirtmiş olduğum kitaplardan herhangi birini okuyup mutlaka Fakir Baykurt ile tanışmalarını öneririm.

19 Aralık 2014 Cuma

Hulki Bey ve Arkadaşları - Yiğit Okur

HULKİ BEY VE ARKADAŞLARI
YİĞİT OKUR
Can Yayınları
2008, 8. Baskı
İlk Basım: 1999
320 Sayfa

AFD:
  Hulki Bey ve Arkadaşları ilk okuduğum Yiğit Okur kitabı oldu. Yiğit Okur ismini çok duymuş ve not almıştım. Bir sahafta da uygun fiyatla denk gelince hemen kütüphanemize eklemiştim.

turkcebilgi.com
  Kitabımız; 1945 yılında Galatasaray Lisesi'nde okuyan 4 kafadarın 1975 yılına kadar olan yaşamlarını anlatıyor. Galatasaray Lisesi'nde yatılı okuyan Hulki, Salih, Kamil ve Cem'in sıkı dostlukları, küçük haylazlıkları, kocaman yürekleri. Lise biter ve hayat asıl o zaman başlar.  Her zaman beraber olacaklarını düşündükleri dostların ayrılma vakti gelir. Kimi sık sık görüşse de kimi bir daha birbirinin yüzünü göremez. Ekmek parası, hayat mücadelesi hepsini farklı yerlere sürükler... Hulki Bey ve Arkadaşları bu dört arkadaşın romanıdır.

  Kitabı çok beğendim, anlatımı oldukça samimi ve akıcıydı. Bunda Yiğit Okur'un Galatasaray Lisesi mezunu olmasının ne kadar etkisi var bilemiyorum. Bu kitaptan sonra diğer Yiğit Okur kitaplarını da okumak istediğime karar verdim.

  Tek eleştirim; kitabın arka kapağına. Arka kapak yazısında "6-7 Eylül Olayları"ndan bahsedilince bu olaylara kitapta daha fazla yer verileceğini düşünmüştüm. Oysa sıradan bir sahne dekoru gibi kalmış olaylar. 

Altı Çizilesi:
  Bu adliye işlerinde adap erkân vardır. Orda her şey söylenir de, sadece gerçek söylenmez.

16 Aralık 2014 Salı

Şeytanın Müridi - Glenn Meade

ŞEYTANIN MÜRİDİ
Orjinal Adı: The Devil's Disciple
GLENN MEADE
Çevirmen: Cumhur ORANCI
Doğan Kitap
Kasım 2007, 5. Baskı
Orijinal İlk Basım: 2006
520 Sayfa


AFD:
  Şeytanın Müridi; okuduğum altıncı Glenn Meade romanı. Tam anlamıyla bir Glenn Meade hayranıyım diyebilirim. Yazarın, geçmişte veya günümüzde gerçekleşmesi mümkün olabilecek olan olaylar çerçevesinde yazdığı birbirinden sürükleyici kitaplarını çok seviyorum. Bu kitapta ise Glenn Meade tarzının biraz dışına çıkarak "polisiye-gerilim" tarzında da ne kadar usta olduğunu gözler önüne sermiş. 

  Şeytanın Müridi; ilk sayfasından, son sayfasına kadar müthiş bir aksiyon içeriyor. Neredeyse hikayenin hızının düştüğü hiçbir sayfa yok. Böylece kitap, verdiği bu merak duygusuyla kendini çok çabuk okutturuyor. Kitabın son sayfalarına kadar kafamızdaki soru işaretleri silinmiyor. Bence kitabın sonunu tahmin etmek oldukça zor.

 Kitaptan bahsedelim: Bir süredir dünyanın farklı ülkelerinde birbiriyle benzer cinayetler işlenmektedir. Her cinayet mahallinde iki ceset aynı şekilde vahşice öldürülmüş halde bulunmuştur. Kitabımız ise bu cinayetleri işleyen katilin idam edileceği günde başlar. FBI ajanı Kate Moran katil Costantine Gamal'ı yakalayıp adalete teslim etmiştir. Gamal'ın cezası idamdır fakat son gün işlediği başka cinayetleri de itiraf etmek istediğini söyler. Tek şartı kendini yakalayan Kate Moran ile yalnız görüşmektir. Görüşme gerçekleşir, Gamal'ın Kate'e son sözleri "Ölümü yeneceğim ve geri gelip seni de yanımda cehenneme götüreceğim." dir. Gamal'ın idamı son görüşmeye rağmen gerçekleşir. Acımasız katil idam edilmiş ve hayat normal akışına dönmüştür. Ta ki.. Yeniden cinayetler işlenmeye başlanana kadar... 
  Acaba Gamal son sözlerinde ciddi midir? Ölümü yenip geri gelmiş midir? Yoksa bu cinayetler bir taklitci katilin işi midir? Peki cinayetlerde FBI ajanı Kate'in parmağı olduğuna dair kanıtlar ortaya çıkaran dedektif Stone Kate'in katil olduğunu kanıtlayabilecek midir? Ya Kate bu çıkmazdan nasıl kurtulacaktır? Kurtulabilecek midir?..  Bu sorular sizi heyecanlandırıyorsa, Şeytanın Müridi'nde sizi mükemmel bir macera bekliyor demektir.

  Glenn Meade'in okuduğum her kitabını önerdim bugüne kadar. Şeytanın Müridi ise özellikle "polisiye-gerilim" sevenler için mükemmel bir öneri olacaktır.


Kitabın Tanıtımından: 
Kate Moran... bir FBI ajanı...
Ve Constantine Gamal.. bir seri katil... Şeytanın havarisi...
Ritüeller.. Kara büyü..
Her seferinde işlenen çifte cinayetler..
Bir kedi fare kovalamacası..
Gamal yakalanıp idam edildikten sonra da bu cinayetlerin arkası kesilmiyor..
Ritüel sonrası çifte cinayetler sürüyor..
Gamal’ı taklit eden biri veya birileri olabilir mi?
Yoksa.. Yoksa Gamal hayatta mı?

  Meade’in korkutucu anlatımında özel olarak dikkat çeken şey üslubu ve karakterlerin ustalık ve beceriyle çizilmiş olmasıdır. -Glasgow Herald-

  Bu muhteşem dramatik aksiyon ve sürükleyicilik, bu heyecanı perçinleyen düşündürücü bir dönüm noktasıyla sonuçlanıyor. -The Sunday Times-

10 Aralık 2014 Çarşamba

Korkma Ben Varım - Murat Menteş

KORKMA BEN VARIM
MURAT MENTEŞ
İletişim Yayınları
2012, 9. Baskı
İlk Basım: 2009
424 Sayfa

AFD:
  Yine bir Murat Menteş kitabı. Murat Menteş'le ilk romanı Dublörün Dilemması aracılığıyla tanışmış, kalemini çok beğenmiş ve "Ne yazsa okurum." diyerek diğer iki romanını da almıştım. Ruhi Mücerret de o sırada yeni çıkmış olduğundan Dublörün Dilemması'nın ardından onu okudum. Ruhi Mücerret, Dublörün Dilemması tadında olsa da ben Dublörün Dilemması'nı daha çok beğenmiştim. Korkma Ben Varım için de aynı cümleyi söyleyebilirim: "Murat Menteş yine tarzını ortaya koymuş ama bu kitap da bir Dublörün Dilemması değil". Dublörün Dilemması bütün olarak harikulade bir kitaptı. Korkma Ben Varım'da, Ruhi Mücerret'de de olduğu gibi kitabın sonunu/son bölümlerini beğenmedim. Murat Menteş aslında bu kitabında durumu tek cümleyle özetlemiş: "Ve hiçbir şey güzel bitmez."

  Peki sonu güzel değilse okumayalım mı? Öyle bir şey yok :). Sonunu beğenmedim fakat kitabı beğendim. Kitabın elimde sadece yarısı olsa da okurdum. Çünkü neredeyse kitabın her cümlesi özenilerek, üzerinde düşünülerek, emek verilerek hazırlanmış.

   Bazen hislerimize tercüman olmuş, hepimizin ortak düşüncesini kaleminin büyüsüyle bize sunmuş:
 1970'ler...20.yüzyılın en güzel yılları. Henüz tam uygarlaşmamışız. Değirmenlerle savaşta yenilmemişiz daha. Yedi kat yalnızlığa gömülmemişiz.
İnanın bana, o zamanlar aşklar ömür boyu sürerdi. Bir kız, camdan el salladı mı, havalara uçardık. Bir gülücük, mahcup, kaçamak bir bakış, bir merhaba...yavru kuşlar gibi heyecanlanırdık. En büyük hazine kalbimizdeydi. Nasıl utangaçtık; gönül verdiğimiz kişiyi incitmekten de, onun karşısında küçük düşmekten de ödümüz kopardı. Karşılıksız aşklar, ebediyen saklanan sırlara dönüşürdü. Uzaktan sevmek diye de bir şey vardı. Yoksulduk. Canımıza yapışan, kemiğimizi çürüten fukaralığın üstüne kat kat, gıcır gıcır gurur kostümleri giyerdik. Fakir, ama onurluyduk. Çünkü tarihimiz bize kudretten, zenginlikten bahsediyordu. Edebiyat, bütün hücrelerimize azim aşılıyordu. Şarkılarda daima, taptaze bir umut çınlıyordu. Felekle kapışıyor, çaresizliğe meydan okuyor, yer sofralarında yürekten şükrediyorduk.
  1970' lerde, Allah bizimleydi.
 Seyrettiğimiz filmlerdeki yetim çocukların, yoksul kızların, bahtsız annelerin, mazlum delikanlıların, yorgun babaların hallerine hüngür hüngür ağlardık.
Haysiyet, namus, vicdan gibi kelimeler tedavülden kalkmamıştı. Komşuluk ölmemişti. Komşular sağdı.
  Zayıftık, fakat güçsüz değildik.

  Bazen çok güzel çıkarımlar yapmış:
  İnsan, kendi samimiyetinin altını çizmeye kalkıştı mı, ister istemez üstünü de çiziyor. Samimiyet, mahremiyetle mukayyet olsa gerek.

  Bazen de, eğer okuduğumuz ortamda yalnız değilsek, durup dururken kahkahalar attığımız için, garip bakışlarla kaçınılmaksızın maruz kalacağımız cümleler kurmuş:
  Tırpan Ertan ve yumrukları kaşınan üç eleman bizi harcamak üzereler. Asya Mayayla beraber geçirdiğim saatleri burnumdan getirecekler. Ertan Taner okuldaki en irikıyım çocuk. Tepenize dikildiği zaman kaslı gövdesi güneş tutulmasına sebep olur. Eğiliyor. "Nasıl ölmek istersin?" Sesinde iflah olmaz bir kudurukluk titremesi var . 
  Yutkunuyorum: '' Yaşlanarak .'' 

  Son olarak hâlâ "Murat Menteş ne yazsa okurum" diyor ve Murat Menteş ile tanışmamış olanlara "İlk başta Dublörün Dilemması ile başlayın ve kitapları sırası ile okuyun" diye tavsiyelerimi sunuyorum.

Altı Çizilesi:
  Aşk insanın sadece psikolojisini ve kimyasını değil; tarihini, müziğini, coğrafyasını, edebiyatını, fiziğini, beslenme çantasının içindekileri, hayat bilgisini de değiştiriyor.

  Herkesin üç kişiliği vardır: Ortaya çıkardığı, sahip olduğu ve sahip olduğunu sandığı.

  Başınıza yalnızca harika şeyler gelmişse, cesur olamazsınız.

  Edebiyat mırıltının ve naranın yerini tayin eder. Onlara ayar çeker. Eşya, kelimeler karşısında savunmasız, dirençsizdir. Zihnimizi edebiyat dekore eder. Kalbimiz ile beynimiz arasında işlek kanallar, tüneller, koridorlar açar. Ahlaki olgunluğun, vicdan hassasiyetinin, gönül ferahlığının imkanlarını; edebiyat sayesinde keşfederiz. Bir kumandanı, bir deliyi, anneyi, büyücüyü, talebeyi, avukatı, fahişeyi; korkağı, cömerdi, zavallıyı, kurnazı, dahiyi, tembeli, salağı... kelimelerinden tanırız. Sağlam bir edebiyat donatımı, bize insanların ruhunu sezme, insanlığımıza hakim olma, sahip çıkma gücü verir. Birbirimizi hakikaten tanımamız, sahiden anlamamız derinden kavramamız  edebiyat sayesindedir. Cehaletten, zalimlikten, hoyratlıktan, çiğlikten, zayıflıktan başka nasıl sıyrılabiliriz? Edebiyat, terbiyenin namûtenahi hulasasıdır. Görgünün vitaminidir, bizi telef olmaktan kurtaran şifalı iksirdir. Bizi, elimizdekilerden farklı bir sonsuzluğa sevk eder. Hem ağaçları, hem ormanı görmemizi sağlar. Yaprakların bakışlarını, meyvelerin soluğunu, gövdelerin çarpıntısını duyarız. Ardı arkası kesilmeyen ibret ve hikmet patlamalarının arasında yaşadığımızı fark ederiz. Harbin, sulhun, muhabbetin, dostluğun, aşkın, nefretin, emeğin, dikkatin, tedbirin, takdirin... manasının öğreniriz. Mânâ ile anlam arasındaki ayrıma temas ederiz. Anlam, bizdeki karşılıktır, mânâ ise hakikatin kendisidir. Böylece, benzer şeyler arasındaki farklar ile farklı şeyler arasındaki benzerlikleri kurcalarız. Gönlümüz neye elverir, vicdanımıza ne sığar, aklımız neye erer ? Edebiyat bilmeyen, soru soramaz, cevap bulamaz, problem çözemez.

  "Elli yaşında bir adam kendini otuzunda hissediyorsa, yirmi yılını boşa harcamış demektir."  -Muhammed Ali Clay-

  Bekar bir adam asla pişirmesi yemesinden uzun bir yemek hazırlamaz.

  Eskiden illetten kurtaran, mikroplardan koruyan bir bilim vardı. Şimdi, virüslere üniforma giydirip üstümüze salıyorlar: Biyolojik silah. Çocuklar bir kuzuyu kucaklamadan, kelebeğin peşinden koşamadan, tavşanla bakışamadan büyüyor. Gençler, bir ağacı, üzerinde meyve yoksa tanıyamıyor. Sincap, leylek, ceylan, keklik... anca ekranda görülebiliyor artık. Sıhhatin, emniyetin ve hakkaniyetin mânâsından kopmuş bilim benden uzak olsun. Irak'ta 1 milyon insan öldürüldü. Hâlâ Amerikan hapishanelerinde yüzbinlerce masum işkence görüyor, iğfal ediliyor. Bilim adamlarından çıt yok. Niye? Silah şirketlerinin, ilaç şirketlerinin, türlü çeşitli şirketlerin hizmetinde çalışıyorlar da ondan. Vahşetin, cinayetin deliliğin emrindeler!

  Bir erkek hastanede size eşlik ediyorsa, onunla mezara kadar yola devam edebilirsiniz.

  Sahip olmadığınız niteliklerle sizi övenler, taşımadığınız kusurlarla yererler de.

 Geçmişi bilmek, insanın üstesinden gelebileceği kadar kolay bir iş değil. Bu nedenle tarihçiler kahinlere benzer. Üç çeşit tarihçi olduğu söylenir.: Yalan söyleyenler, yanılanlar, bilmeyenler. Yani tarih ile hakikat iyi geçinemez."

  İntiharı hariç tutarsak, hayatta en ciddi karar çocuk sahibi olmaktır.

  Eski şarkılar neden daha iyi? Çünkü kötüler zaten unutulur.

 Kral en büyük soytarı olmak zorunda.

  Yalanlarla bir yere gidebilirsin fakat geri dönemezsin.

  Limanlar eski ya da yeni tüm gemiler için en güvenli yerlerdir. Fakat hiçbir gemi, limanda demirlemek için yapılmamıştır.

7 Aralık 2014 Pazar

Aldatmak - Paulo Coelho

ALDATMAK
Orjinal Adı: Adulterio
PAULO COELHO
Çevirmen: Emrah İMRE
Can Yayınları
Eylül 2014, 1. Baskı
Orijinal İlk Basım: 2014
272 Sayfa


AFD:
  Uzun zamandır Coelho okumamıştım. Aldatmak'ın tanıtım yazısı ilgimi çekince kitabı okumak istedim. Fakat ben tanıtım yazısını kendime göre yorumlayarak; "Aldatmak"ın anlamını çok farklı bir boyutta düşünmüştüm. Meğerse düşündüğüm gibi bir ulvilikle kullanılmamış kelime, en basit, sıradan anlamıyla kullanılmış ve bunun üzerine her ne kadar ulvi bir düşünce eklenmeye çalışılmışsa da, benim kanaatimce kesinlikle olmamış.

  Aldatmak'ın konusuna, tabiri caizse "rahat batması" denilebilir. Dünyanın en zengin, en güzel ülkelerinden biri olan İsviçre'nin başkentinde yaşayan Linda'nın hayatı tam anlamıyla kusursuzdur. İstediği her şeye sahiptir. Sevgi dolu bir eş, sorunsuz çocuklar, başarılı bir kariyer ve mutlu bir hayata dahil sayabileceğimiz her şeye... Bu kadar mükemmel bir yaşamda Linda'ya "rahat batmış" ve eşini "yasak" olması dışında hiçbir artı özelliği olmayan Jacob ile aldatmıştır.  

  Coelho bize bu kitabında "Hayatımız ne kadar kusursuz olursa olsun bazen kim olduğumuzu bulmamız için kendimizi kaybetmemiz gerekir." mesajını vermeye çalışmış ve "Kusursuz bir hayatın olsa da gerçekten mutlu musun?" sorusunu sormuş. İnsanın mutlu olduğunu anlaması için; eşini aldatması sonra saçma sapan bir zamanda/yerde, mucizevi bir şekilde aslında ne kadar şanslı bir insan olduğunu fark etmesiyle hayatına sımsıkı sarılması hikayesi, bana oldukça basit geldi.

  Son zamanlarda beğenmediğim birkaç kitabın yorumu üst üste geldi. Bu durumun, yazarların isimlerine güvenip kitaplarını "Bir kitap daha yazayım, kitabın nasıl olduğu önemli değil, her halükarda ismim sattırır." diyerek yazdığından kaynaklandığını düşünüyorum.

   Coelho okumak isteyenlere; Simyacı, Veronika Ölmek İstiyor, Piedra Irmağının Kıyısında Oturdum Ağladım gibi kitaplarını okumalarını tavsiye ederim.
     

Altı Çizilesi:
  Kötü tarafımız serbest bırakıldığında bütün iyi yönlerimizi gölgede bırakır. 
 Bu durum herkes için geçerlidir. Tiranlar dahi bundan nasibini alır: Genelde, başlangıçta iyi niyetlerle yola çıksalar da zamanla kendilerince iyi olarak gördükleri şeyleri uygulamak için insan doğasının en fena tarafı olan korku ve dehşeti bir araç olarak kullanmaya başlarlar.


1 Aralık 2014 Pazartesi

Kasım 2014 Çok Satan Kitaplar Listesi

  Kitap satışı yapan 20 farklı sitenin çok satan kitaplar listelerini harmanlayarak oluşturduğumuz Kasım ayı listemizin başında Ayşe Kulin'in yeni kitabı Handan var.


HANDAN
  Yalnız bir kadın mutlu olabilir mi?

  "aşklarını kendileri yaratır, sonra da elleriyle yok mu ederdi bütün kadınlar, yoksa ben mi böyle tuhaftım? Yalnız bir kadın güçlü olabilir miydi? Mutlu olabilir miydi?"

  Başına buyruk haliyle; hataları, sevapları, acıları, sakarlıkları, sonsuz içtenlikteki aşkları ve zaaflarıyla hepimizden bir şeyler taşıyan, ama aynı ölçüde özgün, benzersiz bir karakter, Handan… 70'lerin çocuğu Handan, hayatının son derece hassas bir noktasında (yaralı bereli orta yaşında), Halide Edib Adıvar'ın ölümsüz eseri Handan'ın eşliğinde bir keşif, bir hesaplaşma yolculuğuna çıkmaya zorlanır. Bu yolculuk ki aşklar, aldatmalar, aldanmalar, ölümler ve entrikalardan geçecek, dahası, İstanbul'un tarihinin en hareketli, en renkli ve en "gazlı" günlerini, hem de tam ortadan kat edecektir…

  Ayşe Kulin her güçlüğe, her şarta göğüs geren ve "asla pes etmeyen" bir kadının, Handan'ın sıra dışı, şakrak ve capcanlı hayat mücadelesine davet ediyor okurları.

1. Handan - Ayşe Kulin - Everest Yayınları
2. Yaralı - Kahraman Tazeoğlu - Destek Yayınları
3. Aldatmak - Paulo Coelho - Can Yayınları
4. Elif Gibi Sevmek - Hikmet Anıl Öztekin - Yakamoz Kitap
5. Elif Gibi Sevmek 2 - Hikmet Anıl Öztekin -  Yakamoz Yayınları
Related Posts Plugin for WordPress, Blogger...